2017 İnsan Hakları Raporu – Türkiye

YÖNETİCİ ÖZETİ

Türkiye, çok partili parlamenter sistemi ve bir cumhurbaşkanı olan bir anayasal cumhuriyettir. Tek meclisli bir parlamento (Türkiye Büyük Millet Meclisi) yasama yetkisini kullanır. Ülke çapında en son milletvekili seçimleri 2015 yılında yapıldı. Bu seçimlerle ilgili olarak Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) gözlemcileri basın faaliyetleri üzerindeki sınırlamalar ve adayların serbestçe kampanya yürütebilme kabiliyetlerini kısıtlayan bir kampanya ortamına dair kaygılarını ifade ettiler. En son cumhurbaşkanlığı seçimleri 2014 yılında düzenlendi; AGİT gözlemcileri, adayların genel olarak serbestçe kampanya yürütebildiği sonucuna varmakla birlikte dönemin başbakanı Erdoğana yarar sağlayacak şekilde eşit olmayan bir kampanya ortamının bulunduğunu kaydetti. Nisan ayında düzenlenen anayasa referandumunda seçmenler, eşzamanlı olarak yapılacak olan ve 2019da gerçekleşmesi öngörülen parlamento ve başkanlık seçimleri sonrasında ülkeyi zamanla parlamenter bir sistemden başkanlık sistemine geçirmeyi hedefleyen anayasal değişikliklerini az bir farkla onayladılar.

Sivil makamlar, güvenlik güçleri üzerinde etkin bir denetim sağlamayı sürdürdü; Temmuz 2016daki başarısız darbe girişimine karşı hükümetin tepkisinin bir parçası olarak, terörle ilintili oldukları gerekçesiyle ilave binlerce polis ve askeri personeli olağanüstü hâlkararnameleri yoluyla ihraç etti.

Türkiye, yıl içinde önemli boyutta siyasi zorluklar yaşadı. Temmuz 2016 darbe girişimi sonrasında yürürlüğe konulan, 2016da bir defa, yıl içindeyse dört kez uzatılan ve halen devam eden olağanüstü hâl, ülkenin toplumu ve kurumları üzerinde geniş etkiler yaratarak birçok temel özgürlükten yararlanılmasını kısıtladı. Yıl sonu itibariyle yetkililer, terörle ilişkili sebeplerden, özellikle de hükümetin darbe girişiminin arkasında olmakla suçladığı din adamı Fethullah Gülen ve hareketiyle bağlantılı oldukları iddiasıyla, darbe girişiminden beri 100.000den fazla kamu görevlisini ihraç etti veya görevden aldı, 50.000den fazla kişiyi tutukladı veya hapse attı ve 1.500den fazla sivil toplum kuruluşunu (STK) kapattı.

En önemli insan hakları sorunları arasında resmi makamlarca gözaltında tutulanlara yönelik işkence iddiaları; zorla kaybetme iddiaları; milletvekilleri ve ABDnin Türkiyedeki temsilciliklerinde görev yapan Türk vatandaşı iki çalışanın da aralarında olduğu on binlerce kişinin terör örgütleriyle bağlantılı oldukları iddiasıyla veya barışçıl, meşru ifadelerinden dolayı keyfi olarak tutuklanması ve gözaltına alınması; yürütmenin yargı bağımsızlığına müdahalesi ve bu durumun adil yargılanma hakkı ve yargı süreçlerini etkilemesi; çok sayıda seçilmiş temsilcinin de aralarında bulunduğu siyasi tutuklular; çok sayıda gazetecinin hapse atılması, basın kuruluşlarının kapatılması ve hükümet politikalarının veya yetkililerinin eleştirilmesinin suç unsuru sayılması dahil olmak üzere ifade ve basın özgürlüklerine yönelik ağır kısıtlamalar; internet siteleri ve içeriklerin engellenmesi; toplantı ve örgütlenme özgürlüklerine yönelik ağır kısıtlamalar ile LGBTİ bireyler ve diğer azınlıklara yönelik şiddet vakaları yer aldı.

Hükümet, insan hakları ihlalleri ile suçlanan güvenlik güçleri mensupları ve diğer yetkilileri soruşturma, kovuşturma ve cezalandırma yönünde sınırlı adımlar atmaya devam etti. Söz konusu türden ihlaller bağlamında cezasızlık bir sorun teşkil etti.

Güvenlik güçleri ile PKK terör örgütü ve iştirakleri arasındaki çatışmalar, 2016 yılına kıyasla düşük bir seviyede seyretmesine rağmen yıl boyunca devam etti. Bu çatışmalar güvenlik güçlerinin, PKK mensubu teröristlerin ve bilinmeyen sayıda sivilin yaralanmasına veya ölümüne neden oldu. Hükümet, PKKya yönelik güvenlik operasyonları bağlamında sivillerin kazara veya kasıtsız şekilde ölümleri hakkında personele yönelik soruşturma veya kovuşturma çabaları hakkında bilgi vermeyi reddetti.

Bölüm 1. Kişinin Bedensel ve Ruhsal Dokunulmazlık Hakkına Saygı

a. Yaşama Hakkından Keyfi Olarak Yoksun Bırakılma ve Hukuksuz Şekilde Gerçekleşen veya Siyasi Gerekçeli Diğer Ölümler

Ülkenin güneydoğusunda güvenlik güçleri ile terör örgütü PKK arasındaki şiddetli çatışmalarla bağlantılı olarak, 2016 yılına kıyasla belirgin ölçüde daha düşük bir seviyede olmakla birlikte, hükümetin sivillerin ölümünde rolü olduğuna dair güvenilir iddialar mevcuttu (bk. Bölüm 1.g.). Eylül ayında insan hakları grupları ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, 31 Ağustos günü Hakkarinin dağlık bölgesinde silahlı insansız hava aracıyla düzenlenen bir operasyonda hükümetin Mehmet Temel adlı bir sivili öldürdüğünü ve üç kişiyi de yaraladığını iddia etti. Hükümet, söz konusu dört kişinin PKK mensubu teröristler olduğunu belirterek iddiaya karşı çıktı.

Uluslararası Kriz Grubu Türkiye masasına göre yılın ilk 11 ayında doğu ve güneydoğu illerinde PKK ile bağlantılı çatışmalarda 35 sivil, 164 güvenlik gücü mensubu ve 504 PKK militanı öldü. İnsan hakları grupları, hükümetin Güneydoğuda PKK ile mücadelesinde sivilleri korumak için yeterli tedbir almadığını belirtti.

PKK, güvenlik güçlerine ve kimi zaman da sivillere yönelik ülke çapında düzenlediği saldırıları sürdürdü. Örneğin, 2 Kasımda Hakkarinin Şemdinli ilçesinde altı asker ve iki köy korucusu PKKlı teröristler tarafından öldürüldü. Trabzonun Maçka ilçesinin dağlık kesiminde (İçişleri Bakanlığına bağlı yarı askeri bir güç olan) Jandarma ile PKK arasında çıkan bir çatışma sırasında öldürülen 15 yaşındaki Eren Bülbülün 11 Ağustosta hayatını kaybetmesini takiben tüm siyasi kesimlerden Türk vatandaşları PKKyı kınadı. Bölgenin yerlisi olan Bülbül, PKKlı teröristlerin izini süren güçler için yer gösterici olarak hareket ediyordu.

Hükümet, özellikle Türkiye ve ötesinde terör eylemleri düzenleme olasılığıyla ülke içinde hareket eden IŞİD teröristlerinin girişlerini kısıtlamak amacıyla yıl boyunca Suriye ile olan sınırın kontrolünü sıkılaştırdı. Bu da bazı durumlarda Suriyedeki çatışmadan kaçanların Türkiyeye insani erişimini sınırlayıcı bir etkiye sebep oldu. Türkiye, sadece acil tıbbi yardıma ihtiyaç duyanlara erişim hakkı sağladı. Sınırı geçmeye çalışan bazı Suriyeliler sınır geçişleri sırasında yaralandı ya da hayatını kaybetti (bk. Bölüm 2.d.).

Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, Suriyede çatışmaların başladığı Mart 2011den 30 Temmuz 2017 tarihine kadar Türk güçlerinin Türkiye-Suriye sınırında aralarında 55 çocuk ve 29 kadının da olduğu en az 292 Suriyeliyi öldürdüğünü iddia etti. Hükümetin söz konusu durumları soruşturup soruşturmadığı açıklık kazanmadı.

İnsan hakları grupları, toplam sayıları değişmekle birlikte, resmi makamlarca gözaltında tutulan bazı kişilerin şüpheli ölümlerini belgeledi. Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), bu bağlamda cezaevlerinde üç çocuğun da dahil olduğu en az 10 ölüm olduğunu belirtti. İnsan Hakları Derneği (İHD), cezaevlerinde 17 ölüm vakası yaşandığını bildirdi. Adalet Bakanlığı, CHP Milletvekili Barış Yarkadaşın vermiş olduğu soru önergesine cevaben, 2016 yılında 66 tutuklunun intihar ettiğini, bu vakalardan 40ının ise Temmuz 2016 darbe girişimi sonrasında yaşandığını bildirdi. Örneğin, 3 Ağustosta, AKÇA-DER sendikası üyesi ve 59 yaşındaki işçi Davut Türkel, polis nezaretinde öldü. 13 Temmuzda polis, Türkelin evine baskın düzenledi ve Türkel ile birlikte 90 kişiyi, 2016 yılındaki darbe girişimi çerçevesinde Gülen ile ilgili bir soruşturma kapsamında gözaltına al. Gözaltında 12 gün tutulduktan sonra, hâkim karşısına çıkmadan önce yaralandı, hastaneye nakledildi ve komaya girdikten dokuz gün sonra öldü. Polis, Türkelin adliye merdivenlerinde düştüğünü ve kafasını yaraladığını iddia etti. Hastanede yapılan otopsi, ölüm sebebinin beyin kanaması olduğunu doğruladı. Durumu eleştirenler, Türkelin yaralandığı sırada iki polisin refakati altında adliyede bulunduğu gerçeği göz önüne alındığında ölümün şüpheli olduğunu ileri sürdü.

Vatandaşlar, IŞİDin faili olduğu belirtilen terör saldırılarından da etkilendi. 1 Ocakta, İstanbulda bulunan popüler Reina gece kulübüne düzenlenen bir saldırıda 39 kişi hayatını kaybederken onlarca kişi de yaralandı. Özbekistan vatandaşı olan failin, yakalanması sonrasında kolluk kuvvetlerine, saldırıyı gerçekleştirmek üzere IŞİDden talimat aldığını söylediği belirtildi.

13 Ağustosta, intihar saldırısı planladığı sebebiyle gözaltına alındığı belirtilen bir IŞİD şüphelisiİstanbulun ana polis merkezinin içinde bir polis memurunu bıçaklayarak öldürdü.

b. Kayıplar

Yıl içinde bazı teyide muhtaç kaybolma vakaları bildirildi ve insan hakları grupları, bu vakalardan bazılarının siyasi nedenlerle gerçekleştiğini iddia etti. Muhalif siyasetçiler ve saygın insan hakları grupları, Gülen ile ilişkili olduğu iddia edilen veya hükümet karşıtı en az 11 kişinin kaçırıldığını veya kaybolduğunu öne sürdü. Örneğin, Haziran ayında, ziraat mühendisi olan Cemil Koçakın 12 yaşındaki oğlu araçlarına başka bir aracın çarpması sonrasında babasının Ankarada kaybolmasına tanık oldu. Koçak, hasarı değerlendirmek için arabadan dışarı çıktığında üç kişi tarafında başka bir araca zorla bindirildi ve araç kaza mahallinden uzaklaştı. İnsan Hakları İzleme Örgütüne (HRW) göre Koçakın yanı sıra en az üç kişinin hükümet adına çalışan kişiler tarafından zorla kaybedildiğine kanaat getirmek için ortada inandırıcı sebepler mevcuttu.

Benzer şekilde, Önder Asan, Nisan ayında Ankarada ortadan kayboldu. Altı hafta sonra ailesi Asan’ın Ankarada bir polis merkezinde olduğunu tespit etti. Asan, resmen gözaltına alınmadan önce güvenlik güçleri tarafından sorguya çekildiğini ve işkence gördüğünü öne sürdü. İnsan Hakları İzleme Örgütü tarafından tespit edilen mağdurların çoğu, kamu görevlisiyken olağanüstü hâl koşullarında işlerinden ihraç edilmiş kişilerdi. Hükümet yetkilileri, İnsan Hakları İzleme Örgütünün iddialarına karşı çıkmakla birlikte konuyla ilgili herhangi bir soruşturma yürütülüp yürütülmediği veya bu doğrultudaki çabaları hakkında bilgi vermeyi reddettiler.

c. İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Muamele veya Cezalar

İşkence ve diğer zalimane, insanlık dışı veya onur kırıcı muamele anayasa ve kanunlar tarafından yasaklanmış olmasına rağmen resmi güçlerin bu yöntemlere başvurdukları bildirildi. İnsan hakları grupları 2012 yılında hükümet tarafından yerleştirilen kapalı devre kameralara rağmen polis gözetiminde işkence ve kötü muamelenin arttığını ve polislerin gözaltındaki şahıslara polis merkezleri dışında kötü muamele ettiğini öne sürdüler. İHD, yılın ilk 11 ayında gözaltında yaşanan istismarlara ilişkin 423 şikâyet aldığını bildirdi. Ayrıca İHD, gözaltındakilerin polis tarafından gözdağı verilmesi ve utandırılmasının yaygın olduğunu ve mağdurların misilleme korkusu nedeniyle istismarlar hakkında şikâyetçi olmakta tereddüt ettiğini de ifade etti. Bundan ayrı olarak, TİHV, yılın ilk 11 ayında hükümet yetkilileri tarafından gerçekleştirildiği iddia edilen 328 işkence ve insanlık dışı muamele vakası dahil olmak üzere 570 şikâyet aldığını bildirdi. Hükümet, yıl içinde hapishanelerde veya gözaltı merkezlerinde kötü muamele iddialarına yönelik soruşturmalar düzenleyip düzenlemediği konusunda bilgi vermeyi reddetti.

İnsan Hakları İzleme Örgütü, hazırladığı 2017 Dünya Raporunda şu ifadelere yer verdi: Olağanüstü hal koşullarında gözaltında kötü muamelenin önlenmesine yönelik güvencelerin zayıflatılmasıyla birlikte gözaltında tutulan kişilerin kötü muamele gördüklerine ilişkin bildirimler de arttı. İşkence ve darp, çıplak bırakma, fiziksel olarak zorlayıcı pozisyonlarda uzun süre tutma ve tecavüzle tehdit etme gibi kötü muamele biçimleriyle birlikte avukatların tehdit edildiği ve tıbbi muayenelere müdahale edildiği de dile getiriliyor. Bu iddiaların çoğu darbe girişimiyle bağlantılı olarak gözaltına alınan asker ve polislerle ilgili olarak ortaya atılmış olsa da darbe sonrasında kötü muameleye maruz kaldığını bildiren gruplar bunlardan ibaret değildi ve geçtiğimiz yıl boyunca Güneydoğuda gözaltına alınan Kürt bireyler de benzer muamelelere maruz kaldıklarını bildirdiler.

Güvenilir raporlar, bazı doktorların, kişilerin işkence gördüğüne işaret edebilecek tıbbi raporları misilleme korkusu nedeniyle imzalamadıklarını ve böylelikle de mağdurların, iddialarını kanıtlamaya yardımcı olacak tıbbi belgeleri çoğu zaman alamadıklarını öne sürdü. Kürt yanlısı Halkların Demokratik Partisi (HDP), PKKya yönelik operasyonlarda bir özel harekâtmensubunun hayatını kaybetmesinin ardından Ağustos ayında polisin Hakkaride onlarca sivile işkence uyguladığını iddia etti. Gözaltında alınan 10 kişi, serbest bırakıldıktan sonra polis tarafından işkenceye maruz bırakıldıkları iddiasıyla yerel savcılığa suç duyurusunda bulundu. Polis, işkence iddialarını terör propagandası olarak nitelendirerek reddetti. Yetkililerin başlattığı soruşturma, yıl sonu itibarıyla devam ediyordu.

Özgür Gündemin kapatılmasıyla ilgili olarak 16 Ağustosta gözaltına alınan iki gazeteci, polis memurları tarafından fiziksel şiddet gördüklerini ve tecavüz edilmekle tehdit edildiklerini belirtti. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma, iddialar hakkında delil yetersizliği sebebiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesiyle sonuçlandı. TİHV tarafından hazırlanan bir raporda, 19 Ağustos günü Antalyada cezaevindeki hücresinde kendisini asarak intihar ettiği öne sürülen tutuklu Hamza Kaçmazın şüpheli ölümüne yer verildi. Otopsi raporunda boğulmaya dair herhangi bir belirti kaydedilmezken, kelepçeleme izlerine rastlanıldığı bilgisi yer aldı. Diğer mahpuslar, Kaçmazın ölümünden önce dayak ve işkenceye maruz kaldığı yönünde ifade verdiler.

İHD, eski bir polis memurundan, Gülen hareketine bağlı olmakla suçlanan kendisinin ve diğer kişilerin, Nisan ayında polis tarafından gözaltında tutuldukları sırada işkence gördüğünü iddia eden güvenilir bir şikâyet aldığını bildirdi. Adı geçen eski polis memuru, gözaltına alınan polis memurlarının küçük hücrelerde tutulduğunu, personelin büyük bir kısmı akşam polis merkezinden ayrıldıktan sonra görevli polislerin gözaltındaki kişileri birer birer sorgu odasına götürerek kıyafetlerini çıkardığını, başlarına plastik poşet geçirdiklerini ve cinsel saldırı ile tehdit ettiklerini ifade etti. İHD, bildirilen bu eylemlerin yerini veya güvenlik endişeleri nedeniyle isminin gizli kalmasını isteyen mağdurun adını belirtmedi.

HDP, Mart ayında yayınladığı bir raporundamahkûmların kötü muameleye uğradığına ilişkin benzer iddialara yer verdi. Raporda, İzmir Menemen Hapishanesinde mahpus olan ve iki kolu da olmayan Ergin Aktaşın cezaevinde aldığı fiziksel yardımın yetersiz olduğunu öne sürdü. HDP, Gülenci olmakla suçlanan ve darbe girişiminden beri tutuklu olan kişiler arasında intihar olduğu iddia edilen vakalar ile Güneydoğuda dört kadın mahkûmun, maruz kaldıkları işkence karşısında kendilerini yakarak intihar ettikleri yönünde iddialar gibi bazı şüpheli intiharların mevcut olduğunu bildirdi.

İnsan Hakları İzleme Örgütünün aktardığına göre, Gülenci oldukları iddia edilen 64 kişinin 16 Şubatta görülen duruşmasında yedi davalı, ifadelerinde, polis tarafından işkence gördüklerini ve sahte ifadeler imzalamaya zorlandıklarını belirtti. Eskiden okul öncesi eğitimde idarecilik yapan davanın sanıklarından Hasan Kobalay, verdiği ifadede, Kasım 2016da Kırıkkale Emniyet Müdürlüğüne bağlı terörle mücadele şubesinde bulunduğu sırada soyulduğunu, gözlerinin bağlandığını, ağzının tıkandığını, kelepçelendiğini ve genital bölgelerine soğuk su püskürtüldüğünü söyledi. Söz konusu iddialara cevaben Adalet Bakanlığı, 31 Ekim tarihinde yaptığı açıklamada, resmi makamlarca yürütülen soruşturma sonucunda iddiaların asılsızbulunduğunu belirterek, hakkında suç isnat edilen kişilere yönelik bir kovuşturma yapılmamasına karar verdi.

Hükümet, işkence konusunda sıfır toleranspolitikasına sahip olduğunu belirtmektedir. İnsan Hakları İzleme Örgütü, güvenilir kaynaklarca iletilmişişkence iddialarını soruşturmak için alınmış herhangi bir ciddi tedbirden haberdar olmadığını ifade etti. Adalet Bakanlığının yayınladığı 2016 istatistiklerine göre hükümet, işkence iddialarıyla ilgili 42 ceza davası açtı. Hükümet, işkence iddialarıyla ilgili yürüttüğü soruşturmalar hakkında veri sağlamayı reddetti.

Basına yansıyan haberlere göre, zorunlu askerlik hizmetini gerçekleştiren bazı askerler, zaman zaman intihar ile sonuçlanan kabul sınamalarına, fiziksel tacize ve işkenceye maruz kaldı.

Genelkurmay Başkanlığı, 30 Temmuz günü, bir grup erkek Suriyeli mültecinin gözaltında tutuldukları sırada zorla oryantal dans kıyafetleri giydirilmek de dahil olmak üzere onur kırıcı muameleye tabi tutulmasıyla ilgili bir açıklama yayımladı. Genelkurmay Başkanlığı, olaya karışan dört asker hakkında idari ve adli işlemlerin başlatıldığını ve bu askerlerden üçünün tutuklandığını teyit etti.

Cezaevleri ve Gözaltı Merkezlerindeki Koşullar

Bazı istisnalar olmakla birlikte, cezaevi tesisleri genel olarak fiziksel koşullar bakımından pek çok yönüyle uluslararası standartları karşıladı. Özellikle de 2016 darbe girişimi sonrasında gerçekleşen geniş kapsamlı tutuklamaların ardından yaşanan aşırı kalabalık ve yeterli sağlık hizmetlerine erişim imkanının bulunmayışı sorun teşkil etmeye devam etti.

Fiziksel Koşullar: Adalet Bakanlığı, 15 Haziran itibarıyla toplam cezaevi nüfusunu oluşturan 224.878 kişinin, devletin idaresinde bulunan ve 202.676 kişi kapasiteli ceza ve tutukevlerinde bulunduğunu belirtti. Hapishanelerdeki en az 22.000 tutuklu veya hükümlü ya yerde ya da dönüşümlü olarak uyumak zorunda kaldı.

Hükümet, imkanların mevcut olduğu durumlarda çocuklar için ayrı ceza infaz kurumlarının kullanıldığını; bunun mümkün olmadığı durumlarda ise çocukların yetişkin erkek ve kadınlara yönelik ceza infaz kurumları içerisinde ayrı bölümlerde tutulduğunu belirtti. Tutuklu olarak yargılanan kişiler, hükümlülerle aynı binalarda tutulmaktaydı.

Adalet Bakanlığı, CHP İstanbul Milletvekili ve Meclis İnsan Hakları Komisyonu üyesi Gamze Akkuş İlgezdi tarafından yöneltilen soru önergesine Eylül ayında verdiği yanıtta, bir eğitim kurumuna resmen kayıtlı olan 69.361 öğrencinin hapiste olduğunu belirtti. Bu sayı, Türkiye tarihinde cezaevinde bulunan en yüksek öğrenci sayısıydı. Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü, 1 Ağustos itibarıyla 197si terörle ilgili suçlardan olmak üzere yaşları 12 ila 18 arasında değişen toplam 2.767 çocuğun hapiste olduğunu belirtti.

Hükümet, mahkûmların doğal sebepler, intiharlar ve diğer nedenlerden kaynaklanan ölümleri hakkında veri sağlamayı reddetti.

İnsan hakları örgütleri, mahkûmların çoğunlukla içme suyu, yeterli ısıtma, havalandırma ve aydınlatmaya sahip olmayan koşullarda kaldığını öne sürdü. Örneğin, 61 yaşındaki Kamil Üngüt, Kahramanmaraşın Elbistan ilçesindeki hapishanede 5 Temmuz günü hayatını kaybetti. Basında yer alan haberler, Üngütün ölümünü cezaevindeki kabalığa ve yüksek sıcaklara bağladı.

Her ne kadar yetkililer her cezaevine doktor atandığını belirtse de CHP Milletvekili Ali Haydar Hakverdinin kamuoyuna açıkladığı Adalet Bakanlığı istatistiklerine göre, 2016 yılının Mart ayı itibarıyla cezaevlerinde sadece 11 doktor görev yapıyordu; bir başka deyişle her 33 cezaevine ve 16.830 mahkûma bir doktor düşmekteydi. İnsan hakları dernekleri, mahkûmlara verilen yetersiz sağlık hizmetlerinden ve özellikle cezaevlerindeki yetersiz doktor sayısından kaynaklanan ciddi endişeleri ifade etti. İHD, yılın ilk 10 ayında 361i ağır olmak üzere 1.037 mahkûmun hasta olduğunu bildirdi. Yıl boyunca sağlık nedenleriyle serbest bırakılan mahkûm sayısı erişilebilir değildi.

Bir vakada, cezaevi yetkilileri, kendisine terörle ilgili suçlar ile toplumu tahrik suçu isnat edilen ve kolostomi torbası kullanan Hakkarili mahpus, yerel Kürt politikacı Sibel Çapraza yeterli tıbbi bakım sağlamadı. Çaprazın ailesi ve avukatları, Çaprazın hapishanede ya da bir hastanede tedavi görmediğini, ehil olmayanlarca ve sağlığa elverişsiz koşullarda sağlanan bir tıbbi bakım için diğer mahkûmlara bel bağlamak durumunda kaldığını iddia etti.

Basında geniş yer bulan haberlerin ardından Şubat ayında yetkililer, Çaprazı bir hastaneye naklettiler ve ev hapsine aldılar.

Başsavcılar, özellikle de geniş kapsamlı terörle mücadele kanunu çerçevesinde, kamu güvenliğine karşı tehdit oluşturduğu yönünde kanaat getirdikleri mahkûmları, ağır hastalık durumunu gösteren tıbbi raporlara rağmen, duruşma öncesinde tutuklama konusunda takdir yetkisine sahiptir.

Yönetim: Yetkililer, bazen istismar ve insanlık dışı veya aşağılayıcı koşullarla ilgili itibar edilebilir iddialar hakkında soruşturma yürüttü; ancak genel itibarıyla bu soruşturmaların sonuçlarını kamuoyunun erişebileceği şekilde belgelendirmedi veya sorumluların hesap vermesini sağlamak üzere harekete geçmedi. Hükümet, cezaevlerinde şiddet veya kötü muamele iddialarına yönelik (hem cezai hem idari) soruşturmalara ilişkin verileri sağlamayı reddetti.

Hükümet, cezaevlerinin yanı sıra daha geniş kapsamda insan hakları ve personel ile ilgili konuların denetimini sağlamak üzere Ulusal İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu (UİHEK) ile Kamu Denetçiliği Kurumunu kurdu. Meclis İnsan Hakları Komisyonu (İHİK) ve Kamu Denetçiliği Kurumu, önceden izin almaksızın askeri cezaevleri de dâhil olmak üzere cezaevlerine ziyaretlerde bulunma ve gözlem yapma yetkisine sahipti. Bu gözlem ve ziyaretler yapılmasına karşın, söz konusu ziyaretlerin sıklığı belirsizliğini korudu.

Bağımsız İzleme: Hükümet bazı uluslararası organların cezaevlerine ziyaretlerde bulunmasına izin verdi. Avrupa Konseyi İşkenceyi Önleme Komitesinden (CPT) bir heyet Mayıs ayında ülkeyi ziyaret etti ve çeşitli bölgelerde çok sayıda tutukluyla mülakat gerçekleştirdi. Yıl sonu itibarıyla hükümet CPT raporunun ve bulgularının kamuoyuna açıklanmasını onaylamamıştı.

Bazı milletvekilleri de cezaevi ziyaretleri gerçekleştirebildi. Mayıs ayında CHP milletvekili Şafak Pavey, Temmuz 2016dan bu yana birçok kez Silivri, Sincan, Sakarya ve Bakırköy Cezaevlerini ziyaret ettikten sonra, cezaevi yetkilileri tarafından mahkûmlara yaygın şekilde kötü muamele, hakaret ve işkence yapıldığını iddia etti. Pavey, izlenimlerini, Gördüklerimden hareketle tutuklu ve hükümlülere karşı daha ağır hak ihlallerinin yaşandığı hiçbir dönem olmadığı düşüncesindeyim sözleriyle aktardı.

Hükümet, STKların cezaevlerini izlemesine izin vermedi. TİHV, en az bir insanlık dışı muamele vakasında, resmi makamlara yapılan şikâyet sonrasında tutukluya yönelik tutumun iyileştiğini belirtti.

d. Keyfi Tutuklama veya Gözaltı

Yasaların keyfi tutuklama ile gözaltına almayı yasaklamasına ve kişilere tutuklama veya gözaltı uygulamalarını hukuka uygunluk yönünden itiraz yoluyla mahkemeye taşıyabilme hakkını sağlamasına rağmen, itibar edilebilir mahiyetteki pek çok rapor, hükümetin bu gereklilikleri her zaman yerine getirmediğini ortaya koydu. Adalet Bakanlığı, 15 Temmuz itibarıyla 169.013 kişi hakkında, olağanüstü hâl kapsamında (sorgulama, soruşturma, gözaltı, tutuklama, adli denetim veya seyahat yasağı gibi) bir çeşit adli işlem yapıldığını bildirdi. Resmi rakamlara göre, Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından terörle ilgili gerekçelerle bu sayıya dahil toplam 55.665 kişi tutuklandı. Çok sayıda kişinin Gülen hareketi veya PKK ile ilişkileri olduğu iddiasıyla gözaltına alındığı bildirildi. Bu gözaltılarda, hukuki usullere uygunlukçoğu zaman oldukça az ölçüde gözetildi ve kişilerin, kendilerine yönelik suçlamalara kaynak teşkil eden delillere erişimi oldukça azdı ​​(bk. Bölüm 2.a.).

Hükümet, bir mesajlaşma uygulaması olan ByLocku kullanan kişilerin, hükümetin 2016 darbe girişiminden sorumlu tuttuğu Gülen hareketini tanımlamak için kullandığı adıyla Fethullahçı Terör Örgütünün (FETÖ) üyeleri olduğunu iddia etti. Yargıtay, 26 Eylülde, ByLockun kullanımının FETÖye üyelik bakımından tek başına yeterli delil teşkil ettiğine karar verdi. İlk derece mahkemesi, Emniyet Genel Müdürlüğünün istihbarat biriminde çalışan ve Gülen bağlantılı olduğu iddia edilen görevliler tarafından uygulama üzerinde yapıldığı öne sürülen değişiklikler de dahil olmak üzere ByLock uygulamasının geçmişine dair yapılan bir incelemeye dayanarak, ByLockun kullanımına dair kanıtın, temyiz başvurusunda bulunan iki eski hâkimin suçlu bulunmasına dair kararda yeterli delil teşkil ettiğine hükmetti. Öte yandan, Aralık ayının sonlarında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, yaklaşık 10.000 tutuklunun sadece cep telefonlarında ByLock yüklü olmasından dolayı tutuklandıklarını ve ByLockun bu kişilerin cihazlarına haberleri olmadan, başka bir uygulama tarafından yüklendiği değerlendirmesinde bulunarak bu kişilerin serbest bırakılmasının yolunu açtı.

Olağanüstü hâl kapsamında herhangi bir suçlama olmaksızın kişiler 14 gün boyunca gözaltında tutulabilmektedir. Yabancı ülke vatandaşları da dahil olmak üzere kişilerin, haklarında resmi olarak bir suç isnadında bulunulması için 14 günden daha uzun bir süre beklediği birçok vaka vardı. Barolar; hem avukatların —özellikle de adli yardım kanalıyla görevlendirilmemiş avukatların— gözaltındakilere ve cezaevlerine erişimini kısıtlayan kararnameler bulunduğundan, hem de birçok avukatın 2016 darbe girişimiyle bağlantılı olduğundan şüphelenilen kişileri savunma konusundaki isteksizliğinden dolayıgözaltındaki kişilerin avukata ivedi biçimde erişim yönünden zaman zaman zorluk yaşadığını bildirdi. İHD, terörle ilgili davalarda yetkili makamların, göz altılara ilişkin ayrıntıları yasaların öngördüğü şekilde ilk 24 saat içinde savunma avukatlarına çoğu kez bildirmediğini raporladı.

İHD, ayrıca iddianamelerin hazırlanması dönemimde avukatların, müvekkilleri hakkındaki dava dosyalarına erişimlerinin haftalar veya aylar boyunca sınırlı kaldığını ve bu durumun, müvekkillerini savunabilmelerini güçleştirdiğini de bildirdi.

Polis ve Güvenlik Aygıtının Rolü

İçişleri Bakanlığına bağlı olan Emniyet Genel Müdürlüğü, büyük kentsel alanların güvenliğinden sorumludur. Sınır denetimi ve genel anlamda dış güvenlik ordunun genel sorumluluk alanındadır; yarı askeri bir güç olan Jandarma ise kaçakçılığın yaygın olduğu belirli sınır kesimleri ile kırsal alanlardan sorumludur. Güneydoğu Anadolu bölgesinde tarihsel anlamda insan hakları ihlallerine karışmış olan, büyük ölçüde PKKnın terör tehdidine karşı ek yerel güvenlik sağlayan sivil bir milis kuvvet olan ve eski adıyla köy korucuları olarak bilinen güvenlik korucularıJandarmanın sorumluluğundadır. Millî İstihbarat Teşkilâtı (MİT), Cumhurbaşkanlığına bağlıdır; mevcut ve muhtemel tehditler hakkında istihbarat toplamaktan sorumludur.

Sivil makamlar; emniyet güçleri, Jandarma, ordu ve Millî İstihbarat Teşkilâtı üzerindeki etkin denetimlerini sürdürdü; ancak, kamuya bağlı güvenlik görevlilerine isnat edilen taciz ve yolsuzlukların soruşturulması ve cezalandırılmasına yönelik hükümet mekanizmaları yetersiz kalmaya devam etti ve cezasızlık bir sorun olmayı sürdürdü. Millî İstihbarat Teşkilâtı mensupları, 2014den bu yana haklarındaki kovuşturmalara karşı yasal dokunulmazlığa sahiptir. 2016 yılında çıkarılan bir kanun, terörle mücadele kapsamında görev alan diğer güvenlik gücü mensuplarına geriye dönük olarak işleyecek şekilde dokunulmazlık sağladı ve bu kişiler hakkında kovuşturma başlatılmadan önce hem askeri hem de sivil makamlardan izin alınmasını zorunlu kılarak insan hakları ihlallerinin araştırılmasını zorlaştırdı. 24 Ağustosta olağanüstü hâl kapsamında çıkarılan bir kararname MİT Müsteşarı hakkında soruşturma yürütülmesini veya MİT müsteşarının mecliste ifade verebilmesini cumhurbaşkanının iznine bağladı.

Kamu Denetçiliği Kurumu, UİHEK, savcılıklar, ceza mahkemeleri ve Meclis İnsan Hakları Komisyonu güvenlik güçlerinin karıştığı ölümler, işkence veya kötü muamele, aşırı güç kullanımı ve diğer istismarlar hakkında iletilen bildirimleri soruşturma yetkisine sahip olmakla birlikte sivil mahkemeler, cezasızlığı önleme konusunda ana başvuru noktaları olmayı sürdürdü. Ulusal ve uluslararası insan hakları örgütleri, işkence ve insanlık dışı muameleye dair itibar edilir nitelikte raporlar sundu ve hükümetin konuyla ilgili olarak, özellikle de gözaltında tutulan kişilere yönelik istismar edici uygulamalara karşı yetersiz kaldığını ileri sürdü. Hükümet, disiplin uygulamalrı ve hizmet içi eğitim yoluyla istismarları önleme konusundaki çabaları hakkında bilgi vermeyi reddetti.

Yetkililer, istismara uğradıkları iddiasında bulunanlara yönelik karşı dava açma taktiğini uyguladı. 10 Ağustos günü İzmirde 19 ve 22 yaşlarında olan Derya Kılıç ve Seray Gürer adlarındaki iki kadın, motosikletüzerindeki kimliği belirsiz iki erkek tarafından fiziksel tacize uğradıklarını belirterek iki polis memurundan yardım talebinde bulundular. Güvenlik kamerası, polis memurunun Kılıçı dövmeye başladığını gösteriyordu. Kılıçın resmi şikâyetinde belirttiğine göre, kendisine vuran memurun, kendilerine, uygunsuz şekilde giyinmiş olduklarını söyledi. İzmirde görevli bir savcı, polis memuru hakkında üç buçuk yıla kadar hapis cezası talebine bulundu. Bu süreçte memur, Kılıç ve Gürer hakkında suç duyurusunda bulunarak, iki kadının kendisine saldırdığını iddia etti. Davanın sonucu yıl sonu itibarıyla belirsizliğini korudu.

Tutuklama Usulleri ve Tutuklulara Yapılan Muamele

Yasalar, zanlının suç işleme anında derdest edilmesidışında tutuklama için savcı tarafından tutuklama emri verilmesini gerektirmektedir. Kişiler normal koşullarda 24 saate kadar gözaltında tutulabilmektedir; bu sürenin sonunda ise savcı gözaltı süresini, şahsın nakil süresi hariç olmak üzere, gözaltındaki şahsın savcılık müzekkeresiyle birlikte bir hâkim karşısına çıkartılmasından önce 48 saat süreyle uzatabilir. Bir başsavcı, birden fazla şüpheli ve suçlamanın söz konusu olduğu dosyalar dâhil olmak üzere belirli durumlarda mahkemeye çıkarmadan önceki gözaltı süresini dört güne kadar uzatmak için başvuruda bulunabilir. Resmi tutuklama ise daha sonraki bir adım olup, gözaltından farklıdır ve şüphelinin daha sonra verilecek bir mahkeme kararıyla serbest bırakılması emri verilmedikçe veya verilene kadar cezaevinde kalacağı anlamına gelir. Her ne kadar yetkililer 24 saat içerisinde şüphelileri kendilerine yöneltilen suçlamalar hakkında bilgilendirmek zorunda olsa da insan hakları savunucuları yetkililerin şüphelileri haklarındaki suçlamaların dayanağı hakkında bilgilendirmediğini iddia etti. Üç yıldan daha kısa bir hapis cezası öngörülen suçlarda hâkim, kefalet gibi uygun bir güvence alındığı takdirde zanlıyı, mahkemeye çıkarılmasından sonra serbest bırakabilir. Daha ağır suçlarda ise hâkim, sanığın kendi yazılı taahhüdüyle salıverilmesine; ya da şüphelinin kaçma, delilleri karartma, tanık veya mağdurlara baskı uygulama veya tehdit etme olasılığına işaret edecek belli emareler söz konusu ise, sanığın tutuklu yargılanmasına karar verebilir. Hâkimler, çoğu zaman şüphelilerin açık gerekçeler göstermeksizin tutuklanmasına karar verdi.

Kanunda gözaltında tutulan kişilere dilekleri zaman ve ivedilikle bir avukata erişim hakkı tanınmış olmakla birlikte, 2015te yürürlüğe giren kanunlar savcılara bu erişimi 24 saate kadar engelleme hakkı tanımaktadır. Aynı zamanda ceza davalarında kanun gereği olarak, ihtiyaç sahibi tutuklulara talepleri doğrultusunda devlet tarafından avukat sağlanması öngörülmektedir. Suçluluğun sabit bulunması halinde karşılaşılacak muhtemel hapis cezasının beş yıldan fazla olduğu veya sanığın çocuk ya da engelli olduğu durumlarda ise sanığın talebi bulunmasa dahi bir savunma avukatı atanır. İnsan hakları gözlemcileri, çoğu davada sanığın maddi gücünün avukat tutmaya yetmediği durumlarda yetkililerin avukat atadığını belirtti. Hâkimler, davanın gizliliğine karar verdikleri takdirde, avukatların soruşturma dosyasına erişimlerini de kısıtlayabilir (bk. Yargılama Usulleri). Belirli katalog suçlar (devletin güvenliğine karşı işlenen suçlar, organize suçlar ve çocuklara karşı işlenen cinsel saldırı suçları dâhil) söz konusu ise, savunma avukatlarının müvekkillerinin mahkeme dosyalarına olan erişimi iddianame hazırlanana kadar kısıtlanabilir.

Devam eden olağanüstü hâl, hükümete, kişilerin, suç isnadı belirtilmeksizin 30 güne kadar gözaltında tutulabilmesi ve gözaltındakilerin avukata erişiminin beş güne kadar kısıtlanabilmesi yönünde geniş yetkiler sağladı. 23 Ocak tarihli bir kararname ile azami tutukluluk süresi 14 güne indirildi. Yetkililer, şüphelileri avukat erişimi olmadan 24 saate kadar alıkoyabilme imkanına sahipti. Ekim 2016da yayınlanan bir olağanüstü hâl kararnamesi, tutukluların adli yardıma erişimleri olmaksızın 24 saat boyunca alıkonulabileceği hükmünü yeniden tesis etti ve bu durum yıl sonu itibarıyla geçerliliğini korudu. Kararnameler; savcılara avukat-müvekkil ilişkisinden doğan imtiyazları askıya alma ve sanıklar ile avukatları arasındaki görüşmeleri gözlemleme ve kayıt altına alma yetkisi tanımaktadır. İnsan Hakları Ortak Platformu, yeniden tesis edilen 24 saatlik avukata erişim kısıtlamasının keyfi biçimde uygulandığını bildirdi.

Avukatlar ve insan hakları gözlemcileri özellikle avukata erişim konusunda adil yargılanma hakkını koruyan kanunların düzensiz bir biçimde uygulandığını ifade etti. 10 Şubatta Şanlıurfa Barosu, polisin, tutuklu tarafından seçilen ya da baro tarafından görevlendirilen avukatlara gözdağı verdiğini ve bu durumun, müvekkillerini etkili bir şekilde temsil etme kabiliyetlerini zayıflattığını belirtti. Birden çok baro, avukatların, özellikle de PKK veya Gülen ile bağlantılı olmakla suçlanan şüphelilerin davalarını üstlenmekte tereddüt ettiklerini; bunun sebebinin ise kovuşturmaya uğramak dahil hükümetin misillemesine maruz kalma korkusu olduklarını öne sürdü. Savunma avukatlarının hükümet tarafından sindirilmesi zaman zaman terörle ilgili olmayan davaları da kapsadı. Ekim ayında polis, 2014 yılında Somada yaşanan maden faciasının 301 mağdurunu ilgilendiren bir dava üzerinde çalışan altı avukatı terör örgütlerine üye oldukları şüphesiyle gözaltına aldı. Durumu eleştirenler, göz altıların itibar edilir olmadığını, siyasi bakımdan hassas bir dava üzerinde çalışan avukatların susturulmasını hedeflediğini öne sürdü. Ülkede hukukla ilgili haberleri takip eden Tutuklu Avukatlar Girişimine göre, darbe girişiminden bu yana ülkede 570den fazla avukat tutuklandı ve 22 Aralık itibarıyla 1.400 avukat da kovuşturmaya altındaydı. 15 Temmuz darbe girişimi öncesinde insan hakları grupları, terörle ilgili davalarda şüphelilerin avukata erişimlerinin, emniyet güçleri tarafından sorguları tamamlanana kadar yetkililer tarafından sıklıkla kısıtlandığı belirtti. İHD yıl boyunca bu alanda münferit birtakım iyileşmeler görüldüğükaydetti.

Keyfi Tutuklama: Yasaların, bir zanlının keyfi veya gizli bir şekilde gözaltında tutulmasını yasaklamasına rağmen hükümetin, bu yasaklamalara uymadığı yolunda çeşitli haberler vardı. İnsan hakları grupları sokağa çıkma yasağı olan yerlerde veya özel güvenlik bölgelerinde emniyet güçlerinin vatandaşları herhangi bir resmi kayıt olmadan gözaltına aldığını ve böylelikle de gözaltına alınan şahısların keyfi uygulamalara maruz kalma riskinin daha yüksek olduğunu iddia etti. Örneğin, İHD Adana Şube Başkanı İlhan Öngörün erkek kardeşi Mahmut Öngör, Şanlıurfa terörle mücadele biriminde görevli polisler tarafından 12 Kasımda gözaltına alındı. Öngörün ailesi, Öngörün gözaltına alınmasının üç gün boyunca kendilerine bildirilmediğini ve 11 gün süren gözaltının ilk günlerinde Öngörün işkence gördüğünü iddia etti.

Tutuklu Yargılama: 25 Ağustos tarihli bir olağanüstü hâl kararnamesiyle devletin güvenliği, milli savunma, anayasal düzen, devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk suçları ile organize suçlar ve terör kapsamındaki suçlarda azami tutukluluk süresi beş yıldan yedi yıla çıkarıldı. Tutuklu yargılanma süresi, isnat edilen suçlar için öngörülen azami cezayı genellikle geçmedi. Ağır ceza mahkemelerinin kapsamına giren diğer nitelikli suçlarda ise azami tutukluk süresi iki yıl olmakla birlikte, üç defaya mahsus birer yıllık uzatma imkânı ile toplam beş yıla kadar çıkabilir.

Yargı sistemi, seri yargılama imkânı tanımamaktadır; bir davanın duruşmaları arasında çoğu zaman aylar geçtiği görüldü. Muhalif Cumhuriyet gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu, çok sayıda köşe yazarı ve bir karikatüristi de dahil olmak üzere 19 gazetecisi ve çalışanı ilk olarak Ekim 2016da terörle ilgili sebeplerden gözaltına alındı ancak yaygın kanaat, bu göz altıların siyasi gerekçeli olduğuydu. Söz konusu kişilerden birçoğu, sanıklardan beşinin ilk duruşmasının gerçekleştiği 24 Temmuz tarihine kadar tutuklu kaldılar. Altıncı ve yedinci kişilerin duruşmaları ise Eylül ayında gerçekleşti. Diğer tutukluların duruşmaları da Ekim ve Aralık aylarında görüldü. Yıl sonunda gruba yönelik kovuşturma ve dört kişinin tutukluluk hali devam ediyordu.

Tutukluluğun Kanuna Uygunluğuna Dair Mahkemeye İtirazda Bulunma İmkânı:

Tutuklu avukatları, tutuklu yargılanmaya itiraz edebilse de olağanüstü hâl bu imkana kısıtlamalar getirdi. Ülkenin adli sisteminde, sulh ceza mahkemelerinde geçerli olan temyiz sistemiyle, doğrudan üst mahkemeye temyiz etme yerine aynı derecede olan bir diğer mahkemeye başvuruya olanak tanınır. Eşit dereceli mahkemeler tarafından verilen ve birbiriyle çelişen kararlar açısından yetki belirsizliği yaratan bu değişiklik avukatlar tarafından eleştirildi.

İnsan hakları ihlali iddialarıyla açılan davalarda, tutuklular ceza davaları devam ederken şikâyet için Anayasa Mahkemesine doğrudan başvurabilmektedir. Bununla birlikte, Anayasa Mahkemesinde biriken davalar adli süreçleri yavaşlatarak hızlı telafi imkanlarını kısıtladı.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) gözaltı merkezi koşullarının değişiklik gösterdiğini ve çoğu zaman da kısıtlı fiziksel kapasite ve artan yönlendirmeler sebebiyle zorluklar yaşandığını belirtti. Mülteciler konusuna odaklanan insan hakları grupları, gözaltı ve geri gönderme merkezlerinde tutulan göçmenlerin aile üyeleri ve avukatları dâhil olmak üzere dış dünya ile iletişimlerinin yetkililer tarafından engellendiğini ve dolayısıyla bir cezasızlık durumunun ve zorla geri gönderilme ihtimalinin ortaya çıktığını öne sürdü.

Genel Af: Cumhurbaşkanı, Anayasanın 104. maddesine göre kronik hastalık, maluliyet ya da yaşlılık nedeniyle, uygulanan cezanın tümünü ya da bir kısmını affetme yetkisine sahiptir. Bu yetkiye nadiren başvuruldu.

e. Adil ve Açık Yargılanma Hakkının Reddi

Kanunlar, yargının bağımsız olmasını öngörür; ancak yargı, tesire, özellikle de yürütme organının tesirine maruz kalmaya devam etmekle eleştirildi. Nisan ayında düzenlenen bir referandumda seçmenler tarafından az bir farkla kabul edilen anayasa değişiklikleri yargı bağımsızlığını daha da azalttı. Diğer yetkilerin yanı sıra, değişiklikler cumhurbaşkanına ülkenin en üst düzey yargıçlarının yarısını tayin etme yetkisini tanırken, parlamentoya da diğer yarısını tayin etme yetkisi verdi. Durumu eleştirenler, cumhurbaşkanının ve mecliste çoğunluğu elinde bulunduran partinin aynı parti olması halinde, tek bir partinin en yüksek mahkemelerin tüm hâkimlerini atayabileceğini ifade etti. Değişikliklerle birlikte Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) ismi değişti ve kurulun yeniden yapılandırılıp düzenlenmesiyle cumhurbaşkanı ve iktidardaki AKPnin (Adalet ve Kalkınma Partisi) ülke çapındaki tüm mahkemelerin hâkim ve savcı görevlendirmelerini yapan en üst yargı organına yeni üyeler atamasının önü açıldı. Bu durum, Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından 4.000den fazla hâkim ve savcının görevden alınması sonrasında özellikle sorunlu bir hâl yarattığı gerekçesiyle eleştirildi.

Anayasa, hâkimler için bir görev süresi tanımlasa da Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK, eski kısaltmasıyla HSYK) atama, nakil, terfi, ihraç ve kınama gibi yöntemlerle hâkim ve savcıların kariyerini kontrol etmektedir. Hâkim ve savcılara tanınan geniş hareket alanı, tarafsız kalma gerekliliği açısından görülen zorluklar ve hâkimlerin devleti koruma yönündeki eğilimleri, ceza hukukunun tutarsız bir biçimde uygulanmasına neden oldu. Durumu eleştirenler, savcılık ve hâkimlik mesleklerine başvurularında son derece öznel olduğu değerlendirilen süreçlere dair endişelerini dile getirdiler ve bu durumun işe alım sürecinde siyasi uygunluk sınamalarına kapı açtıkları konusunda uyarıda bulundular.

Yargı, Gülen hareketi ile bağlantılı olmakla suçlanan yargı mensuplarının görevden alınması, tutuklanması veya ihraç edilmesi de dahil olmak üzere, yargı bağımsızlığını ciddi biçimde kısıtlayan bir dizi zorlukla karşı karşıya kaldı. Gözlemciler, hükümetin Gülen davaları da dahil olmak üzere bazı davalarda yargı süreçlerine müdahale ettiğini iddia etti. 3 Nisanda HSK, Gülenle bağlantılı olmakla suçlanan 29 gazeteciden 21inin serbest bırakılmasına hükmeden üç hâkimi görevden aldı ve tahliye kararını bozdu. Gözlemciler, bu geri dönüşün, hâkimlerin verdiği karara karşı sosyal medyada yürütülen hükümet yanlısı bir kampanyanın sonrasında yaşandığını kaydetti. Bazı gözlemciler bu durumu, hükümetin beklentileriyle uyuşmayan bağımsız kararlar alan hâkimlere bir uyarısı olarak yorumladılar.

Hükümet ayrıca geniş tanınırlığa sahip bir dizi kişiyi temsil eden bazı avukatları da hedef aldı. 12 Eylülde polis, haklarındaki davalar nedeniyle destek eylemleridüzenlenen ve bu davalara ulusal ve uluslararası medyanın da önemli ölçüde ilgi gösterdiği Nuriye Gülmen ve Semih Özakça adlı açlık grevi yapan iki tutuklu eğitimciyi temsil eden avukatların İstanbul ve Ankaradaki bürolarına baskın düzenledi. Söz konusu baskın ve belgelere el konulması, müvekkillerin, Ankaradaki duruşmalarından iki gün önce gerçekleşti. 15 Eylülde Ankara polisi, ana muhalefet partisi CHPnin lideri Kemal Kılıçdaroğlunun avukatı Celal Çeliki Gülen hareketiyle ilgili bir soruşturma kapsamında gözaltına aldı. Eski bir Yargıtay hâkimi olan Çelik, Gülene karşı açık bir eleştirel tutuma sahipti; gözaltına alınmasının kısmen sebebi kablolu yayın Digiturk aboneliğini iptal etmesiydi. Belli bir tarihten sonra Digiturk aboneliklerinin iptal edilmesi, yayın sağlayıcı şirketin Gülen bağlantılı kanalları ağından çıkarması sonrasında Gülenin destekçilerine aboneliklerini iptal etmesini emrettiği iddiasından hareketle yetkililerin ihraçlar ve tutuklamalar bağlamında temel aldığı kriterlerden biriydi. Çelikin gözaltına alınması, Kılıçdaroğluna yönelik bir baskı ya da korkutma girişimi olduğu gerekçesiyle eleştirildi. 9 Nisanda savcılar, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaşın avukatı Levent Pişkin hakkında terör suçları yöneltilen bir iddianame hazırladı. Aleyhinde sunulan deliller arasında, Pişkinin HDP İstanbul WhatsApp grubuna üye olması da gösterildi. Adli kontrol talebiyle serbest bırakılan Pişkinin davası, yıl sonu itibarıyla devam ediyordu.

Türkiyede soruşturmaya dayalı bir ceza yargılaması sistemi mevcuttur. Ülkede hâkim ve savcıların eğitimi ve atanmasında uygulanan sistem, bu meslek kolları arasında yakın bir bağ kurulmasını sağlamıştır. Hâkimler ve savcılar, Hâkimler ve Savcılar Kurulu tarafından ilk resmi görevlerine atanmadan önce Türkiye Adalet Akademisinde birlikte eğitim görmektedir. Hâkim ve savcılar, görevlerine atanmalarından sonra genelde aynı lojmanlarda kalmakta, aynı ofis alanlarını paylaşmakta, uzun yıllar boyunca aynı mahkemede görev yapmakta, hatta kariyerlerinde karşılıklı olarak pozisyon değiştirebilmektedirler. Avrupa Komisyonu dahil olmak üzere gözlemciler, bu işleyişin ceza davalarında uygunsuz ve adaletsiz bir görünümün ortaya çıkmasına yol açtığını öne sürdü. Yargı erki yetkilileri, hâkim ve savcıların HSK tarafından düzenli olarak farklı yerlere atanması yoluyla sistemin bu sorunları önleyecek şekilde tasarlandığını belirttiler. İnsan hakları dernekleri ve barolar, savunma avukatlarının, muhatapları olan savcılara kıyasla daha az zorlayıcı bir eğitimden geçtiklerini ve asgari uzmanlık seviyelerini kanıtlamak için bir sınavdan geçme zorunluluklarının olmadığını belirtti.

Nisan ayında düzenlenen referandumunda onaylanan anayasa değişiklikleriyle birlikte ülkedeki askeri mahkemeler kaldırıldı; askeri yargı, sadece disiplin davaları için varlığını korudu.

Yargılama Usulleri

Adil yargılanma hakkı anayasal bir teminat olmakla birlikte, barolar ve hak savunuculuğu yapan gruplar, yürütmenin yargı üzerindeki artan müdahalesi ve hükümetin olağanüstü hâl kapsamında atmış olduğu adımların söz konusu hakkı tehlikeye soktuğunu belirtti.

Kanunlara göre masumiyet karinesi tesis edilmekte ve sanıklara duruşmalarında bulunma hakkı tanınmaktadır; ancak bir dizi yüksek profilli davada sanıklar,  duruşmalarda fiziken hazır bulunmak yerine sayısı giderek artan şekildehapishaneden video bağlantısı yoluyla katıldı. Hâkimler, kovuşturma aşamasında avukatların müvekkillerinin dosyalarına erişimini kısıtlayabilir.

Tüm davalarda kararlar tek bir hâkim ya da hâkimlerden oluşan bir heyet tarafından alınır. Sanıkların reşit olmadığı davalar haricindeki bütün davaların duruşmaları genellikle halka açıktı. Hükümet, devlete karşı işlenen suçlar ile ilgili davalar gibi güvenlik meselelerini ilgilendiren duruşma ve davaları halka kapalı şekilde gerçekleştirmeye imkân tanıyan kanun maddesini giderek artan bir şekilde kullandı.

İddianame, dava özeti, hükümler ve diğer mahkeme önergelerini içeren dava dosyalarının, davanın tarafları haricinde kimsenin erişimine açık olmaması, dava süreçleri veya sonuçları hakkında bilgi edinmeyi zorlaştırmaktadır. Siyasi açıdan hassasiyet arz eden bazı davalarda hâkimler, izleyicileri mahkeme salonlarından çıkarttı ve sadece Türk avukatlara erişim izni verdi. Bu durum, yerel ve uluslararası grupların bazı davaları gözlemleme olanağını kısıtladı.

Sanıklar, yargılama sırasında hazır bulunma ve makul bir süre içinde avukatla görüşme hakkına sahiptir. Gözlemciler, özellikle yüksek profilli davalarda, mahkemelerin sanıklara bu haklarını kullanma imkânıvermediklerini kaydetti. Örneğin, 2016 darbe girişiminin ardından olağanüstü hâl kararı ile görevinden alındıktan sonra açlık grevine başlayan akademisyen Nuriye Gülmen, duruşmaların bir kısmında mahkeme salonuna getirilmedi. Benzer şekilde yetkililer, Kürt yanlısı HDPnin tutuklu Eş Başkanı Selahattin Demirtaşı 7 Aralıkta görülecek olan duruşmasına kamu düzenini koruma ihtiyacını öne sürerek getirmediler.

Sanıklar, ceza davalarında avukat yoluyla temsil edilme ve sanığın muhtaç konumda olması durumda ise masrafları devlet tarafından karşılanan bir müdafi edinme hakkına sahiptir. Sanıklar veya vekilleri, iddia makamı tarafından çağrılan tanıklara soru sorma hakkına sahiptir; ancak sorular genellikle hâkimlere sunulmak zorundadır ve onlar da bu soruları avukat adına sorar. Sanıklar veya vekilleri belli sınırlar dâhilinde, lehte tanık ve kanıt sunabilir. Özellikle milli güvenliği ilgilendiren davalar söz konusu olduğunda sıklıkla gizli tanıklara başvuruldu. Sanıklar ifade vermeme, suçu itiraf etmeme ve temyize gitme haklarına sahiptir. İhtiyaç halinde bütün taraflara çevirmen kanunen ücretsiz olarak sağlanır. İnsan hakları grupları, ücretsiz çevirmen hizmetinin her zaman sağlanmadığını, Türkçe bilmeyen bazı maddi durumu yetersiz sanıkların da çevirmene para vermek zorunda kaldıkları için dezavantajlı konuma düştüklerini ifade etti.

Davaların başlaması bazen yıllar sürerken; temyizden karar çıkması ise yıllar alabilmektedir.

Gözlemciler, hükümetin Gülen ile ilgili veya teröre yardım suçu isnat edilen davalarda iddianamelerin ve mahkûmiyetlerin geçerliliği açısından kanıt ortaya koyma konusunda sıklıkla başarısız kaldığını belirterek, yargılama süreçlerine saygı ve delillerin güvenilir nitelikte olmasına bağlılık hakkında endişelerin arttığını vurguladı. Birçok davada, akıllı telefon uygulaması ByLockun kullanımı, isnat edilen terör örgütüne destek veya üyelik suçunun yegâne kanıtı olarak gösterildi. Örneğin, 10 Ağustosta Birgün gazetesinin editörü Burak Ekici ve beraberindeki 34 gazeteci, hükümetin Temmuz 2016 darbe girişiminde bulunmakla suçladığı Gülen hareketine üye oldukları iddiasıyla gözaltına alındı. Gözaltı kararına sebep olarak gösterilen kanıt, hükümetin sadece Gülenciler tarafından kullanıldığını öne sürdüğü şifreli mesajlaşma uygulaması olan ByLock kullanımıydı. Ülke çapında görülen buna benzer birçok vakanın birinde Temmuz ayında ByLock kullanımı gerekçesiyle 70den fazla akademisyen hakkında tutuklama kararı çıkarıldı. 5 Aralıkta İçişleri Bakanlığı, 102.000den fazla bireysel ByLock kullanıcısının tespit edildiğini açıkladı.

Ekim 2016da yetkililer, ABD vatandaşı ve Hıristiyan pastör Andrew Brunsonu silahlı terör örgütüne üyelik, casusluk ve devleti yıkma girişimi gerekçeleriyle tutukladılar. Yaygın bir biçimde siyasi olduğuna inanılan suçlamaların temelini hangi kanıtların oluşturduğu belirsizliğini korudu. Brunsonun tutukluluk hali yıl sonu itibarıyla devam ediyordu.

Siyasi Mahkûm ve Tutuklular

Siyasi mahkûmların sayısı kamuoyuna açık kayıtlarda bulunmamakla birlikte yıl sonu itibarıyla üzerinde tartışılan bir konu olmaya devam etti. Kasım ayında basında yer alan haberlere göre, Adalet Bakanlığı, 62.669 kişinin terörle ilgili suçlardan tutuklu olduğunu bildirdi. PKK, IŞİD ve Gülen hareketi üyesi olduğu iddia edilen kişilere ait kesin rakamlar yıl sonu itibarıyla mevcut değildi. Temmuz ayında Adalet Bakanlığı, Temmuz 2016 darbe girişimiyle bağlantılı olarak 50.510 kişinin tutuklandığını bildirdi. Bazı gözlemciler bu bireylerin çoğunu siyasi tutuklu olarak görürken, bu tutum hükümet tarafından sert bir şekilde reddedildi.

Savcılar, terör ve milli güvenliğe yönelik tehditler konusunda geniş  tanımlama yapmayı tercih etti ve bazı durumlarda gazeteciler, başta Kürt yanlısı HDP mensupları olmak üzere muhalif siyasetçiler ve aktivistlerin de aralarında olduğu geniş bir kesimden bireyler ile hükümeti eleştiren diğer kişiler hakkında geçerliliği sorgulanır nitelikte kanıtlar kullanmak yoluyla davalar açtılar. Yıl sonu itibarıyla, parlamentodaki en büyük ikinci muhalefet partisi HDPnin Eş Başkanı Selahattin Demirtaş da dahil olmak üzere dokuz HDPli milletvekili ve bir CHP milletvekili tutuklu durumdaydı. 14 Haziranda bir mahkeme, CHPli milletvekili Enis Berberoğlunu, bir muhalif gazeteye ülkenin istihbarat teşkilatının Suriyeye silah gönderdiğini öne süren bilgiler sağladığı iddiasıyla casusluktan suçlu buldu ve 25 yıl hapis cezasına çarptırdı. Hükümet ayrıca, başta Kürt nüfusun çoğunlukta olduğu bölgeler olmak üzere, seçimle iş başına gelmiş çok sayıda muhalif yerel siyasetçiyi milli güvenlik gerekçesiyle görevden aldı; bu kişilerden bazıları daha sonra gözaltına alındı veya yargılandı. Başbakanlık, 12 Aralık itibarıyla seçimle göreve gelen toplam 106 belediye başkanının hükümet tarafından görevden alındığını bildirdi. Görevden alınan belediye başkanları arasında 93 Kürt yanlısı Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) veya HDP mensubu belediye başkanı, AKPli dokuz belediye başkanı, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) mensubu üç belediye başkanı ve CHPli bir belediye başkanı vardı. Bu kişilerin çoğunluğu PKK terörünü destekledikleri iddiasıyla görevden alındı, gözaltına alındı veya tutuklandı. Hükümet, 90dan fazla HDPli veya DBPli belediyeye kayyum atadı.

Terörle mücadele yasaları, yetkililer tarafından birçok insan hakları savunucusuna, medya organına, PKK sempatizanı olduğundan şüphelenilenlere, Gülen hareketi üyesi olduğu iddia edilenlere ve diğer kişilere karşı geniş ölçüde kullanıldı. İnsan hakları grupları, tutuklu birçok kişinin terörle somut bağlantısı olmadığını ve tutuklamaların iktidardaki AKPye yönelik siyasi muhalefeti, özellikle de Kürt yanlısı HDP ve kardeş partisi olan DBPyi zayıflatmayı amaçladığını öne sürdü. Yetkililer, terörle mücadele kanunu ve olağanüstü hâl kapsamında artırılan yetkilerini, aralarında medya şirketleri, yardım kuruluşları, ticari işletmeler, PKKyı desteklemekle suçlanan Kürt yanlısı gruplar ve Gülen hareketiyle ilişkisi olduğu iddia edilenlerin de dâhil olduğu ilgilileri tutuklamak ve mal varlıklarına el koymak için kullandı. Hükümet, PKK ya da Gülen ile bağlantılı oldukları iddiasıyla tutuklu olanları siyasi tutuklu olarak addetmedi ve insan hakları veya insani yardım kuruluşları tarafından bu kişilere erişilmesine izin vermedi.

Basın yoluyla edinilen güvenilir haberlere göre, terör suçlamaları ile cezaevine konulan bazı kişiler uzun süreli tecrit, açık alanda egzersiz ve hücre dışı faaliyetlerde ciddi kısıtlama, mesleki işlerle uğraşmanın engellenmesi, kütüphane ve basın kaynaklarına erişim tanınmaması, tıbbi ilginin yavaşlığı ve bazı durumlarda tıbbi tedavi imkanının tanınmamasını da kapsayan çeşitli istismar türlerine maruz kaldı. Basına yansıyan haberlerde, aynı zamanda terörle ilintili suçlardan dolayı cezaevlerinde bulunan kişilerin ziyaretçilerinin de ceza infaz memurlarınca uygulanan, ailelere kısıtlı erişim, çıplak arama ve insanlık onurunu küçük düşürücü muameleleri de kapsayan diğer istismar türleriyle karşılaştığı öne sürüldü.

Hukuk Muhakemeleri Usulü ve Müracaat Yolları

Uygulamada farklılıklar görülse de Anayasada sivil meselelerde bağımsız ve tarafsız bir yargı süreci öngörülmektedir. Vatandaşlar ile kuruluşlar ve şirketler gibi tüzel kişiler, insan hakları ihlalleri dâhil fiziksel veya psikolojik zararın tazmini amacıyla dava açma hakkına sahiptir. Kanun, anayasa ve insan hakları konularında kişilere doğrudan Anayasa Mahkemesine başvuru hakkı tanımaktadır ve bu hak, teoride insan hakları yönünden temyiz talebinde bulunulan mahkeme kararlarının üst mahkeme tarafından daha hızlı ve kolay bir şekilde incelemesine olanak sağlamaktadır. Bu mekanizmaya rağmen, olağanüstü hâl kapsamındaki ihraçlara yapılan itirazların sayıca fazla olması ve yargıdaki tasfiyelerden kaynaklanan yargı kapasitesindeki düşüşün yargılama süreçlerini yavaşlatan bir yığılmaya sebep olduğu yönünde eleştiriler mevcuttu. Tüm iç hukuk yollarını tüketen vatandaşların, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvuruda bulunma hakları vardır.

Kamu görevinden çıkarılan on binlerce kişi, AİHMe başvurdu. Ocak ayında hükümet, haksız şekilde ihraç edilen kamu görevlilerinin başvurularını değerlendirip karara bağlamak amacıyla Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonunu kurdu. Mayıs ayında üyeleri belirlenen komisyon, Temmuz ayında başvuruları kabul etmeye başladı; başvuru sayısı Eylül ayı itibarıyla 102.000e ulaşmıştı. AİHM, Türk vatandaşları tarafından yapılan başvuruları, söz konusu komisyonun uygun bir iç hukuk yolu olduğuna hükmederek Temmuz ayında geri çevirdi. Aralık ayı sonunda komisyon, sınırlı sayıda davayla ilgili olarak ilk kararlarını yayımladı. İtiraz sürecinin; şeffaf olmadığı, yavaş işlediği ve kişilerin aleyhindeki delilleri görmesine imkân tanımadığı veya savunma lehinde delil sunmaya izin verilmemesi gibi nedenlerden ötürü vatandaşların hukuki usullere uygunluk hakkına itibar edilmediği yönünde eleştiriler mevcuttu.

İnsan hakları grupları ve farklı yetkililer tarafından olağanüstü hâl durumuna ilişkin yıl boyunca açıklanan rakamlar değişkenlik gösterdi. İHDye göre, darbe girişiminden itibaren olağanüstü hâl kararnameleri kapsamında 116.000den fazla kamu çalışanı görevden ihraç edildi veya alındı; 4.000den fazla hâkim ve savcı ihraç edildi; 49 özel sağlık tesisi kapatıldı; okullar, özel dershaneler ve yurtlar da dahil olmak üzere 2.300ün üzerinde özel eğitim kurumu ve 15 özel üniversite ile 19 sendika ve ticaret konfederasyonu, 187 medya şirketi ve yaklaşık 1.600 dernek veya vakıf kapatıldı. Olağanüstü hâl kararnameleri kapsamı dışında diğer görevden alma, ihraç veya göreve iade edilme durumları da mevcuttu. Gözlemcilerin tahminlerine göre yaşananlar on binlerce kamu çalışanını etkiledi. Olağanüstü hâl kararnamelerinden etkilenen gerçek ya da tüzel kişilerin İnceleme Komisyonuna başvuru hakkı mevcuttu.

Mülkiyetin Yeniden Tesisi

Güneydoğunun birçok yerinde, vatandaşların,hükümetin PKK ile mücadelesi sırasında hasar gören alanları yeniden inşa etmek üzere gerçekleştirdiği kamulaştırmalara itiraz çabalarını sürdürdü.

Hükümet, Ekim ayı itibarıyla, başta 2015-16 yılları arasında PKK ile yaşanan çatışmalarda Güneydoğuda zarar gören bölgeler dahil olmak üzere, çatışma bölgelerinde yeniden inşa, yeni bina inşaatı ve altyapı için 2,6 milyar lira (690 milyon ABD Doları) harcandığını bildirdi.

Mayıs ayında hükümet, 2015-16 yıllarında güvenlik güçleri ile PKK arasında geniş çaplı şehir çatışmalarının yaşandığı Diyarbakırın tarihi Sur ilçesindeki Alipaşa ve Lalebey mahallelerinde, yeniden inşa çalışmalarını kolaylaştırmak amacıyla mülkleri kamulaştırdı. Hükümet, konut sakinlerine kamulaştırma bedeli ödenen kentsel yenileme programı kapsamında binaları yıkıp yeniden inşa etmeyi öngörürken, konut sakinleri kamulaştırma bedellerinin başka evler bulmak için yetersiz olduğunu öne sürdü. Bazı konut sakinleri, konutlarını boşaltmamak için haftalarca direndi ve bu durum Diyarbakırda polis müdahalesine yol açtı. Uluslararası Af Örgütü, konut sakinlerin zorla yerlerinden edilmesine dikkat çeken bir kampanya başlattı.

Hükümet yetkililerine göre, 2016 darbe girişiminden bu yana hükümet toplam değeri yaklaşık 46 milyar lira (12 milyar ABD Doları) olarak hesaplanan yaklaşık 1.000 işletmeye el koydu. İHD, yılın ilk 11 ayında hükümetin,kapatılan 180den fazla medya şirketinin varlıklarına el koyduğunu bildirdi. Eylül ayında Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu, 21 medya şirketinin varlıklarını satacağını açıkladı.

f. Özel Hayata, Aile Hayatına, Konuta veya Haberleşmeye Keyfi veya Yasadışı Müdahale

Anayasada özel hayatın gizliliği öngörülmüş olmasına ve bireylerin kişisel bilgi ve verilerinin korunması ve düzeltilmesini isteme hakkının bulunduğu belirtilmesine karşın kanunlar MİTe bilgi toplama yetkisi verirken bir yandan da halkın veya gazetecilerin suistimalleri ortaya çıkarma kabiliyetini kısıtlamaktadır. MİT, mahkeme kararına veya onay gerektiren herhangi bir yargısal sürece ihtiyaç duymadan her türlü kişi veya kurumdan veri toplayabilir. Bunun yanında kanun, MİT hakkında veri toplamak, bilgi edinmek veya yaymak da dahil olmak üzere teşkilatın faaliyetlerine müdahalede bulunulması hakkında cezai müeyyideler öngörür. Kanun, MİT ve çalışanlarına herhangi bir kovuşturma karşısında dokunulmazlık sağlar. Ağustos ayında yayımlanan bir olağanüstü hâl kararnamesiyle MİT Cumhurbaşkanlığına devredilerek, cumhurbaşkanının kurum üzerindeki denetim yetkisi artırıldı.

Polis, arama ve el koyma çerçevesinde geniş yetkilere sahiptir. Kolluk amirleri, 24 saat içinde adli izin alınmak şartıyla, arama izni verebilir. Bu tür aramalara maruz kalan bireylerin şikâyette bulunma hakkı vardır, fakat arama gerçekleştikten sonra çıkarılan mahkeme izni suistimali önleme konusunda bir denetim aracı olarak başarısız kaldı.

Güvenlik güçleri, hâkim onayı olmadan 48 saate kadar telefon dinlemesi yapabilir. Başbakanlık Denetleme Kurulu, bu yetkinin kötüye kullanılması ihtimaline karşı yıllık denetimler yapabilir ve hazırladığı raporları Meclis Güvenlik ve İstihbarat Komisyonuna sunabilir. Bu yetkinin ne sıklıkta kullanıldığı hakkında bilgi mevcut değildi. İnsan hakları grupları mahkeme emri olmadan telefon dinlemenin yargı denetiminin etrafından dolaşılmasını sağladığını ve vatandaşların mahremiyet haklarını muhtemel olarak kısıtladığını belirtti. Birçok vatandaş, yetkililerin telefonlarını dinlediklerini ve e-posta veya sosyal medya hesaplarına eriştiklerini ve bu durumun da devam eden olağanüstü hâl koşullarında otosansürün yaygın şekilde görülmesine sebep olduğunu ileri sürdü. İnsan hakları grupları, yetkililerin misilleme yapacağına dair korkunun sebep olduğu otosansürün, işkence veya kötü muamele iddiaları ile ilgili ellerine ulaşan şikâyetlerin görece düşük sayıda olmasıyla kısmen alakalı olduğu değerlendirmesinde bulundu.

Olağanüstü hâl koşullarında hükümet, hakkında arama kararı bulunan şüpheliler üzerinde baskı yaratmak için, bu kişilerin aile fertlerini hedef aldı. Hükümet tarafından alınan tedbirler arasında, görevden alınan veya ihraç edilen kamu görevlilerinin ve resmi makamlardan kaçan kamu çalışanlarının aile fertlerinin pasaportlarının iptal edilmesi de bulunuyordu. Bazı durumlarda hükümet, ülke dışında bulunan ve Gülen ile bağlantılı oldukları gerekçesiyle aranan veya haklarında suç isnat edilen kişilerin reşit olmayan çocuklarının pasaportlarını iptal etti veya bu çocuklara pasaport vermedi.

Kasım 2016da Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, vasilerinin darbe girişimine destek verdiğini devletin tespit etmesi durumunda, hükümetin çocukları ailelerinden alabileceğini belirtti. Örneğin, Kasım ayında basına yansıyan haberlere göre bir mahkeme, Gümüşhane ilindeki bir ailenin evlatlık kızını, evlat edinen babanın Gülen ile bağlantılı olduğu iddiasından hareketle bir yetimhaneye geri gönderdi.

Kişisel Verilerin Korunması Kanununa göre; ırk, etnik köken, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, görünüş, örgüte üyelik, sağlık, cinsel hayat ve cezai mahkûmiyetin yanı sıra güvenlik ile ilgili bilgiler ve biyometrik/genetik bilgileri içeren kişisel veriler kişinin açık onayı olmadan kullanılamaz veya yurtdışına yollanamaz. Kanuna göre kişisel veriler yabancı bir ülkeye sadece alıcı ülkede uygun koruma, uygun korumanın var olduğuna yönelik yazılı teminat ve hükümete bağlı olarak yeni kurulan veri koruma makamının izni ile mümkündür. Bazı hukuk uzmanları, söz konusu kanunun, özellikle hükümete, gizlilik içerenverilerin toplanması ve kullanımına ilişkin esneklik sağlayabilecek bir dizi istisna getirmesi sebebiyle kişisel verileri yeterli ölçüde korumadığını belirtti. Avrupa Komisyonu tarafından Türkiye hakkında hazırlanan 2016 İlerleme Raporunda, Kişisel Verilerin Korunması Kanununun AB standartları ile uyumlu olmadığı belirtildi.

Gülen hareketi ile ilişkili olmakla suçlanan yüzlerce işyerine hükümet tarafından el konulması ve söz edilen işyerlerinin kapatılması, müşteri bilgilerinin gizliliği konusunda belirsiz bir durum oluşturdu.

g. İç Çatışma Kapsamındaki Suistimaller

Güvenlik güçleri ile PKK terör örgütü ve iştirakleri arasındaki çatışmalar 2016 yılına kıyasla düşük bir seviyede seyretmesine rağmen yıl boyunca devam etti. Bu çatışmalar güvenlik güçlerinin, PKK mensubu teröristlerin ve teyide muhtaç sayıda sivilin yaralanmasına veya ölümüne neden oldu. Hükümet, Doğu ve Güneydoğunun çeşitli bölgelerinde PKK ve iştiraklerine yönelik güvenlik operasyonlarını sürdürdü. Yetkili makamlar, belirli kentsel ve kırsal alanlarda değişen sürelerde sokağa çıkma yasakları ilan etti ve PKKya yönelik operasyonlarını kolaylaştırmak için bazı bölgeleri özel güvenlik bölgeleri olarak tesis etti. Bu durum hem ziyaretçilerin hem de bazı durumlarda bölge sakinlerin erişimini kısıtladı. Söz konusu bölgelerin sakinleri, PKKya yönelik güvenlik operasyonlarının başlatılmasından önce evlerini terk etmek için kendilerine bazı durumlarda çok az zaman tanındığını belirtti. Geride kalanlar ise, kapsam ve süre bakımından değişiklik gösteren, kimi zaman hareket imkanlarını kısıtlayan ve yaşam koşullarını zorlaştıran sokağa çıkma yasaklarıyla karşı karşıya kaldılar.

Ölümler: Hükümet ve PKK arasındaki çatışmalar sonucunda ölü ve yaralı sayısına ilişkin tahminler önemli ölçüde farklılık gösterdi ve yıl sonu itibarıyla tartışma konusu olmaya devam etti.

Uluslararası Kriz Grubu tarafından Temmuz ayında yayınlanan bir rapora göre, 2016 yılında PKK ile çatışmalarda en az 653 güvenlik gücü mensubu, 865 PKKlı terörist, 263 sivil ve mensubiyeti tespit edilemeyen 139 genç öldü.

İHD, yılın ilk 11 ayında çatışmalar sebebiyle 183 güvenlik görevlisinin, 52 sivilin ve 460 PKK mensubunun öldüğünü, 282 güvenlik görevlisi ve 28 sivilin ise yaralandığını bildirdi. İHDye göre güvenlik güçlerine ait taşıtların karıştığı kazalarda altısı çocuk 23 kişi hayatını kaybederken, 46 kişi de yaralandı.

İHD, güvenlik kontrol noktaları ve hükümet ile PKK arasındaki çatışmalar dahil olmak üzere, güvenlik görevlilerinin aynı dönemde ülke genelinde keyfi olarak 36 sivilin ölümüne ve 12 kişinin yaralanmasına neden olduğunu ileri sürdü.

Kayıplara ilişkin hükümetin elindeki veriler erişilebilir değildi.

PKKnın uyguladığı taktikler arasında diğerlerinin yanı sıra, konvansiyonel silahlarla düzenlenen saldırılar, bomba yüklü araçlar, el yapımı patlayıcılar (EYP) ve hedef gözeterek işlenen cinayetler bulunmaktaydı. Çoğunlukla PKKya ait olduğu öne sürülen EYPler veya patlamamış mühimmat zaman zaman sivilleri öldürdü veya sakat bıraktı. İHDye göre, yılın ilk 11 ayında genellikle PKKya ait olduğu öne sürülen EYPler bir yetişkin ve beş çocuğun ölümüne sebep oldu, 18i çocuk 25 kişinin de yaralanmasına yol açtı.

İnsan hakları grupları yıl içinde görülen bazı vakalarda hükümetin, güvenlik güçleri ile PKK arasında yaşanan çatışmalarda sivilleri korumak için gerekli adımları atmadığını iddia etti. Aralarında insan kaçırmanın da bulunduğunu PKK saldırıları muharip olmayan sivillerin hayatlarını kaybetmesine sebep oldu. Temmuz ayında yetkililer, PKKnın Haziran ayında kaçırdığı iddia edilen öğretmen Necmettin Yılmazın cesedini buldu. 8 Temmuzda, PKKlı terörist olduğu iddia edilen kişiler Hakkaride dört araca saldırarak dört sivilin ölümüne yol açtı. PKKnın yine Temmuz ayında Şırnakta bir çobanı kaçırarak öldürdüğü bildirildi. 9 Haziran günü Batmanda gerçekleşen bir PKK saldırısında 22 yaşındaki müzik öğretmeni Şenay Aybüke Yalçın hayatını kaybetti.

PKK saldırıları, suikast yoluyla aynı zamanda siyasi kişileri de hedef aldı. 1 Temmuzda PKKya bağlı Kadın Sivil Savunma Birimi, Diyarbakırın bir ilçesi olan Licede AKP ilçe başkan yardımcısı Orhan Mercanı gece saatlerinde kaçırdı ve Diyarbakırdaki evinin yakınlarında silahla vurarak öldürdü. 2 Temmuzda PKKya bağlı Halk Savunma Gücü, Vanın Özalp ilçesinde AKP ilçe başkan yardımcısı olan Aydın Ahiyi gece saatlerinde kaçırdı ve evinin önünde öldürdü. Polis cinayetle bağlantılı olarak 16 kişiyi gözaltına aldı.

İnsan Kaçırmalar: PKK yıl içerisinde hem hükümet yetkililerini hem de sivilleri kaçırdı. Basına yansıyan haberlere göre, PKK iki MİT çalışanı da dahil olmak üzere 20 kişiyi kaçırdığını iddia etti.

Fiziksel İstismar, Cezalandırma ve İşkence:İnsan hakları grupları polisin, hükümete bağlı diğer güvenlik güçlerinin ve PKKnın, Güneydoğuda yaşayan bazı sivillere yönelik istismarda bulunduğunu iddia etti. Haziran ayında üç şüphelinin Vanın Gevaş ilçesinde gözaltındayken polis tarafından dövüldüğü iddia edildi. Söz konusu üç kişinin, polise ait bir binaya düzenlenen bir havan saldırısıyla bağlantılı olduğu iddiası mevcuttu. Şüpheliler daha sonra haklarında herhangi bir suçlama yöneltilmeden serbest bırakıldı, çünkü iddialara göre polis bu kişileri yanlışlıkla tutuklamıştı. Solcu müzik grubu Grup Yorum üyesi Bergül Varan, 30 Mayıs günü İstanbul Kültür Merkezine düzenlenen baskın sırasında 13 kişiyle birlikte polis tarafından gözaltına alındı. Varan, gözaltında tutulduğu sırada saçlarının polis tarafından büyük öbekler halinde köklerinden koparıldığını iddia etti.

Çocuk Askerler:Hükümet, PKKnın çocukları silah altına almak amacıyla devşirdiğini ve kaçırdığını iddia ederken, ülkenin Kürt kesiminden pek çok kişi gençlerin genellikle PKKya gönüllü olarak katıldığını belirtti. Gençlerin PKKya katılımı konusunda güvenilir veriler yıl sonu itibarıyla mevcut değildi.

Çatışmalar Bağlamındaki Diğer İstismarlar:Hükümet ile PKK arasındaki çatışmalardan kaynaklanan geniş çaplı hasar, 2016 yılında yetkilileri, çatışma sonrası yeniden yapılanmayı kolaylaştırmak amacıyla Güneydoğunun bazı bölgelerindeki birtakım mülkleri kamulaştırmaya yöneltti. Yıl sonu itibarıyla, yeniden yapılanma nedeniyle bu yerlerin birçoğuna bölge sakinlerinin erişimi yoktu. Diyarbakırın Sur ilçesinde bulunan Ermeni Ortodoks Kilisesi ve Mar Peytun Keldani Kilisesi restorasyonları sırasında fiilen hükümetin kontrolü altında kaldı. Durumdan etkilenen bazı bölge sakinleri kamulaştırılan arazide kalma ve tazminat talepleriyle mahkemelere başvurdu; bu davaların birçoğu yıl sonu itibarıyla sürüyordu. Bazı davalarda, mahkemeler mağdurlara tazminat ödenmesine karar verdi ancak başvurucular tazminatın yetersiz olduğundan şikâyet etti. Yıl sonu itibarıyla tazminat alanların sayısı hakkında veri mevcut değildi.

Hükümet ve olumsuz güvenlik koşulları, gazeteci ve uluslararası gözlemcilerin etkilenen alanlara erişimini kısıtladı ve bu durum da şehir çatışmalarını izlemeyi ve etkilerini değerlendirmeyi zorlaştırdı.

Hükümet, seçilmiş belediye başkanlarını, çoğu zaman PKKyı destekledikleri iddiasıyla görevden aldı ve yerlerine İçişleri Bakanlığı yoluyla kayyum atadı. Bu uygulama, başta Kürt yanlısı DBP ve HDPnin temsilcileri olan güney ve güneydoğudaki belediye başkanlarını etkiledi. Kasım ayında İHD, Güneydoğudaki kadınların olağanüstü halden orantısız bir şekilde etkilendiğini ve bunun sebebinin de seyahat özgürlüğü ile ilgili kısıtlamaların yanı sıra olağanüstü hâl kararnameleriyle kadın STKlarının kapatılması ve DBPli ve HDPli seçilmiş kadın temsilcilerin tutuklanmasının ve görevden alınmasının yarattığı etkiden kaynaklandığını ifade etti.

Bölüm 2. Sivil Haklara Saygı:

a. İfade ve Basın Özgürlüğü

Anayasa ve yasalar, belli sınırlar dahilinde ifade özgürlüğünü teminat altına almaktadır. Hükümet yıl boyunca basın ve ifade özgürlüklerini kısıtladı. Ceza kanunundaki birden çok madde, örneğin bir suçu veya suçluyu övmeyi, halkı kin ve düşmanlığa teşvik etmeyi veya aşağılamayı yasaklayan, kamu düzenini korumayı öngören ve hakareti suç sayan hükümler suretiyle basın ve ifade özgürlüklerine doğrudan kısıtlama getirmektedir. Kanun, nefret söylemi veya dil, ırk, milliyet, renk, cinsiyet, engellilik, siyasi görüş, felsefi düşünce, din veya mezhep farklılıkları ile ilgili aşağılayıcı eylemler için üç yıla kadar hapis cezası öngörmektedir. İnsan hakları grupları kanunlarda toplumsal cinsiyet kimliği temelinde koruma olmamasını eleştirdi ve kanunun bazen azınlıkları korumaktan ziyade ifade özgürlüğünü kısıtlamak amacıyla kullanıldığını belirtti.

Birçok basın mensubu, önde gelen bağımsız gazeteleri temsil eden gazetecilerin hükümet eliyle kovuşturmaya uğramasının ve hükümetin bir önceki yıl boyunca onlarca gazeteciyi hapse atmasının ifade özgürlüğünü engellediğini ve hükümeti eleştirmenin misillemeye neden olabileceği korkusuyla otosansürün yaygınlaştığını bildirdi.

Aralarında gazeteciler ve reşit olmayan kişilerin de bulunduğu yüzlerce kişi hakkında cumhurbaşkanı veya başbakana ve devlet kurumlarına hakaretten dava açıldı. Örneğin, 22 Martta İstanbulda bir hukuk fakültesi öğrencisi olan Ali Gül, Nisan ayındaki anayasa referandumunda neden Hayır oyu kullanılması gerektiğine ilişkin kısa bir video hazırladıktan sonra tutuklandı ve cumhurbaşkanına hakaret etmekle suçlandı. Gül, iki ay hapiste kaldı. Haziran ayında Adalet Bakanlığı, 2016 yılı boyunca cumhurbaşkanına hakaret suçu kapsamında 3.658 kişinin yargılandığını açıkladı. 2017 yılına ilişkin kapsamlı rakamlar yıl sonu itibarıyla mevcut değildi.

Hapisteki gazetecilerin sayısına ilişkin farklı rakamlar mevcuttu. Gazetecileri Koruma Komitesi, 13 Aralık itibarıyla cezaevinde en az 81 gazetecinin olduğunu ifade etti. Türkiye Gazeteciler Sendikası 6 Aralık itibarıyla 149 gazetecinin cezaevinde olduğunu ifade ederken Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütü, 24 Ekim itibarıyla hapiste 100den fazla gazetecinin olduğunu bildirdi; bir STK olan Bağımsız Gazetecilik Platformu (P24) 28 Kasım itibarıyla, büyük çoğunluğunu PKK veya Gülen hareketiyle bağlantılı olduğu iddia edilenlerin oluşturduğu 153 gazeteci, editör veya medya yöneticisinin hapiste olduğunu bildirdi. Gazeteciler Birliğine göre Mayıs ayı itibarıylatahminen 123 gazeteci ülke dışındaydı ve tutuklanma korkusu nedeniyle ülkeye geri dönmedi. Bir önceki yılda hükümetin darbe girişimine verdiği karşılığın bir parçası olarak PKK ya da Gülen hareketi ile bağlantılı olduğu iddia edilen medya organlarını kapatmasından sonra işten çıkarılan yüzlerce gazeteci iş bulamadı. 20 Temmuzda Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, uygunsuz yayın yaptıkları sebebiyle beş televizyon kanalının lisanslarını iptal etti. Temmuz 2016 tarihinde çıkarılan bir kararnameyle lisansları iptal edilen bir diğer televizyon istasyonu ve 12 radyo istasyonu karara itiraz etmede zorluk yaşadı; bireyler ve kurumlar tarafından yapılan itirazların incelenmesi amacıyla kurulan Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonuna başvuramadı.

İfade Özgürlüğü: Birçok durumda bireyler, kamu veceza dava ya da soruşturma açılma riski olmaksızın devleti ya da hükümeti kamuoyu önünde eleştiremediler. Hükümet bazı dini, siyasi ya da kültürel bakış açılarına sempati duyan bireylerin ifade özgürlüğünü kısıtladı. Hassas konular hakkında ya da hükümete eleştirel bir bakış açısıyla yazan ve görüş bildiren birçok kişi soruşturmadan geçme riskiyle karşı karşıya kaldı.

Temmuz ayında parlamento, Kürdistan kelimesinin veya hassasiyet arz eden diğer terimlerin milletvekilleritarafından meclis genel kurulunda kullanılmasını yasaklamak amacıyla iç tüzüğünü değiştirerek, kuralı çiğneyen kişilere para cezası verilmesinin yolunu açtı. 13 Aralıkta parlamento, HDP Sözcüsü ve Şanlıurfa Milletvekili Osman Baydemiri meclisteki bir oturum sırasında kendisini Kürdistandan gelen bir temsilciolarak nitelendirmesi sebebiyle iki genel kurul toplantısına katılmaktan men etti.

İnsan hakları grupları, yoğunlaşan hükümet baskısı sebebiyle bazı durumlarda kamuya açık raporlarında daha ihtiyatlı hareket ettiklerini bildirdi. 1 Kasımda önde gelen bir hayırsever ve saygın bir sivil toplum lideri olan Osman Kavala tutuklanarak terör ilgili eylemlerde bulunmakla suçlandı.

Gözlemciler, Kavalanın tutuklanmasının siyasi sebeplere dayandığı izlenimine sahipti. 5 Temmuzda polis, İstanbul yakınlarındaki Büyükadada düzenlenen bir atölye çalışması sırasında, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Direktörü İdil Eser ve iki yabancı eğitmen de dahil olmak üzere sekiz önde gelen insan hakları savunucusunu terör gerekçesiyle gözaltına aldı. 6 Haziran günü polis, İzmirde Uluslararası Af Örgütü Türkiyenin kurucusu ve başkanı Taner Kılıçı ve 22 kişiyi Gülen bağlantılı oldukları ve ByLock mobil uygulamasını kullandıkları iddiasıyla gözaltına aldı. Uluslararası Af Örgütü, iddiaları reddetti (bk. Bölüm 5). Durumu eleştirenler, Kılıçın tutuklanmasının Af Örgütünün hükümeti eleştiren raporlarından dolayı hükümette oluşan hoşnutsuzluktan kaynaklandığını öne sürdü. Ekim ayında bir mahkeme, Büyükadada tutuklanan ve Büyükada 10 kısaltmasıyla anılan 10 kişinin tahliye edilerek tutuksuz yargılanmasına karar verdi. Dava, yıl sonu itibarıyla devam ediyordu. Yıl sonu itibarıyla devam eden davalar sebebiyle Kılıç ve Kavalanın tutukluluk hali sürdü.

Basın ve Medya Özgürlüğü:Yazılı basın, özel sektörün mülkiyetinde ve faal durumdaydı. İş hayatını ilgilendiren çeşitli konularda devletle arasında çıkar ilişkileri olan birçok büyük şirket grubu veya holding, medya kuruluşlarında artan oranda bir paya sahipti. Basın faaliyetleri yoluyla elde edilen gelirler söz konusu şirketlerin karlarının sadece küçük bir bölümünü oluşturdu ve bu şirketlerin diğer ticari çıkarları, medyanın bağımsızlığına engel oldu, otosansür ortamını teşvik etti ve kamuoyu önündeki tartışmaların kapsamını daralttı. Çoğunun tirajı düşük olsa da özel gazeteler, aralarında Ermenice, Arapça, İngilizce ve Farsçanın da yer aldığı birçok farklı dilde yayın yapmaya devam etti. Kürtçe dilinde yayın ve yayım yapan neredeyse tüm özel gazeteler, televizyon kanalları ve radyo istasyonları hükümet tarafından çıkarılan kararnameler kapsamında milli güvenlik gerekçesiyle kapalı kalmayı sürdürdü.

Bağımsız gazeteciler hakkında yürütülen kovuşturmalar sebebiyle basın özgürlüğü yıl boyunca sınırlı kaldı. Ülkenin önde gelen bağımsız gazetesi Cumhuriyetin tanınmış 20 gazetecisi, editörü ve çalışanı hakkında Ekim 2016da verilen tutukluluk kararı geçerliliğini korudu. Savcılar, 2014 yılında gazetede yer alan bazı içeriklerin PKK, Gülen hareketi ve solcu Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi dahil olmak üzere çeşitli terör örgütlerine yardım ettiği iddiasıyla sanıklar hakkında yedi buçuk ile 43 yıl arasında değişen hapis cezaları talep etti. 14 Aralık itibarıyla içlerinden bazılarının 400 günden fazla bir süredir tutuklu olduğu dört çalışanın tutukluluk halleri devam ediyordu.

14 Aralık itibarıyla, kapatılmış olan Gülen bağlantılı Zaman gazetesinde çalışan ve 2016 yılında tutuklanantoplam 18 gazeteci ve editörün, terör ve darbe ile ilgili suçlamalar sebebiyle tutukluluk halleri sürüyordu. 8 Aralıkta bir İstanbul mahkemesi, Zaman medya grubunun 19 gazetecisinin tutukluluk hallerinin devamına ve üç reklam ve satış bölümü çalışanının serbest bırakılmasına karar verdi. Serbest bırakılanlar için seyahat yasakları mevcuttu. Gazetecilerin davası yıl sonu itibarıyla devam ediyordu.

Sol eğilimli günlük Sözcü gazetesinin ofislerine 19 Mayıs günü resmi makamlarca baskın düzenlendi.Sözcü gazetesinin sahibi ve üç çalışanı gözaltına alındı, tutuklandı ve Gülen hareketine yardım etmekle suçlandı. Bu kişilerden ikisi daha sonra serbest bırakılırken diğer ikisi tutuklu kaldı; söz konusu dört kişi hakkındaki yargı süreci yıl sonu itibarıyla devam ediyordu.

Başka gazeteciler işlerinden kovulduklarını ya da yaptıkları haberlerin hükümeti eleştirdiği izlenimi ortaya çıkması halinde kendilerinden bunları sansürlemelerinin istendiğini ifade ettiler. Yabancı muhabirlerle çalışan bazı gazeteciler, yabancı gazetecilerle çalışmaktan uzak durmaları ya da bu gazetecilerle çalışmayı bırakmaları doğrultusunda editörleri tarafından baskı gördüklerini bildirdi. Bu baskılar, haberciliğin hükümet yanlısı bir çizgide gitgide tek tipleştiği bir otosansür ortamı yarattı.

Hükümet internet erişimini kısıtladı ve çevrimiçi gazeteler ve dergiler dâhil olmak üzere seçilmiş çevrimiçi içeriği düzenli olarak engelledi (bk. İnternet Özgürlüğü).

Bazı durumlarda hükümet, gazetecileri ülke dışına seyahat etmekten men etti. Ağustos ayında polis, kapatılan Kürt yanlısı Özgür Gündem gazetesinin yayın danışma kurulu eski üyesi ve köşe yazarı Aslı Erdoğanın pasaportuna, çalışmalarından ötürü kendisine verilen bir ödülü kabul etmek üzere Almanyaya yolculuk edeceği sırada el koydu. Kamuoyu baskısı sebebiyle yetkililer Eylül ayında Erdoğana pasaportunu geri verdiler. Ülkeye giriş yapan ve çifte vatandaşlığı olan bazı gazeteciler gözaltına alındı ​​ve sonrasında sınır dışı edildi. Alman Die Welt gazetesinin muhabiri olan Alman ve Türk vatandaşı gazeteci Deniz Yücel, 14 Şubatta gözaltına alındı; terörizmle ilgili suçlamalar sebebiyle tutukluluğu yıl sonu itibarıyla devam ediyordu.

Wall Street Journal muhabiri Ayla Albayrak, hükümet ile PKK arasındaki çatışmalar üzerine yazdığı bir makaleye dayanılarak terör propagandası yapmaktan 10 Ekimde suçlu bulunup, iki yıl bir ay hapis cezasına çarptırıldı. Davanın temyiz süreci yıl sonu itibarıyla devam ediyordu.

Şiddet ve Taciz:Hükümet, siyasi liderler ve destekçileri, gazetecilere gözdağı vermek ve baskı uygulamak amacıyla dava, tehdit ve bazı durumlarda fiziksel saldırı dâhil olmak üzere çeşitli yollara başvurdu. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP üyeleri zaman zaman eleştirel haberlere karşılık olarak gazetecilere ismen sözlü saldırılarda bulundu.

İnsan hakları grupları, terörle ilişkili suç isnadında bulunmanın, hassas meselelerle ilgili, özellikle de PKK terörü ve Gülen hareketi hakkında haber yapan gazetecileri hedef almak için hükümetin yaygın olarak kullandığı bir araç olduğunu kaydetti (ayrıca bk. Ulusal Güvenlik).

Merkez sol görüşlü çevrimiçi haber sitesi Bianete göre Temmuz 2016 ile Temmuz 2017 arasında mahkemeler gazeteciler aleyhinde 301 davaya baktı. Bu davalarda savcılar, 142 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ve beş kez de müebbet hapis cezası talep etti.

Gazeteciler, medya kuruluşlarının, diğer iş menfaatlerini tehlikeye atma korkusundan hareketle bazı kişileri hükümetle aşırı derecede tartışmalı veya muhalif oldukları gerekçesiyle işten çıkardıklarını bildirdi. Örneğin, iddialara göre gazeteci ve televizyon sunucusu İrfan Değirmenci, iktidardaki AKP tarafından teklif edilen anayasa değişikliklerinin oylanacağı Nisan ayındaki anayasa referandumunda Hayır oyu vereceğini sosyal medya üzerinden duyurduktan sonra Doğan Yayın Grubunun sahibi olduğu Kanal Ddeki görevinden alındı.

Kürt yanlısı basın kuruluşlarına bağlı veya eskiden bu yerlerde çalışmış olan gazeteciler önemli ölçüde hükümet baskısı ile karşı karşıya kaldı. Yıl sonu itibarıyla, 2016 yılında Özgür Gündem gazetesinde dayanışma amacıyla ya da nöbetçi editörlük yapan 56 kişiden 38i hakkında terör propagandasıyaptıkları iddiasıyla dava açılmıştı. Özgür Gündemgazetesinde genel yayın yönetmenliğine vekalet eden Nadire Mater 6 Martta 15 ay hapis ve 15 bin lira (3,900 ABD Doları) para cezasına çarptırıldı. Materin cezası ertelendi. Aralarında TİHV Başkanı Şebnem Korur Fincancı ve Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütünün Türkiye Temsilcisi Erol Önderoğlunun da bulunduğu diğer tanınmış nöbetçi genel yayın yönetmenlerinin davaları yıl sonu itibarıyla devam ediyordu.

Resmi makamlar Fransa, Almanya, Yunanistan, Hollanda, Norveç, Rusya, Suriye, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletlerinden birçok gazeteciye basın akreditasyonu sağlamadı ve ülkeye girişlerineizin vermedi. Uluslararası gazeteciler, hükümetin Türkiyede haber yapmalarına müdahale ettiğini bildirdi. 8 Mayısta Fransız fotoğrafçı Mathias Depardon, National Geographic dergisi adına Batmanın güneydoğusundaki Hasankeyf ilçesinde çalıştığı sırada terörle ilgili suçlamalar sebebiyle tutuklandı. Depardon, Fransız makamları tarafından yapılan girişimlerin ardından 9 Haziranda serbest bırakıldı.

Sansür veya İçerik Kısıtlamaları:Hükümet ve siyasi liderler zaman zaman haber kuruluşlarına karşı doğrudan sansür uygulamasına başvurdular. 6 Ocakta yayımlanan bir olağanüstü hâl kararnamesiyle hükümete terör olayları durumunda yayınlara müdahale etme veya durdurma yetkisi tanındı. Bu doğrultuda verilecek bir yönergeye uyulmaması durumunda yayın organının kapatılmasıyla sonuçlanabilecek bir yaptırım getirilmesi mümkündür. Hükümet, terör saldırıları veya diğer hassas meselelerle ilgili yayın yasağı getirdi ancak birçok medya kuruluşu genellikle uygulanmayan bu yasakları dikkate almadı.

Belirli kitaplar veya yayınlar kanunlarca yasaklanmamakla birlikte, yayın evlerinin kitapları ve dergileri yayınlanma sırasında inceleme için savcılara gönderme zorunluluğu bulunmaktaydı.

Türkiye Yayıncılar Birliği (TYB), yayıncıların sıkça otosansür uygulayarak, yargıya taşınabilecek nitelikte tartışmalı içeriğe sahip (hükümet eleştirisi, erotik veya Kürt yanlısı içerik bulunduran) eserleri yayınlamaktan kaçındığını belirtti. TYB, rahatsız edici bir içeriğin düzeltilmesini emreden bir mahkeme kararına riayet edilmediği takdirde yayıncıların yayın yasakları ve ağır para cezalarına maruz kaldığını bildirdi. Yayıncılar ayrıca kitap tanıtımı konusunda da kısıtlamalara maruz kaldılar. TYB tarafından hazırlanan 2016-2017 Yayınlama Özgürlüğü Raporuna göre hükümet, 30 yayınevini kapattı. Savcılar, bazı davalarda Kürtçe dilinde, Kürt yanlısı veya Gülen yanlısı kitaplara sahip olunmasını yasaklı bir örgüte üye olmanın somut bir delili olarak değerlendirdi.

Bazı yazarlar ve yayıncılar, iftira, aşağılama, müstehcenlik, ayrılıkçılık, terörizm, yıkıcılık, köktendincilik ve dini değerlere hakaret gerekçeleri ile adli takibata maruz kaldılar. Resmi makamlar birçok yayın ve yayıncı hakkında bu iddialar kapsamındaki soruşturma veya davaları yıl boyunca devam ettirdi. Ocak ayında bir mahkeme, gazeteci Arzu Demiri,yazdığı Dağlardaki Kadınlar ve Rojavada Devrim adlı iki kitap üzerinden terör örgütü propagandası yapmak ve suç ve suçluyu övmek suçlarından altı yıl hapis cezasına çarptırdı. Benzer şekilde, TYB, Fehim Taştekin tarafından kaleme alınan Rojava: Kürtlerin Zamanı ve Aytekin Gezicinin yazdığı Kürtlerin Tarihiisimli kitapların hükümet tarafından yasaklandığı ve toplatıldığını bildirdi.

Hükümet, 9 Şubatta yayımladığı bir olağanüstü hâlkararnamesiyle, yayıncıların ülkenin önde gelen siyasi partilerine eşit erişim hakkı tanımasını öngören eşitlik ilkesini ihlal eden özel radyo ve televizyonlara Yüksek Seçim Kurulunun para veya yayın durdurma cezası verme yetkisini kaldırdı. Durumu eleştirenler, atılan bu adımın iktidar partisi AKP lehine bir durum yarattığını belirtti.

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, içeriğinin toplumun milli ve manevi değerlerine aykırı olduğunu değerlendirdiği yayıncılar hakkında para cezasına hükmetme uygulamasını sürdürdü.

Hakaret ve İftira Kanunları:Gözlemcilerin aktardıklarına göre, hükümet yetkilileri siyasi muhaliflerin, gazetecilerin ve sıradan vatandaşların eleştirilerini dile getirmelerini engellemek amacıyla hakareti düzenleyen kanunlara başvurdular. Kanunda, cumhurbaşkanına hakaret eden kişiler hakkında dört yıla kadar hapis cezasına hükmedilebileceği öngörülmektedir. Söz konusu suç alenen işlenmişse ceza altıda bir, basın yoluyla işlenmişse üçte bir oranında artırılabilmektedir.

Aralarında çocukların da olduğu kişiler, Türk liderlerine hakaret etmek ve Türklüğü aşağılamak ile suçlandı. Ocak ayında yetkililer, Türk toplumunu eleştiren tartışmalı bir sosyal medya paylaşımından sonra moda tasarımcısı Barbaros Şansalı Kuzey Kıbrıstan Türkiyeye zorla geri getirdiler. Şansal, İstanbulda uçaktan indiği sırada bir kısmının havalimanı personeli olduğu görülen bir grup tarafından darp edildi. Ertesi gün tutuklanan Şansal, Türk milletine hakaret suçundan 6 ayı aşkın hapis cezasına çarptırıldı. 31 Aralık itibarıyla davanın temyiz süreci devam ediyordu. Mayıs ayında, bir televizyon programında bulunduğu sırada modern Türkiyenin kurucusu Mustafa Kemal Atatürke hakaret ettiği sebebiyle tarihçi Süleyman Yeşilyurt hakkında dava açıldı. Yeşilyurt, 1 Haziran günü çıkarıldığı mahkemede pişman olduğunu ifade edip özür diledikten sonra serbest bırakıldı.

Başta Kürt yanlısı HDPli parlamento temsilcileriolmakla birlikte milletvekilleri de önemli sayıda hakaret davasının hedefi oldular.  Yıl sonu itibarıyla dokuz HDP milletvekili, terör ve siyasi ifadeyle ilgili çeşitli suçlamalardan dolayı hapiste bulunuyordu.

Muhalif siyasi partilerin liderleri ve milletvekilleri sürekli olarak birden çok hakaret suçlamasıyla karşı karşıya kaldı; bununla birlikte, ifade özgürlüğü savunucuları kanunların eşit bir şekilde uygulanmadığına ve AKP mensupları ile resmi makamların bu kanunlar doğrultusunda nadiren takibata uğradığına dikkat çekti.

Ulusal GüvenlikTerörle mücadele kanunu ve ceza kanunu, ulusal güvenlik gerekçesine dayanarak ifade özgürlüğünü kısıtlamak için sürekli olarak kullanıldı. Gazetecileri Koruma Komitesi ve Freedom Houseun da aralarında bulunduğu kuruluşlar, PKK veya Gülen hareketini desteklemekle suçlanan gazeteciler, yazarlar, genel yayın yönetmenleri, yayıncılar, çevirmenler, hak savunucuları, avukatlar, seçilmişler ve öğrenciler hakkında kovuşturma başlatmak için yetkili makamların terörle mücadele kanununu ve ceza kanununu kullandığını bildirdi. Aralık ayında İHD Adana şubesi, 2016 ve 2017 yıllarında resmi makamlar tarafından derneğin 92 üyesine karşı yaklaşık 100 ceza davası açıldığını bildirdi. Toplantı ve gösteri kanununa muhalefet, resmi görevliye direnmek, terör propagandası yapmak ve devlete hakaret etmek ile suç ve suçluyu övmek yöneltilen suçlamalar arasındaydı. İHD, davaların avukatları korkutmak ve kuruluşun faaliyetlerini baltalamak amacıyla yapılan bir girişimden kaynakladığını belirtti.

Nisan ayında Şırnaktaki bir mahkeme HDPnin anayasa referandumu kampanyası şarkısını yasakladı vebu karar, Bejin Na (Hayır Deyin) şarkısının kullanımına ilişkin ülke çapında bir yasaklama kararına sebep oldu. Bir hâkim, şarkıda geçen sözlerin Türk devletinin bölünmezliğine yönelik bir meydan okuma olduğu yönünde karar verdi. 2016 darbe girişiminde bulunanlara televizyonda katıldıkları bir tartışma programında şifreli mesajlar gönderdikleri iddiasıyla Eylül 2016dan beri terörle ilgili suçlardan tutuklu olan önde gelen köşe yazarı Ahmet Altan ve kardeşi iktisatçı Mehmet Altanın tutuklulukları yıl sonu itibarıyla devam ediyordu.

Birçok gözlemci, Altan kardeşler hakkında açılan davayı önde gelen muhalif sesleri sindirmeye veya susturmaya yönelik bir çaba olarak değerlendirdi.

Hükümet Dışı Etki: PKK, Güneydoğu bölgesinde ifade özgürlüğü ve diğer anayasal hakları kısıtlayan çeşitli baskılama taktikleri uyguladı. PKK şiddeti karşısında uygulanan sokağa çıkma yasakları sonrasında, bazı gazeteciler, siyasi parti temsilcileri ve Güneydoğu sakinleri, PKK aleyhinde konuşmaları veya güvenlik güçlerini övmeleri halinde baskı, gözdağı ve tehditlerle karşı karşıya kaldıklarını bildirdi. PKK liderlerinden Cemil Bayık, Nisan ayında medyaya verdiği demeçte, seçmenlerin referandumda AKPnin önerdiği anayasa değişikliklerini onaylamaları halinde PKKnın Türk güvenlik güçlerine saldıracağını söyledi. PKKlı teröristler Güneydoğuda bazı AKP ve resmi makamlara yönelik suikastlar düzenlediler veya teşebbüsünde bulundular (bk. Bölüm 1.g.). Vanda AKPli bir il yöneticisi, AKP için çalıştığından dolayı ailesinin PKK tarafından tehdit edildiğini bildirdi.

İnternet Özgürlüğü

Yıl boyunca internet özgürlüğü gerilemeyi sürdürdü. Hükümet, internete erişimi kısıtladı ve belirli çevrimiçi içerikleri düzenli olarak engelledi. Hükümet bulut tabanlı hizmetlere erişimi zaman zaman, birçok sanal özel ağa erişimi de tamamen engelledi. Hükümetin şeffaf olmayan yasal yetkiler kullanarak özel çevrimiçi iletişimi izlediğine dair kanıtlar mevcuttu.

Freedom House tarafından yayınlanan İnternette Özgürlük 2017: Demokrasiye Zarar Vermek İçin Sosyal Medyayı Manipüle Etmek adlı raporda resmi makamların, sanal özel ağların kullanımını kontrol etme yönündeki artan çabalarına ve hükümet yanlısı görüşlerin çevrimiçi ortamda yayılması amacıyla devlet tarafından istihdam edilen “‘algı yöneticisiordularının kullanımına vurgu yapıldı.

Kanun, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürke hakaret; intiharın, çocuklara yönelik cinsel istismarın veya uyuşturucu ve uyarıcı maddelerin kullanımının özendirilmesi; sağlığa zararlı maddelerin temin edilmesi; müstehcen davranışlarda bulunulması veya fuhuş yapılması; kumar oynanmasının sağlanması ve can veya mülke yönelik tehditler dâhil olmak üzere, sitelerin birtakım suçlardan herhangi birini işlediğine dair yeterli şüphe bulunması halinde hükümetin söz konusu web sitesini engellemesine ya da içeriğini kaldırmasına olanak tanımaktadır. Siteler, ulusal güvenliğin ve kamu düzeninin korunması amacıyla da engellenebilir.

Bir devlet aygıtı olan Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK), internet servis sağlayıcılarının (İSS) dört saat içinde belli içeriklerini kaldırmasını veya internet sitelerini engellemesini talep etme yetkisine sahiptir. Düzenleyici kurum, konuyu 24 saat içerisinde bir hâkime taşımak ve hâkim de konuyla ilgili kararını 48 saat içinde vermek zorundadır. Belirtilen zaman çerçevesinde münferit içeriğin kaldırılması teknik açıdan mümkün değilse internet sitesi tamamen engellenebilir. İSS yöneticileri, yargı kararına uymadıkları takdirde altı aydan iki yıla kadar hapis cezasına veya 50.000 ile 500.000 lira (13.500 ile 135.000 ABD Doları) arasında değişen para cezasına çarptırılabilir.

Bir internet sitesinde kişilik haklarının ihlal edildiğini düşünen kişilerin, düzenleyici kurumdan, İSSnin rahatsız edici içeriği kaldırmasına yönelik karar çıkarmasını talep etmesi de kanunda mümkün kılınmaktadır. Bakanlar da internet sitelerinin engellenmesi talimatı verebilmektedir ve düzenleyici makam, 24 saat içinde mahkeme kararının alınması kaydıyla, yasal olarak dört saat içinde bu talimatı yerine getirmek zorundadır.

Olağanüstü hâl, azalan meclis ve yargı denetimiyle birlikte hükümetin internet özgürlüğünü kısıtlama yetkilerini genişletti. Kanunda, resmi makamlarca ulusal güvenliği, kamu düzenini, sağlığını ve ahlakını korumak amacıyla internet kullanıcı kayıtlarına erişebileceği öngörülmektedir. Kanun, aynı zamanda internet sitelerini kaldırma kararlarını uygulamakla sorumlu olan tüm internet sağlayıcılarından oluşan bir İSS birliği tesis etmektedir. BTK, engelleme kararları hakkında içerik sağlayıcıları bilgilendirmek veya engelleme işleminin neden uygulandığını açıklamak zorunda değildir. Twitter ve Facebook gibi içerik sağlayıcıların ülkede faaliyet göstermek için faaliyet belgesi alması gerekmekteydi.

Cumhurbaşkanı dâhil olmak üzere devlet liderleri, interneti takip etmek ve kendilerine hakaret etmekle suçlanan kişilere karşı şikâyette bulunmak amacıyla personel istihdam etti. İnternet özgürlüğü alanında faaliyet gösteren bir STK olan Engelliwebe göre, 1 Ekim itibarıyla 16.089 internet sitesi yıl içinde engellendi. Bu sitelerden 15.035i BTK kararıyla engellenmişken, 722si de mahkeme kararı ile engellenmişti.

İnternet kafeler dâhil olmak üzere internet erişim sağlayıcılarının BTK tarafından onaylanan filtreleme araçları kullanmaları gerekmektedir. Resmi binalar ve üniversite binalarında ilave internet kısıtlamaları uygulanmaktaydı.

29 Nisanda BTK, ulusal güvenlik gerekçesiyle filtreleme yapılmasına izin veren bir yasa doğrultusunda terörle ilgili iki madde nedeniyle Wikipedianın ülkede faaliyet göstermesini yasakladı. BTK ayrıca sakıncalı içeriğin kaldırılmasını ve Wikipedianın ülkede bir ofis açmasını talep etti. Wikipedia, karara karşı yaptığı itirazın 5 Mayısta reddedilmesi üzerine Anayasa Mahkemesine başvurdu. Aralık itibarıyla sanal özel ağlar kullanılmadan Wikipediaya ülke çapında erişim sağlanamıyordu.

Twitter tarafından yayınlanan kurum içi şeffaflık raporuna göre şirket yılın ilk yarısında belli içerikleri kaldırması için resmi makamlardan 2.710 mahkeme emri ve diğer türden yasal talepler aldı. The Daily Dotisimli dijital haber kaynağına göre Twitter 23 Temmuzda ve daha sonra 25 Temmuzda en az 12 gazetecinin ve üç medya kuruluşunun hesaplarını engelledi. Eylül sonu itibarıyla Twitter, hükümetin talebi üzerine ülkede medya ile ilişkili 26 hesabı engelledi.

Temmuz ayında yerel insan hakları savunucularına yönelik olarak düzenlenen bir dijital güvenlik çalıştayı sırasında önde gelen insan hakları aktivistleri ve iki yabancı eğitmen gözaltına alındı. Bu olayın ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan, çalıştayın başarısızlıkla sonuçlanan 2016 darbe girişiminin devamı olduğunu iddia etti.

Akademik Özgürlük ve Kültürel Etkinlikler

Yıl boyunca, hükümet akademik özgürlüğü sınırlamayı, akademik kurumlarda ifade özgürlüğünü kısıtlamayı ve kültürel etkinliklere sansürlemeyi sürdürdü.

Yüzlerce öğretim üyesi daha, yıl boyunca siyasi ifadeleri nedeniyle işlerini kaybetti ya da suçlamalarla karşı karşıya kaldı. İnsan Hakları Ortak Platformu (İHOP), 31 Ağustos itibarıyla, 2016 darbe girişiminden bu yana olağanüstü hâl kararnameleri kapsamında 117 üniversiteden toplam 5.717 akademinin görevden alındığını, 140 akademisyenin ise görevine iade edildiğini bildirdi. Görevlerinler ihraç edilenler, eşleri ve çocuklarının yurtdışına seyahat etmeleri yasaklandı. 29 Nisanda yayımlanan olağanüstü hâl kararnamesinin bir parçası olarak rektörlerin yurtdışına seyahat etmek için Yükseköğretim Kurulu Başkanından izin alma gerekliliği sürdü. Diğer yöneticiler ve bazı öğretim üyelerinin de yurtdışı seyahatlerinde üstlerinden izin almaları gerekiyordu.

Bazı akademisyenler ve etkinlik organizatörleri, yaptıkları çalışmaların izlendiğini ve akademik yönetim veya hükümet tarafından kabul edilebilir olmayan konularda konuşmaları ya da yazmaları halinde işverenlerinin kendilerine sansür uyguladığını ifade etti. Birçok kişi otosansür uyguladıklarını bildirdi. İnsan hakları örgütleri ve öğrenci toplulukları, kanun yoluyla ve Yükseköğretim Kurulu tarafından üniversitelere getirilen ve üniversitelerin istihdam, öğretim ve araştırma politikalarında özerkliğini sınırlandıran kısıtlamaları eleştirdi.

Olağanüstü hâl, kültür ve sanatı da etkiledi. İHD ve belgesel film yapımcıları tarafından Diyarbakırda dokuzuncusu düzenlenecek olan Hangi İnsan Hakları? adlı film festivali Diyarbakır Valiliği tarafından 15 Aralık günü hiçbir sebep belirtilmeden yasaklandı. 27 Temmuzda Tunceli Valiliği, Munzur Kültür ve Doğa Festivalinin düzenlenmesine olağanüstü hâl gerekçesiyle izin vermedi. Mayıs ayında İstanbul Büyükşehir Belediyesi, yayınladığı 1453 İstanbul Kültür ve Sanat adlı kültür ve sanat dergisini, dergide Cumhurbaşkanı Erdoğana açık bir gönderme içeren Erdo-GONE (Erdoğan gitti) yazılı bir fotoğraf basılmasının ardından, kapattı. Belediye, saygısız ve provokatif içerik ile ilgili suç duyurusunda bulundu ve editörlerin, içerikten sorumlu editör koordinatörünün ve baş editörün sözleşmelerini feshetti. Derginin internet sitesi, 16 Mayıs günü yetkili makamlarca engelledi.

b. Barışçıl Toplantı ve Örgütlenme Özgürlüğü

Hükümet, barışçıl toplantı ve örgütlenme özgürlüklerini olağanüstü hâl kapsamında kısıtladı.

Barışçıl Toplantı Özgürlüğü

Toplantı hakkı anayasada yer almasına rağmen, kanunlarda bu hakkın kısıtlanmasına yönelik çeşitli gerekçeler ortaya konulmaktadır. Kanunda, üzerlerinde silah olarak addedilebilecek eşyalar bulunan göstericilere yönelik cezalar öngörülmekte olup, yasa dışı örgütlerle bağlantılı sembollerin (slogan atmak da dâhil olmak üzere) kullanılması yasaklanmış ve gösteri esnasında şahısların yüzünün kapalı olması bir suç unsuru olarak sayılmıştır. Yasa, polislere göstericileri daha sonra tespit edebilmek ve kovuşturma yapılabilmesini sağlamak üzere tazyikli ve boyalı su kullanma yetkisi vermektedir. Yasa, aynı zamanda göstericilerin kendilerine ya da kamu düzenine karşı bir tehdit oluşturduğuna ilişkin makul şüphe olması halinde polislere, savcıdan izin almaksızın koruma amaçlı gözaltı yapma yetkisi tanımaktadır. Olağanüstü hâl, valiliklere, toplantı ve eylemleri yasaklama konusunda daha geniş yetkiler verdi; bu yasaklamalara yıl boyunca geniş ölçüde başvuruldu.

Hükümet, pek çok gösteriyi devlete yönelik bir güvenlik tehdidi olarak değerlendirerek, kalabalıkları kontrol etmek amacıyla sıklıkla aşırı güç kullanan çok sayıda çevik kuvvet polisini görevlendirdi. Hükümet zaman zaman da göstericilerin kamu düzenini bozabilecekleri düşüncesiyle hareket ederek gösteriler yapılmadan önce gözaltına alma yetkisini kullandı.

Nisan ayındaki anayasa referandumu öncesinde yetkililer, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve iktidardaki AKPnin desteklediği anayasa değişikliklerine karşı çıkan Hayır bloğu tarafından düzenlenecek toplantı ve etkinliklere düzenli bir şekilde izin vermedi. Yüksek Seçim Kurulu, muhalif bir figür olan Milliyetçi Hareket Partisi eski Milletvekili Meral Akşenerin Ispartada bir miting düzenlemesine izin vermedi. Mart ayında, İstanbulun Kadıköy ilçesinde 100 kadar kişi Hayırbroşürü dağıtırken, polis bu kişilere göz yaşartıcı gaz ile müdahale ederek bazılarını gözaltına aldı. Bu kişiler, Hayır kampanyasının el ilanlarını dağıttıkları için hedef alındıklarını iddia ettiler. Mart ayında Çanakkalede, Cumhurbaşkanı Erdoğanın şehri ziyareti öncesinde Hayır kampanyasıyla bağlantılı 35 kişiyi gözaltına alındı.

Aynı zamanda hükümet, seçici bir şekilde belirli yer ve tarihlerde düzenlenecek yürüyüş ve toplantıları, özellikle de İstanbuldaki Taksim Meydanı ve Ankarada bulunan Kızılay Meydanına erişimi sınırlandırmak suretiyle kısıtladı, göstericilerin meydanlara ulaşmasını engellemek için meydanlara çıkan yolları barikatlarla kapattı. Hükümet hassas konulara temas eden birçok gösteriyi ise tümden yasakladı.

Güvenlik güçleri protestolara zaman zaman aşırı güç kullanımıyla cevap verdi ve bu durum onlarca kişinin yaralanmasına, gözaltına alınmasına ve tutuklanmasına yol açtı. Hükümet, güvenlik güçlerinin eylemlerini genel itibarıyla destekledi. İnsan Hakları Derneği (İHD), yılın ilk 11 ayında gösteriler sırasında resmi makamlarla yaşanan çatışmalarda yaralanan 1.855 kişiden şikâyet aldığını bildirdi. İnsan hakları alanında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları, devletin güç kullanımını meşru kılan durumları kanunda açık bir şekilde belirtmemesinin protestolar sırasında orantısız güç kullanımına katkıda bulunduğunu belirtti (bk. Bölüm 2.b.).

9 Ocakta polis, teklif edilen anayasa değişikliklerini protesto etmek amacıyla meclis önünde toplanan ve aralarında Ankara Barosu üyeleri, meclisteki muhalefet partilerinin mensupları ve sivil toplum gruplarının üyelerinin de bulunduğu protestoculara göz yaşartıcı gaz, tazyikli su ve plastik mermi ile müdahale etti.

24 Nisanda, Adanada Hz. Muhammedin doğumunu anma törenleri sırasında polis, iktidardaki AKPyi eleştiren muhafazakâr bir dini grup olan Furkan Vakfının 200 üyesine göz yaşartıcı gaz ve plastik mermi ile müdahale etti. Polis 50 kişiyi gözaltına aldı.

1 Mayıs İşçi Bayramında hükümet, İstanbulun ve diğer şehirlerin bazı bölgelerinde miting yapılmasını engelledi. İstanbulda, 1 Mayıs kutlamalarına katılan 207 kişi gözaltına alındı; valilik ise kutlamaların geleneksel yeri olan Taksim Meydanını kapattı.

Yıl içinde düzenlenen birçok farklı Kürt yanlısı gösteride polisin şiddet içeren müdahaleleri ile karşılaşıldı. 17 Mayısta Diyarbakır polisi, olağanüstü hâl kapsamında kamu görevlilerinin işten çıkarılmasınıprotesto eden Kamu İşçileri Sendikası Konfederasyonunun 32 üyesini zorla gözaltına aldı.

Açlık grevi yapan eğitimciler Nuriye Gülmen ve Semih Özakçanın gözaltına alınması ve tutuklanmasına karşı düzenlenen protesto gösterilerinin ardından Mayıs ayında Ankara Valiliği gösterileri, basın toplantılarını ve toplantıları yasakladı. 6 Haziranda Ankara polisi, Gülmen ve Özakçayı desteklemek amacıyla kamuoyuna açıklama yapan ve aralarında birkaç milletvekillin de olduğu bir grubu dağıtmak üzere göz yaşartıcı gaz ve plastik mermi kullandı.

Kasım ayında yerel makamlar, Ankarada ve İstanbulun bazı bölgelerinde film festivalleri ve diğer halka açık etkinlikler de dahil olmak üzere ülkenin çeşitli yerlerinde lezbiyen, gey, biseksüel, transseksüel, interseks (LGBTİ) etkinlikleri süresiz olarak yasakladı.

İHD ve TİHV, Aralık yaptıkları açıklamalarda, yılın ilk 11 ayında polislerin yaklaşık 2 bin kişiyi gözaltına alarak 350 gösteri ve toplantıya müdahale ettiğini bildirdi.

Örgütlenme Özgürlüğü

Örgütlenme özgürlüğü, kanunlarla teminat altına alınmış olmasına rağmen, hükümet yıl boyu bu özgürlüğü giderek artan şekilde kısıtladı. Hükümet, olağanüstü hâl kapsamındaki genişletilmiş yetkilerini kullanarak ulusal güvenliği tehdit ettikleri iddiasıyla dernek ve vakıfları kapattı. Hükümet, yıl boyunca kapatılan sivil toplum kuruluşlarının sayısına ilişkin veri sağlamayı reddetti. İHOPa göre, Temmuz 2016 ile 2017 Ağustos sonu arasında hükümet, milli güvenliğe yönelik tehdit gerekçesiyle dernek veya vakıf statüsünde olan yaklaşık 1,600 sivil toplum kuruluşunu kapattı. Diğer STKlar farklı veri toplama yöntemlerine dayalı olarak farklı rakamlar bildirdiler. Gözlemciler, kapatılma kararlarına itiraz eden kurumlar açısından sürecin şeffaf olmadığını ve etkisiz olduğunu bildirdi (bk. Bölüm 1.e.).

Yasalar çerçevesinde bir toplantı düzenleyen kişilerin, önceden yetkililere haber vermeleri gerekli değildir. Ancak bir derneğin, uluslararası kuruluşlarla ilişki kurmadan veya dışarıdan mali destek almadan önce bildirimde bulunması ve bu tür faaliyetler hakkında ayrıntılı belgeler sunması zorunludur. Dernek temsilcileri, bu yükümlülüğün faaliyetleri üzerinde gereksiz bir külfet oluşturduğunu belirtti. Özellikle insan hakları ve sivil toplum örgütleri ile LGBTİ haklarını savunan gruplar ve kadın örgütleri, üzerlerinde idari bir yük oluşturmak ve onları büyük para cezalarıyla tehdit ederek sindirmek amacıyla hükümetin düzenli ve ayrıntılı denetimleri kullanmasından şikâyet etti. Barolar Birliği temsilcileri, polisin zaman zaman sivil toplum kuruluşlarının toplantılarına katılıp, muhtemelen sonradan sindirme unsuru olarak kullanma amacıyla bu toplantıları kayda aldıklarını bildirdi.

Temmuz ayında Uluslararası Af Örgütünün Türkiye direktörü dahil olmak üzere sekiz önde gelen insan hakları savunucusu ve iki yabancı eğitimci, Cumhurbaşkanı Erdoğanın 2016 başarısız darbe girişiminin devamı olduğunu iddia ettiği dijital güvenlik ve stres yönetimi üzerine bir atölye çalışması sırasında gözaltına aldı. Bu kişilerden birçoğu terör örgütüne yardım etmekle suçlandı. Bu kişilerin tümü Ekim ayında tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı ancak haklarındaki adli süreç yıl sonu itibarıyla devam ediyordu. Mart ayında bir mahkeme, muhafazakâr insan hakları örgütü Mazlumderin başkan ve yönetim kurulunu görevden alarak kuruma bir kayyum atadı. Söz konusu STKnın yeni yönetim kadrosu çoğunluğu Kürt bölgelerinde olmak üzere derneğin 16 temsilciliğini kapattı. Yaşanan bu yetki devrinin sebepleri yıl sonu itibarıyla belirsizliğini korudu. Atılan bu adım, kuruluşun ülkenin güneydoğusundaki insan hakları ihlallerine yönelik eleştirilerine karşı hükümetin susturma girişimi olduğu yönünden eleştirildi.

c. Din Özgürlüğü

ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan Uluslararası Din Hürriyeti Raporuna www.state.gov/religiousfreedomreport/ adresinden ulaşılabilir.

d. Seyahat Özgürlüğü

Ülke içinde ve yurtdışına seyahat özgürlüğü, yurtdışına göç etme ve yeniden ülkeye dönme, Anayasa ile teminat altına alınmış haklardır; ancak hükümet, bu hakları sınırladı. Gülen hareketiyle ya da 2016 yılındaki başarısız darbe girişimiyle bağlantılı olmakla suçlanan on binlerce vatandaşa yurt dışına çıkış yasağı konuldu. PKKya yönelik operasyonlar nedeniyle ve bazı hallerde yerel makamlar tarafından uygulanan sokağa çıkma yasaklarının bir sonucu olarak Güneydoğuda da seyahat özgürlüğü kısıtlandı. Hükümet aynı zamanda Türkiyedeki 3,3 milyon Suriyelinin ve Irak, Afganistan ve diğer ülkelerin vatandaşı olup ülkede bulunan yaklaşık 300.000 kişinin seyahat özgürlüğünü kısıtladı.

Hükümet mültecilere, geri dönüş yapan mültecilere, üçüncü ülkeye yeniden yerleştirilmeyi bekleyen sığınmacılara (bu sığınmacılar şartlı mülteci olarak adlandırılmaktadır), vatansız kişilere ve geçici ve uluslararası koruma altındaki Suriyelilere koruma ve yardım sağlamak amacıyla Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği ve diğer insani yardım kuruluşları ile işbirliği yaptı.

Göçmenlerin, Mültecilerin ve Vatansız Kişilerin İstismarı:Genelkurmay Başkanlığı ve İçişleri Bakanlığı verilerine göre Ocak ve Kasım ayları arasında Suriyeden ülkeye geçiş yapan 361.000 kişiyi yakalandı. Birçok kaynağa göre yetkili makamlar, kimlik belgesi olmayan Irak ve Suriyelilerin ülkeye girişine yıl boyunca müsaade etmedi. Türkiyenin Suriye ve Irak ile olan sınırları, ciddi insani durumlar dışında 2015in sonlarından bu yana tümüyle kapalı kaldı.

Mültecilere ve mülteci benzeri statüdeki kişilere karşı toplumsal şiddet olayları yıl içinde arttı, birçok mülteci işyerinde sömürüyle karşı karşıya kaldı. Çocuk yaşta evlendirilme ve çocuk işçiliği de mülteciler arasında görülen önemli sorunlar arasında yerlerini korudu. İnsan hakları grupları, gözaltı ve geri gönderme merkezlerindeki koşulların, göçmenlerin aile fertleri, tercüman ve avukatlarla olan iletişimini ve bu kişilere erişim hakkını zaman zaman kısıtladığını iddia etti (ayrıca bk. Geri Gönderme).

BMMYK, Yunanistandan geri kabul yoluyla gelen göçmenlerin geçici bir süreliğine sevk edildiği Osmaniyenin Düziçi ilçesinde ve Kayseride bulunan geçici kabul merkezlerine ziyaretler gerçekleştirdi ancak düzenli veya sınırsız erişime sahip değildi. Söz konusu göçmenlerin çoğu durumda hukuki yardım veya tercüme hizmetine erişimi yoktu ve bu durum onları geri gönderilme riskine karşı savunmasız bıraktı.

BMMYK, Türkiyede çoğu İrandan olmak üzere 1.000den fazla LGBTİ sığınmacı ve şartlı mülteci bulunduğunu bildirdi. İnsan hakları gruplarına göre, bu mülteciler LGBTİ toplumun üyeleri olmaları nedeniyle hem resmi makamların hem de yerel halkın ayrımcı ve düşmanca davranışlarına maruz kaldı. Ticari amaçlı cinsel sömürü de LGBTİ mülteci topluluğunda önemli bir sorun olmayı sürdürdü.

Ülke İçinde Seyahat:Anayasaya göre vatandaşların seyahat özgürlüğü yalnızca hâkim kararıyla ve ancak bir ceza soruşturması ya da kovuşturması ile alakalı olarak sınırlanabilir. Olağanüstü hâl, hükümetin yurttaşların ülke içinde serbestçe seyahat etme özgürlüğünü herhangi bir mahkeme kararı olmadan kısıtlamasına imkân tanıdı.

Seyahat serbestisi, PKKnın devam eden faaliyetleri sebebiyle yetkili makamların yolları kapatması ve kontrol noktaları oluşturması, böylelikle de seyahatingeçici bir süreliğine kısıtlanmasıyla Doğu ve Güneydoğuda bir sorun olmayı sürdürdü. Hükümet, sivillerin girişinin kısıtlandığı özel güvenlik bölgeleri oluşturdu ve PKKnın terör saldırılarına veya faaliyetlerine karşı çeşitli illerde sokağa çıkma yasağı ilan etti (bk. Bölüm 1.g.).

Şartlı mülteciler ve geçici koruma altındaki Suriyelilerin de seyahat özgürlüğü kısıtlandı (bk. Mültecilerin Korunması).

Ülke Dışına Seyahat:Gülen hareketiyle ya da başarısız darbe girişimiyle bağlantılı olmakla suçlanan on binlerce vatandaşa yurt dışına çıkış yasağı konuldu. Gülen hareketiyle ya da başka terörist gruplarla doğrudan bağlantılı olmakla suçlananlar ve bu kişilerin geniş aile üyelerine seyahat kısıtlamaları uygulandı. Yetkililer ayrıca, Türk vatandaşlığının yanında başka bir ülkenin de vatandaşı olan bazı kişilerin ülkeden çıkış yapmasını engelledi. Hükümet, söz konusu seyahat kısıtlamalarının olağanüstü hâl koşulları altında gerekli olduğunu ve haklı sebeplere dayandığını belirtti.

Geçici koruma altındaki Suriyeliler, üçüncü bir ülkeye seyahat etmeleri halinde, geçici koruma statüsünü kaybetme riskiyle ve Türkiyeye yeniden girişlerinin yasaklanması ihtimaliyle karşı karşıya kaldı. Hükümet, aile birleşimi, tedavi ya da kalıcı yeniden yerleştirme amacıyla Türkiyeden ayrılan ve başka nedenlerden ötürü münferit bir istisnaya ihtiyaç duyan geçici koruma altındaki Suriyeliler için çıkış izinleri düzenledi ve diğer tüm nedenler için bireysel bir istisna olmasını gerekli kıldı. Hükümet zaman zaman belirli olmayan nedenlerden ötürü geçici koruma altındaki Suriyelilere çıkış izni vermedi.

BMMYK üzerinden yürütülen süreç yoluyla üçüncü bir ülke tarafından yeniden yerleştirilmek üzere kabul edilen Suriyeli olmayan şartlı mültecilerin de ülkeden ayrılmadan önce çıkış izni alması gerekliydi. BMMYKya göre Ekim ayı sonu itibarıyla geçici koruma altındaki 11.487 Suriyeli çıkış izni alırken, Suriyeli olmayan 2.299 şartlı mülteci de üçüncü bir ülkeye yerleştirilmek üzere çıkış izni aldı.

Ülke İçinde Yerinden Edilmiş Kişiler

2015 yılında Güneydoğuda devlet ile PKK arasındaki çatışmanın yeniden başlamasıyla yüzbinlerce kişi yerinden oldu. Bazı durumlarda, güvenlik güçleri ile PKK arasında 1984ten 2000lerin başlarına kadar devam eden çatışmalar nedeniyle ülke içinde yerinden edilmiş kişilerin arasına yenileri katıldı. Yıl içinde şehir çatışmalarının azalması ve hükümetin yeniden yapılandırma çabaları bazı yerinden edilmiş kişilerin evlerine dönebilmesine imkân tanıdı. Konuya ilişkin rakamlar yıl sonu itibarıyla belirsizliğini korudu.

Kanunlar, PKKnın eylemleri de dâhil olmak üzere terör eylemleri ya da terör eylemlerine müdahale eden güvenlik güçleri nedeniyle maddi kayıp yaşayan insanların tazminat almak üzere hükümetin hasar tespit komisyonlarına başvurmasına imkân tanımaktadır. Ekim ayı itibarıyla hükümet, geçmişte yaşanan PKK teröründen dolayı yerlerinden olan 10.000den fazla mağdura 222,4 milyon lira (60 milyon ABD Doları) ödeme yapıldığını açıkladı.

Mültecilerin Korunması

Hükümet yıl içinde ülkedeki üç milyondan fazla mülteciye verilen hizmetleri artırmak için adımlar attı. Türkiye ile AB arasında Mart 2016 tarihinde imzalanan bir anlaşma, düzensiz göçmenlerin Ege Denizi yoluyla Avrupaya girişlerini azaltmaya devam etti. 10 Aralık itibarıyla, Türkiyeden Yunanistana deniz yoluyla toplam 28.205 kişinin gittiği bildirildi. 2016 yılının aynı dönemine göre bu rakam yüzde 85 daha azdı. Ağustos itibarıyla göçmenler, Karadeniz üzerinden Romanyaya uzanan yeni ve daha tehlikeli bir rota kullanmaya başladılar.

Geri Gönderme: Eylül ayı itibarıyla BMMYK; Iraklılar, Afganlar, İranlılar ve Suriyeliler de dahil olmak üzere çeşitli milletlerden insanlara dair 68 olası geri gönderme vakası olduğunu bildirdi. Suriyeliler ve Iraklılar da dahil olmak üzere çok sayıda kişinin sınır dışı edildiğine dair raporlar da mevcuttu. Haziran ve Temmuz aylarında yetkililer bir uluslararası STKnın birçok Suriyeli personelini Sudana sınır dışı etti. Yetkili makamlar, 1951 Sözleşmesindeki mülteci tanımına uyan Avrupalı olmayan tüm sığınmacıların geri gönderilmesine karşı genel itibarıyla koruma sağladılar, ancak teyide muhtaç 68 muhtemel geri göndermenin ve yüzlerce sınır dışı işleminin yaşanmış olabileceği belirtildi.

İlticaya Erişim: İlgili kanun, iltica başvurusu yapanların ülke genelinde standart muamele görmesini temin etmiş ve bir koruma sistemi oluşturmakla birlikte, 1951 BM Mülteci Sözleşmesi ile tanınan hakları yalnızca Avrupadan gelen mültecilere sağlamakta ve şartlı mültecilerin hareketlerine de kısıtlamalar getirmektedir. Avrupa dışından gelen sığınmacılar kanunlara göre mülteci olarak tanınmazken, hükümet Suriyelilere geçici koruma statüsü verdi, aynı zamanda şartlı mülteci/ikincil mülteci statüsünü korudu ve diğer sığınmacılar için de uluslararası koruma sağladı. Hükümet tarafından geçici koruma statüsü tanınan kişilerin (Suriyeliler) ya da şartlı/ikincil mülteci statüsüne sahip olanların (Iraklılar, İranlılar ve Somalililer gibi Avrupalı olmayan diğer tüm mülteciler) geçici süreyle ülkede ikametine izin verildi.

İlgili kanun yabancıların ülkeye girişi, ülkede kalışı, ülkeden ayrılması ve sığınmacıların korunmasıyla ilgili düzenleyici bir çerçeve ortaya koymaktadır. Kanunda iltica talebinde bulunmak için belirlenmiş katı bir zaman zarfı yoktur; yalnızca sığınmacıların başvurularını ülkeye giriş yaptıktan sonra makul bir süre içerisinde yapmaları gerekmektedir. Yasalar ayrıca sığınmacıların, mülteci statüsü başvurusunda bulunmak için geçerli bir kimlik belgesini ibraz etmelerini şart koşmamaktadır.

BMMYK, Eylül ayı itibarıyla  Türkiye ofisine yaklaşık 325.000 kişinin kayıtlı olduğunu ve bu kişilerden 137,077sinin (yüzde 42) Irak vatandaşı, 141,247sinin (yüzde 44) Afganistan vatandaşı, 32,349unun (yüzde 10) İran vatandaşı ve 13,442sinin de (yüzde 4) diğer uyruklardan olduğunu bildirdi. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü (GİGM) rakamlarına göre, 9 Aralık itibarıyla geçici koruma statüsüne kayıtlı 3.381.005 Suriyeli vardı; 8 Ekim itibarıyla, devletin tarafından açılan ve idare edilen kamplarda yaşayan 231.257 Suriyeli ve 6.853 Iraklı bulunuyordu.

BMMYK, geri kabul anlaşması kapsamında Yunanistandan Türkiyeye gelen Suriyeli olmayan kişilerin idari gözetim altında tutulduğu gözetim ve geri gönderme merkezlerine erişiminin kesintili olduğunu ve öngörülebilir koşullarda gerçekleşmediğini belirtti. BMMYK, geri kabul kapsamında Türkiyeye gelen herkesin iltica süreçlerine erişimi olup olmadığının belirsiz olduğunu ve bilgiye, çeviri hizmetlerine ve hukuki yardıma erişim konularının sorunlu olduğunu belirtti.

Seyahat Özgürlüğü: Yetkili makamlar şartlı mültecileri yerel yönetimlerin sorumluluğu altında yerel makamlardan hizmet aldıkları 64 şehirden birine yönlendirip gönderdi. Söz konusu sığınmacıların her hafta ya da iki haftada bir yerel makamlara gidip bildirimde bulunmaları ve BMMYK veya yeniden yerleştirilecekleri ülkenin temsilcileriyle yapılacak toplantılar sebebiyle seyahat de dahil olmak üzere gönderildikleri şehirden başka bir şehre seyahat etmek için yerel makamlardan izin almaları gerekliydi. İçişleri Bakanlığı tarafından yayımlanan bir genelge ile geçici koruma altındaki Suriyelilerin kayıt kartlarında belirtilen şehirler dışında, bir yere izin almadan seyahat etmeleri de engellendi. Bazı iller geçici koruma altındaki Suriyelilerin seyahat izni taleplerini kabul etmedi. Yalnızca kayıtlı oldukları şehirle sınırlı olsa daSuriyeliler, sağlık ve diğer hizmetlere erişebilme ve çalışma izni alabilme hakkına sahip oldu. Suriyeliler ve Suriyeli olmayanlar seyahat izni ve kayıtlı oldukları ili değiştirmek için GİGM vasıtasıyla başvuru yapabiliyordu. Yardıma muhtaç Suriyeliler zaman zaman toplanarak devletin idaresi altında bulunan ülkenin güneyinde bulunan mülteci kamplarına götürüldü. Bu kamplarda yaşayan Suriyelilerin kamplardan dışarı çıkabilmeleri için kamp yetkililerinden izin alması gerekiyordu.

İstihdam: Kanun, çalışmak istedikleri şehirde en az altı aydır kayıtlı olmaları şartıyla hem geçici koruma altındaki Suriyelilere hem de Suriyeli olmayan şartlı mültecilere çalışma hakkı tanımaktadır. Çalışma izni başvurusunu yapmak işverenin sorumluluğundaydı ve yapılması gereken işlemler fazladan bir yük getirdiği ve maliyetli olduğu için görece olarak az sayıda işveren mültecileri yasal olarak istihdam etme yoluna gitti. Sonuç olarak hem şartlı mültecilerin hem de geçici koruma altındaki Suriyelilerin büyük çoğunluğu yasal olarak istihdam edilme seçeneğinin dışında kaldı. Bunun sonucunda ise birçok mülteci maaşların geciktirilmesi ve güvenli olmayan çalışma koşullarına maruz bırakılma gibi sömürü türlerine karşı savunmasız kalmaya devam etti.

Temel Hizmetlere Erişim: Hükümet, geçici koruma altındaki kayıtlı Suriyelilerin kamusal sağlık sistemine ücretsiz erişebilmesini sağladı ve diğer şartlı mültecilere verilen tıbbi bakım hizmetlerine mali destek verdi. Bunun yanında, okul çağındaki Suriyeli çocukların önemli bir kısmının eğitime erişim imkanlarını genişletti.  Pek çok kişi, dil engelini ve ulaşım ya da diğer masraflarını karşılamada zorluklar yaşadı.

6 Kasım itibarıyla Millî Eğitim Bakanlığı, ülkedeki Suriyeli çocukların yüzde 63ünün eğitim aldığını bildirdi; bu rakam, önceki yıllara kıyasla önemli bir artış oldu. Yine 6 Kasımda Millî Eğitim Bakanlığı, 359.090 Suriyeli çocuğun devlet okullarına, 253.513ünün de geçici eğitim merkezlerine kayıtlı olduğunu ve toplamda 612.603 okul çağındaki Suriyeli çocuğun eğitim gördüğünü açıkladı. 2017-2018 eğitim-öğretim yılında, Suriyeli çocukların yüzde 37sinin eğitim sisteminin dışında kaldığı tahmin edilmektedir.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kayanın 8 Haziran tarihli açıklamasına göre, yabancı bir devlet ve AB tarafından finanse edilen ve UNICEF ile ortak yürütülen bir program aracılığıyla 56 binden fazla mülteci çocuğa yaklaşık 3,8 milyon lira (1 milyon ABD Doları) nakdi eğitim yardımı yapıldı.

Yerel yönetimler, yerel STKlarla çalışarak yetki alanlarındaki uydu şehirlere yerleştirilen mültecilerin, diğer sığınmacıların ve ilçede yaşayan Suriyelilerin temel ihtiyaçlarının karşılanmasıyla yükümlüydü. Temel hizmetlerin sağlanması yereldeki yetkililerin kanunu nasıl yorumladığına ve ellerindeki kaynaklara bağlıydı. Valiler, sığınmacılarla ve STKlarla çalışırken önemli derecede takdir yetkisine sahipti ve yereldeki yetkililer tarafından mültecilere ve benzer durumdaki kişilere sağlanan yardımlar arasında büyük bir değişkenlik vardı.

Kalıcı Çözümler: Kanun, geçici koruma altındaki Suriyeliler ya da şartlı mülteciler için kalıcı çözümler sunmamakla birlikte mültecilerin başka bir ülkeye yeniden yerleştirilinceye ya da menşe ülkelerine geri dönebilir duruma gelinceye kadar ülkede kalmasına imkân tanınmaktadır. Hükümet, ayrıca bazı sınırlı sayıda Suriyeli mülteciye vatandaşlık verdi. İçişleri Bakanlığına bağlı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğüne göre, Eylül ayı itibarıyla 2010 ve 2017 yılları arasında yaklaşık 50.000 Suriyeliye vatandaşlık verildi.

Geçici Koruma: Hükümet, kanundaki Avrupa menşeli mülteci kısıtlaması nedeniyle iltica hakkı olmayan Suriyeli mültecilere yönelik olarak geçici korumastatüsü sundu. Yetkililer Suriyeli sığınmacıların ülkedeki geçici statülerini yasal hale getirmek üzere GİGMye kayıt olmasını şart koştu. Kayıt yaptıran Suriyeliler kendilerine verilen kimlik kartıyla ücretsiz sağlık hizmetleri de dâhil olmak üzere valilikler yoluyla sağlanan yardımlardan yararlanabilmekteydi. Kamplarda yaşayan Suriyeliler ise barınma, eğitim ve gıda yardımı da dâhil olmak üzere çok daha fazla yardım aldı.

Türkiyeye pasaportlarıyla resmi olarak giriş yapan Suriyeliler, yetkili makamlara kayıtlarını yaptırdıktan sonra bir yıllık oturum izni alabilmektedir. Hükümet, 2016 yılında 48.738 Suriyeliye oturum izni verildiğini bildirdi. 2017 yılına ilişkin rakamlar 31 Aralık itibarıyla mevcut değildi.

Vatansız Kişiler

Hükümet, 2016 yılında 117 kişiyi vatansız olarak tanımladı. 2017 yılına ilişkin rakamlar 31 Aralık itibarıyla mevcut değildi. Her ne kadar şartlı mülteci ve geçici koruma altındaki Suriyelilerin Türkiyede doğan bebekleri için kayıt belgesi düzenleniyor olsa da ne Türk vatandaşlığına girebilen ne de anne-babalarının menşe ülkelerinden gerekli belgeleri temin edilebilen bu çocuklar için vatansızlık giderek büyüyen bir endişe kaynağı olmayı sürdürdü. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına göre, Suriyede çatışmaların başladığı 2011 yılından itibaren 2017 yılının Eylül ayına kadar Suriyeli anneler Türkiyede 225.000 bebek dünyaya getirdi.

Haziran ayında hükümet, HDPli iki eski milletvekili de dahil olmak üzere yurtdışında yaşayan 130 kişinin (çoğunlukla 2016 darbe girişimi ile ilgili olarak) ülkede işlendiği iddia edilen suçlardan dolayı haklarındadevam eden adli süreçlere katılmak üzere ülkeye üç ay içinde geri dönmedikleri takdirde vatandaşlıktan çıkarılacağını duyurdu. Yıl sonu itibarıyla hükümetin bu kişilerden herhangi birini vatandaşlıktan çıkartıp çıkartmadığı belirsizdi.

Bölüm 3. Siyasi Sürece Katılım Özgürlüğü

Anayasa ve kanunlar vatandaşlara gizli oylama yönteminin kullanıldığı genel ve eşit oy hakkına dayanan serbest ve adil seçimlerle hükümetlerini değiştirme imkânı vermektedir. Hükümet, bazı muhalif siyasi partilerin ve liderlerin faaliyetlerini kısıtladı ve polis muhalif parti yetkililerini ve destekçilerini gözaltında aldı. Parlamentonun 2016 yılında dokunulmazlıklarını kaldırması üzerine yaklaşık 150 milletvekili olası kovuşturma riskiyle karşı karşıya kaldı. Hükümet ayrıca, demokratik yollarla seçilen yetkililerin makamlarına, bu kişiler terörist gruplarla bağlantılı olmakla suçlandığında, kayyım atadı. Bu taktikler ağırlıklı olarak Kürt yanlısı HDP ve kardeş partisi DBPli siyasetçilere yönelik olarak kullanıldı.

Seçimler ve Siyasi Katılım

Son Dönemde Yapılan Seçimler:En son milletvekili genel seçimleri 2015 yılında yapıldı. AGİT resmi seçim gözlem heyeti, nihai raporunda, diğer sorunların yanında basın faaliyetleri üzerindeki sınırlamalar ve adayların serbestçe kampanya yürütebilme kabiliyetlerini kısıtlayan bir ortama dair kaygılarını dile getirdi.

En son cumhurbaşkanlığı seçimleri 2014 yılında düzenlendi. AGİT tarafından görevlendirilen resmi heyet, adayların genel olarak serbestçe kampanya yürütebildiği sonucuna varmakla birlikte dönemin başbakanı Erdoğana yarar sağlayacak şekilde eşit olmayan bir kampanya ortamının (ör. devlet imkanlarının uygunsuz biçimde kullanılması) bulunduğu kaydetti.

Nisan ayında düzenlenen anayasa referandumunda seçmenler, aynı anda yapılacak olan ve 2019da gerçekleşmesi öngörülen parlamento ve başkanlık seçimleri sonrasında ülkeyi zamanla parlamenter bir sistemden başkanlık sistemine geçirmeyi hedefleyen anayasal değişikliklerini az bir farkla onayladılar. AGİT tarafından görevlendirilen uluslararası gözlemciler olağanüstü hâl koşullarında yürütülen kampanya ve yine aynı koşullarda düzenlenen referandumun, orantısız bir şekilde iktidar partisi ve Evet tarafına yarar sağlayacak şekilde eşit olmayan bir ortamdagerçekleştiği sonucuna vardı. AGİT gözlemcileri, nihai raporlarında, Evet tarafının basın ve yayın organlarına orantısız bir erişimi olduğunu, “‘Hayır destekçilerinin birçok defa kampanya faaliyetlerinin yasaklanmasıile karşılaştıklarını, kamu yetkililerinin kampanyada kamu kaynaklarını kötüye kullanması da dahil olmak üzere çok sayıda yerel yetkilinin yanı sıra Cumhurbaşkanının da “‘Evet kampanyasına aktif bir şekilde katılması neticesinde kampanyanın dengesizleştiğini kaydetti. Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi, referandumun Avrupa Konseyi standartlarına uymadığını belirtti.

Siyasi Partiler ve Siyasi Katılım:Referandum kampanyası sırasında, hem Evet hem de Hayırkamplarındakilerin karşıt gruptaki kişiler tarafından saldırıya uğradığı yönünde çok sayıda aktivist raporu mevcuttu. Cumhurbaşkanı, başbakan ve diğer üst düzey yetkililer halka hitap ettikleri birçok konuşmalarında referanduma karşı çıkanları darbe girişiminin düzenleyicileri ve terörist gruplarla ilişkilendirdi.

Kadın ve Azınlıkların Katılımı:Hiçbir yasa, siyasal sürece kadınların veya azınlıkların katılımını sınırlandırmamaktadır, ancak HDP ve DBPyi temsil eden Kürt siyasetçiler diğer siyasetçilere kıyasla orantısız bir şekilde hükümet baskısı altında kalmaya devam etti. Siyaset ve yargıda yer alan kadınların sayısı yine azdı. Yıl sonu itibarıyla 550 üyeli parlamentoda 76 kadın vardı. Başbakan Binali Yıldırımın kabinesinde iki kadın bakan mevcuttu. İçişleri Bakanlığı, Temmuz ayı itibarıyla Muğla ve Yalova illerinde olmak üzere iki kadın valinin görev yaptığını bildirdi.

Bölüm 4. Yolsuzluk ve Hükümette Şeffaflık Eksikliği

Kanunlara göre kamu görevlilerinin yolsuzluk yapması halinde cezai yaptırımlar öngörülmektedir; ancak hükümet, kanunları etkili bir şekilde uygulamadı ve bazı kamu görevlileri herhangi bir ceza görmeden yolsuzluk içeren uygulamaların içerisinde yer aldı. Yolsuzlukla suçlanan görevlilerin soruşturulması, mahkemeye çıkarılması ve hüküm giymesine ilişkin kurulu herhangi bir düzen ya da mekanizma mevcut değildi ve yolsuzluk davalarına bakan mahkemelerin tarafsızlığıyla ilgili de bazı endişeler söz konusuydu.

Yolsuzluk:Devlet görevlileri hakkında yolsuzluk soruşturması veya dava süreçleri başlatan kolluk görevlileri, hâkimler ve savcılar, bu eylemleri Gülen hareketinin talimatıyla yaptıkları iddiasıyla yıl içinde adli takibata uğradı. Yolsuzluk iddialarını yayınlamakla suçlanan gazeteciler de haklarında cezai suçlamalarla karşılaşmaya devam ettiler. Üst düzey hiçbir devlet görevlisi hakkında yolsuzluk iddialarıyla ilgili soruşturma yapılmadı.

Uluslararası Şeffaflık Örgütünün yayınladığı 2016Yolsuzluk Algı Endeksinde Türkiye toplam 100 puan üzerinden 42 puandan 41 puana geriledi ve bu durum, genel olarak kamu kurumları ve çalışanları arasında yolsuzluğun yaygın olduğu ve giderek kötüleştiği yönünde kamuoyunda bir algı olduğuna işaret etti.

Mal Beyanı:Kanunlara göre, belli üst düzey kamu görevlilerinin, sahip oldukları mal varlığını gayrimenkuller de dahil olmak üzere eksiksiz bir şekilde her beş yılda bir beyan etmeleri gerekmektedir. Kamu görevlileri bu gerekliliğe genel olarak riayet etti. Yolsuzlukları Araştırma Komisyonunun danışanı olduğu Başbakanlık Teftiş Kurulu, büyük yolsuzluk dosyalarını araştırmakla yükümlüdür. Hemen her devlet kurumunun, iç yolsuzlukların soruşturulmasından sorumlu olan ve kendine ait müfettiş kadrosu vardır. Meclis, kabinede yer alan bakanlar veya Başbakanla ilgili yolsuzluk iddialarını araştırmak üzere araştırma komisyonları kurabilir. Bu mekanizma yıl içinde kullanılmadı. Yolsuzlukla ilgili dosyalar daha ayrıntılı bir şekilde incelenmek üzere mecliste alınacak çoğunluk oyuyla mahkemelere devredilebilir. Yolsuzlukla ilgili denetimin sağlanmasında sivil toplum ile hükümet veya meclis arasındaki eşgüdümün mahiyeti yıl sonu itibarıyla belirsizdi.

Bölüm 5. İnsan Hakları İhlallerine Yönelik İddialarının Uluslararası Alanda ve Resmî Kurumlar Dışında Soruşturulmasına Karşı Hükümetin Tavrı

Yerel ve uluslararası insan hakları grupları ülke çapında faaliyetlerini sürdürdü, ancak bunlardan birçoğu yıl içinde giderek artan bir hükümet baskısıyla karşılaştı. Bu gruplardan bazıları, İçişleri Bakanlığı nezdinde tüzel kişi olarak kayıt yaptırmakta zorluklar yaşadı. Bazıları ise, özellikle Güneydoğuda yürüttükleri faaliyetleriyle ilgili olarak devletin engellemeleriyle ve kısıtlayıcı kanunlarla karşı karşıya kaldılar. İnsan hakları grupları, hükümetin zaman zaman toplantı taleplerine cevap vermediğini ve politika belirlerken sundukları görüşleri dikkate almadığını bildirdi. İnsan hakları ihlallerinin belgelendirilmesi için çalışan insan hakları örgütleri ve gözlemciler, avukatlar ve doktorlar bazen gözaltı, kovuşturma, gözdağı verme, taciz ve kapatma kararlarıyla karşı karşıya kaldılar. İnsan hakları kuruluşları, resmi insan hakları mekanizmalarının tutarlı bir şekilde işlemediğini ve ciddi ihlalleri önleyemediğini bildirdiler.

İnsan hakları grupları, hükümet baskısının yoğunlaştığını bildirdi. 6 Haziran günü polis, İzmirde Uluslararası Af Örgütü Türkiyenin kurucusu ve başkanı Taner Kılıçı ve 22 kişiyi Gülen hareketine bağlı oldukları iddiasıyla gözaltına aldı. 5 Temmuzda polis, İstanbul yakınlarındaki Büyükadada düzenlenen bir atölye çalışması sırasında, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Direktörü İdil Eser ve iki yabancı eğitmen de dahil olmak üzere sekiz önde gelen insan hakları savunucusunu terör gerekçesiyle gözaltına aldı. Durumu eleştirenler, söz konusu iki olayın da hükümetin, insan hakları sicilini eleştiren grupları susturmaya yönelik girişimi olduğunu ifade etti. Yıl sonu itibarıyla Kılıçın tutukluluğu devam ederken diğerleri tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştı.

2016 yılında Cizrede ordu tarafından işlendiği iddia edilen insan hakları ihlalleriyle ilgili Mart ayında ortak bir raporun yayınlanmasının ardından hükümet, raporu kaleme alan İHD, TİHV, Diyarbakır Barosu, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası ve Gündem Çocuk Derneği hakkında devlete hakaret ettikleri iddiasıyla soruşturma başlattı. Soruşturma, hükümetin eylem ve politikalarını eleştirenlere yönelik bir misilleme hareketi olduğu gerekçesiyle eleştirildi. Soruşturma yılın sonu itibarıyla devam ediyordu.

24 Nisanda bir Gaziantep mahkemesi, TİHV Cizre temsilcisi ve doktor Serdar Kuniyi terör örgütlerine yardım ve yataklık etme suçundan mahkûm etti. Kuni, terör örgütü üyeliği suçlamasından beraat etti. Dört yıl iki ay hapis cezasına çarptırılan Kuni, bölge yüksek mahkemesine yapılacak itiraz sürecinde serbest bırakıldı. Ekim ayında Kuni tekrar tutuklandı ve hakkında terör örgütü üyesi olduğu iddia edilen kişileri tedavi ettiği ve bir önceki mahkemenin bulgularının aksine PKK mensubu olduğu iddiasıyla dava açıldı.

15 Martta polis, İHD Diyarbakır İl Başkanı ve İHD Genel Başkan Yardımcısı Raci Biliciyi terörle ilgili suçlamalardan dolayı tutukladı. Mahkeme 21 Martta Bilicinin serbest bırakılmasına hükmetti. Dava, yıl sonu itibarıyla sürüyordu.

3 Ekimde BM İnsan Hakları Konseyi, Nisan ayında Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesindeki araştırma görevliliğinden olağanüstü hâl kararnamesi kapsamında ihraç edilen akademisyen ve insan hakları savunucusu Osman İşçiye karşı resmi makamlarca misillemede bulunulduğu iddialarıyla ilgili endişelerini hükümet nezdinde dile getirdiğini bildirdi. BM İnsan Hakları Konseyi ve İşçi, görevden ihraç kararının, Kasım 2016da ülkeye resmi bir ziyaret gerçekleştiren fikir ve ifade özgürlüğü hakkının desteklenmesi ve korunması alanında çalışan özel raportörle iş birliği yapmasıyla ve hükümetin Güneydoğudaki güvenlik politikalarını eleştiren akademisyenler tarafından kaleme alınan bir dilekçeyi Ocak 2016da imzalamasıyla bağlantılı olduğunu iddia etti.

Türkiyede bulunan ve Suriye ile ilgili programlar kapsamında faaliyet yürüten uluslararası ve Suriyeli STKlar, resmi kayıtlarını yenilemekte, program onayı ve çalışanlarına ikamet izni almakta zorlandıklarını ifade etti. Bu kuruluşlardan bir kısmı, gerekli belgelerin ne olduğu konusunda belirsizlik olduğunu belirtti. Mart ayında hükümet, çeşitli yasa ve yönetmelikleri ihlal ettiği iddiasıyla insani yardım kuruluşu Mercy Corpsun kaydını iptal etti. Hükümet; Save the Children, Katolik Yardım Hizmetleri, Norveç Mülteci Konseyi ve diğer uluslararası STKların kayıtlarını yenilemedi. Örgütler, kendilerine ve çalışanlarına yönelik bu adımların Suriyenin politik açıdan hassasiyet yaratan bölgelerindeki çalışmaları nedeniyle siyasi sebeplerden dolayı atıldığı iddia etti.

Birleşmiş Milletler veya Diğer Uluslararası Kuruluşlar:Hükümet ile BMMYK arasında ev sahibi ülke anlaşması mevcuttur ve hükümet diğer BM kurumları ve Avrupa Konseyi de dahil olmak üzere diğer uluslararası organlarla iş birliğini sürdürmektedir.

Resmi İnsan Hakları Kurumları:Hükümet insan hakları izleme organı olan Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumuna (TİHEK) yıl boyunca atamalar gerçekleştirdi. 16 Mart’ta TİHEK’e 11 yönetim kurulu üyesi atandı. Basında yer alan haberlere göre, 2 Kasım’da Başbakan Yardımcısı Recep Akdağ, kurumun yıl içinde insan hakları ihlalleri iddiaları karşısında yardım talebi içeren 360 başvuru aldığını söyledi. Kurum etkisiz olmakla eleştirildi.

Kamu Denetçiliği Kurumu, Meclise bağlı olmakla birlikte, vatandaşların hükümetin uygulamaları ve eylemleri, özellikle de insan haklarına ilişkin sorunlar ve kişisel meselelerle ilgili soruşturma yapılmasını talep edebildiği bağımsız bir şikâyet mekanizması olarak faaliyet gösterdi, ancak olağanüstü hâlkapsamındaki ihraçlar kurumun yetki alanında değildi. Çevrimiçi verilere göre kuruma 2016 yılında 5,519 başvuru yapıldı; bunların çoğunluğu kamu personelinin sorunlarıyla ilgiliydi. Aralık itibarıyla, yıl içinde yaklaşık 160 dosya çözüme kavuşturulmuştu.

Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Dairesi, bakanlığın Mağdur Hakları Bölümü ile eşgüdüm yürüterek, insan hakları konularında bakanlığın öncü birimi görevini üstlendi.

Meclis İnsan Hakları Komisyonu (İHK) ulusal izleme mekanizması işlevi gördü. Komisyon üyeleri, insan hakları STKlarıyla diyaloğu sürdürdüler, ancak hak savunucuları komisyonun, hükümet eylemleri üzerindeki etkisinin sınırlı olduğunu öne sürdüler.

Bölüm 6. Ayrımcılık, Toplumsal İstismar ve İnsan Ticareti

Kadınlar

Tecavüz ve Hane İçi Şiddet: Tecavüz ve eş tecavüzü dâhil olmak üzere cinsel saldırı kanunlarla yasaklanmış olup ihlallere, teşebbüste faile iki ila 10 yıla kadar, tecavüz ya da fiili cinsel şiddet suçlarında ise en az 12 yıl hapis cezası verilmesi öngörülmektedir. Bazı durumlarda, hükümet bu yasaları etkili bir şekilde veya tam olarak uygulamadı veya mağdurları korumadı. Yasalar, kadınlara karşı şiddeti yasaklamaktadır ancak insan hakları kuruluşları, hükümetin, bu yasaları etkili bir şekilde uygulamadığını iddia ettiler.

Kanun, tüm kadınları kapsamakta olup, polis ve yerel makamların şiddet mağdurlarına veya şiddet görme riski altında olanlara çeşitli düzeylerde koruma ve destek hizmetleri sağlamasını öngörmektedir. Kanun, ayrıca devlet tarafından mağdurlara barınma ve geçici maddi destek gibi hizmetlerin verilmesini zorunlu kılmakta ve aile mahkemelerini şiddet uygulayanlara karşı yaptırımlara gidilmesi amacıyla yetkilendirmektedir. Basında yer alan haberlere göre, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, 11 Eylül itibarıyla 300 kadının istismardan kaçmak için kimliklerini yasal olarak değiştirdiğini bildirdi.

Kanunda ekonomik, psikolojik, hukuki ve sosyal yardım sağlanması amacıyla şiddet önleme ve izleme merkezlerinin kurulması öngörülmektedir. Kadın STKları, yardım almak için giderek artan sayıda başvuran kadınların ihtiyaçlarını karşılamak için yeterli sayıda sığınma evi bulunmadığını ve sığınma evi çalışanlarının yeterli bakım ve hizmeti sunmadığını iddia etti.

Hükümetin ülkenin her yerinden aranabilen bir hane içi şiddet yardım hattı bulunmaktaydı. STKlar bu hattı arayanlara verilen hizmet kalitesinin hane içi şiddet mağdurları açısından yetersiz olduğunu iddia etti. Eşler tarafından gerçekleştirilen istismarlar dâhil olmak üzere kadına karşı şiddet hem kırsal hem de kentsel alanlarda ciddi ve yaygın bir sorun olmayı sürdürdü. Eş tecavüzü ceza gerektiren bir suçtur ve kanunlar saldırı, alıkoyma ya da tehdit gibi suçların da cezalandırılmasını öngörmektedir. Bu tedbirlere rağmen, kadın cinayetleri ve kadına yönelik diğer şiddet türlerinin görüldüğü vakalarının sayısı yüksek olmaya devam etti.

Mahkemeler, mağdurları korumak için düzenli olarak uzaklaştırma kararları verdi; ancak insan hakları örgütleri, polisin bu kararları nadiren etkili bir şekilde uyguladığını belirtti. Bir kadın hakları derneği, hükümetin 2016daki başarısız darbeye verdiği karşılığın bir sonucu olarak ortaya çıkan kapasite düşüşünden dolayı bazı yetkililerin çok meşgul hale geldiğini ve bu yüzden kadına yönelik şiddet şikâyetlerini değerlendiremediklerini öne sürdü. Kadın dernekleri ayrıca hükümetin sağladığı danışmanların zaman zaman kadınları ailelerini dağıtmak yerine kendilerini riske atarak istismar edildikleri evlilikleri sürdürmeye teşvik ettiğine dair iddialarda bulundu.

Mahkemeler, duruşma esnasında sergilenen iyi halden ötürü veya kadınların kendilerini tahrik etmeleri gibi hafifletici nedenlerle, kadına yönelik şiddetten hüküm giyen bazı erkeklere ceza indirimi uygulamayı sürdürdü ve bazı davalarda failin mağdurla evlenmesi halinde tecavüz suçlamalarını düşürdü. Örneğin, Ağustos ayında bir mahkeme, Kadri Tekine 2011 yılında karısını öldürme suçundan verilen ömür boyu hapis cezasını iyi hal nedeniyle 15 yıl hapis cezasına çevirdi.

Zararlı Diğer Geleneksel Uygulamalar: Kadınların, sözde namus cinayetleri adı altında öldürülmesi bir sorun olmaya devam etti. İnsan hakları aktivistleri ve akademisyenler, uygulamanın ülke genelinde devam ettiğini ileri sürdü.

Namus cinayetlerinden hüküm giyenler müebbet hapis cezasına çarptırılabilir ancak STKlar hükmolunan esas cezaların sıklıkla hafifletici nedenlerle düşürüldüğünün altını çizdi. Kanunlar, hâkimlerin cezaları belirlerken mağdurun uygunsuz davranışları nedeniyle failde oluşan öfke veya şehveti dikkate almalarına imkântanımaktadır.

Cinsel Taciz:Kanunda cinsel taciz suçu karşısında beş yıla kadar hapis cezası öngörülmektedir. Mağdur çocuk ise tavsiye edilen ceza süresi daha uzundur. Kadın hakları aktivistleri, resmi makamların söz konusu kanunları nadiren uyguladığını belirtti.

Yıl boyunca, toplu taşıma araçları dahil olmak üzere kamuya açık alanlarda kadınlara kıyafetleri nedeniyle şiddet uygulanan ve toplumsal ilgi uyandıran çok sayıda olay gerçekleşti. 30 Eylülde İstanbulun Ataşehir semtinde bir adam başörtülü bir kadını yumrukladı; olaya ait görüntülerde, adamın mağdura vurduğu ve sonrasında yürüyerek uzaklaştığı görülüyordu. Fail, yetkililerce yakalandı ve beş aydan fazla hapis cezasına çarptırıldı. Daha sonrasında bu kişi şartlı tahliye edildi.

Bazı kadın hakları örgütleri, kadınları korumak amacıyla yapılan mevcut yasaların etkisiz bir şekilde uygulanmasının ve kadınlara karşı işlenen şiddet suçlarının faillerine hafif cezalar verilmesinin potansiyel suçlulara rahatlık sağlayan bir iklim oluşmasına katkıda bulunduğunu ileri sürdü. Olağanüstü hâl kararnameleriyle Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda yapılan değişikler, mahkemelere başvurulmadan arabuluculuk yoluyla çözülebilecek suçların kapsamını kadınlara yönelik tehdit suçlarını da içerek şekilde genişletti. Bu adım, kadınlara şiddet uygulayanlara yönelik ceza hukukundan doğacak muhtemel yaptırımların ağırlığını düşürerek kadınların güvenliğini azalttığı ve muhtemel cezasızlıkların önünü açtığı gerekçesiyle eleştirildi.

Nüfus Kontrolünde Zorlama:Zorunlu kürtaj, istem dışı kısırlaştırma veya zorla uygulanan diğer nüfus kontrol yöntemleri hakkında herhangi bir bildirim yoktu. Anne ölümleri ve gebelik önleyicilerin yaygınlığı ile ilgili tahminler şu adrestedir: www.who.int/reproductivehealth/publications/monitoring/maternal-mortality-2015/en/.

Ayrımcılık:Kadınlar kanunlar önünde erkeklerle aynı haklara sahip olmalarına rağmen toplumsal ve resmi ayrımcılık yaygındı. Kadınlar, istihdamda ayrımcılığa maruz kalmaya devam etti (bk. Bölüm 7.d).

Anayasa, pozitif ayrımcılık dâhil olmak üzere cinsiyet eşitliğinin teşvik edilmesine yönelik tedbirler alınmasını mümkün kılmaktadır. Kadın istihdamını teşvik etmek için devlet, istihdam edilen 18 yaşından büyük her kadının sosyal sigorta primlerini işveren yerine birkaç ay boyunca ödemeyi üstlendi.

Çocuklar

Doğum Kaydı:Ülke genelinde kullanılan bir nüfus kaydı sistemi vardı ve yeni doğanlar genellikle vakit kaybetmeksizin nüfusa kaydedildi. Çocuk, vatandaşlığını ülkede doğmuş olmakla değil, anne veya babasından alır. Çocuğun vatandaşlık alabilmesi için ebeveynden sadece birinin vatandaş olması yeterlidir. Türkiyede dünyaya gelen ve ebeveyninin statüsü nedeniyle başka hiçbir ülkenin vatandaşı olamayan çocukların söz konusu olduğu özel durumlarda, çocuk Türk vatandaşı olmaya yasal olarak hak kazanır.

Eğitim:İnsan hakları alanında faaliyet gösteren örgütler ve diğer kişi ve kurumlar, zorunlu eğitim yasasının,bazı kız öğrencilerin evde kalıp erken yaşta evlenmesine olanak tanıdığı yönündeki endişelerini ifade etti. Millî Eğitim Bakanlığının 2016 yılına dair istatistiklerinde devlet okullarındaki tüm öğrencilerin yüzde 49unun kız olduğu belirtilmişti. Eğitim odaklı bir STK olan Eğitim Reformu Girişimi, 2016-17 aralığını kapsayan Eğitim İzleme Raporunda kız çocuklarının eğitime erişimini artırma konusunda hükümetin, yoksul ailelerin kız çocuklarının eğitimini devam ettirmelerini teşvik etmek amacıyla şartlı nakit transferi uygulaması da dahil olmak üzere olumlu yönde önemli adımlar attığını belirtti.

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatının yayınladığı Eğitime Bir Bakış 2016 Raporu, kız ve erkek çocukları arasında eğitime erişim konusunda farklar bulunduğunu ve 15-19 yaş arasındaki kadınların yaklaşık yüzde 25inin eğitimlerine devam etmediğini ve işgücü piyasasına katılmadığını ortaya koydu.

Çocuk İstismarı:Çocuk istismarı bir sorundu. Kanunlar, polise ve yerel yetkili makamlara, şiddet mağdurlarına ve şiddet mağduru olma riski bulunanlara çeşitli düzeylerde koruma ve destek hizmeti sağlama yetkisi vermektedir. Kanun, devletin mağdurlara barınma ve geçici maddi destek gibi hizmetleri sunmasını zorunlu kılmakta ve aile mahkemelerini şiddetin sorumlularına karşı yaptırımların uygulaması amacıyla yetkilendirmektedir.

Kanuna göre, istismar mağduru 12 ila 18 yaşları arasında ise, taciz üç ila sekiz yıl arasında bir hapis cezasıyla, cinsel istismar 8 ila 15 yıl, tecavüz ise en az 16 yıl hapis cezası ile cezalandırılmaktadır. 12 yaşından küçük çocuklarda ise taciz en az 5 yıl hapis cezasıyla, istismar en az 10 yıl hapis cezasıyla, tecavüz ise en az 18 yıl hapis cezasıyla cezalandırılır.

Erken Yaşta ve Zorla Evlilik:Kanunlara göre evlilik yaşı asgari 18 olarak tanımlansa da çocuklar 17 yaşında aile rızasıyla ve 16 yaşında mahkeme izniyle evlenebilir. Sivil toplum örgütleri, resmi olmayan dini nikâhla evlendirilen çocukların yaşının özellikle yoksul ve kırsal bölgelerde ve ülkede yaşayan Suriyeli nüfus içinde zaman zaman 12 yaşına kadar indiğini belirtti.

Erken yaşta ve zorla evlilikler özellikle Güneydoğu bölgesinde yaygındı ve kadın hakları aktivistleri sorunun halen ciddiyetini koruduğunu bildirdi. Basında çıkan haberlerde, resmi evliliklerin çocuk yaştaki evliliklerin yalnızca bir kısmını yansıttığına, çünkü bu tür evliliklerin birçoğunun yalnızca imam nikâhı kıyılarak yapıldığı ifade edildi. Anayasa Mahkemesi tarafından Mayıs 2015te alınan kararla resmi nikâh olmaksızın dini nikâhla evlenme hakkı yasal hale geldi. 2 Aralıkta yürürlüğe giren bir yasayla (yaygın olarak bilinen adıyla imam nikahı yasası) kamu görevlisi olan dini yetkililere (müftülüklere) resmi nikah kıyma izni verildi.

Kadın hakları grupları, özellikle kırsal bölgelerde zorla evlendirme ve kız kaçırma olaylarının devam ettiğini belirtti. Basında çıkan haberlere göre, Ağustos ayında Kiliste 16 yaşındaki bir genç kız, ailesi tarafından zorla evlendirilmemek için ikinci kattaki bir pencereden atlayarak intihar girişiminde bulundu. Düşerek ciddi şekilde yaralanan genç kız, ağabeyi tarafından dövülerek eve geri götürüldü.

Polis, genç kızın annesi ve ağabeyini gözaltına aldı; yıl sonu itibarıyla mağdurun nerede olduğu bilinmiyordu.

Çocuğun Cinsel İstismarı:Anayasaya göre devlet, çocukları istismardan koruyacak tedbirleri almakla yükümlüdür. Çocuğun cinsel istismarı kanunlara göre suç olup, bu suçu işleyenler hakkında en az sekiz yıl hapis cezası öngörülmektedir. Çocukları fuhuşa teşvik etmek ya da bunu kolaylaştırmanın cezası dört ila on yıldır; şayet eylem şiddet veya baskı unsuru içeriyorsa, ceza iki katına çıkarılabilir.

Cinsel ilişkide rıza yaşı 18dir. Temmuz 2016da Anayasa Mahkemesi, ceza yasasında, 15 yaşın altındaki çocukları içeren tüm eylemleri cinsel istismar kabul ederek cezalandıran bir hükmü iptal etti. Çocuk pornosu üretmek ve yaymak kanunlarca yasaklanmış olup, bu suç altı aydan iki yıla kadar hapis ve para cezasıyla cezalandırılır.

Çocukların dâhil olduğu ensest ilişkiler bir sorun olmayı sürdürdü ancak konuyla ilgili kovuşturma sayısı asgari seviyede kaldı. Kanunda, ensest ilişki için beş yıla kadar hapis cezası öngörülmektedir.

Asya Turizminde Çocuk İstismarına Son (ECPAT International) adlı çocuk hakları savunucusu bir örgüt tarafından seyahat ve turizm sektörlerinde çocuğun cinsel istismarı konusunda yıl içinde dünya genelinde yapılan bir çalışmada, Türkiyenin seyahat ve turizm alanlarında çocuğun cinsel istismarı bakımından öne çıkan noktalardan biri olduğu tespitine yer verildi. Birçok kadın ve göçmen hakları örgütü, çoğu Suriyeli olan yerinden edilmiş çocukların ekonomik ve cinsel istismara karşı savunmasız kaldığını bildirdi.

Uluslararası Çocuk Kaçırmaları:Türkiye, Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Veçhelerine Dair 1980 Lahey Sözleşmesine taraftır. ABD Dışişleri Bakanlığıtarafından hazırlanan Anne ve Babalar Tarafından Gerçekleştirilen Uluslararası Çocuk Kaçırma Raporuna şu adresten ulaşılabilir: travel.state.gov/content/childabduction/en/legal/compliance.html.

Yahudi Karşıtlığı (Antisemitizm)

İstanbulda bulunan Hahambaşılığına göre ülkede yaşayan Yahudi sayısı yaklaşık 16.000 idi. Bunlardan bazıları Yahudi karşıtlığı nedeniyle göç etti.

Yahudi vatandaşlar, ülkedeki Yahudi karşıtlığı ve güvenlik tehditleriyle ilgili endişelerini dile getirdi. Popüler bir televizyon dizisi olan Payitaht Yahudi karşıtı bir kurguya sahipti.

Temmuz ayında, yaklaşık 100 kişilik bir Alperen Ocakları grubu, İsrailin Kudüste bulunan Harem-i Şerifte (Tapınak Dağı) uyguladığı güvenlik önlemlerine tepki olarak Neve Şalom Sinagogu önünde eylem düzenledi. Alperen Ocakları İstanbul İl Başkanı Kürşat Mican İsrail hükümetini Filistinlilerin ibadet özgürlüğünü engellemekle tehdit etti ve Yahudi cemaatine yönelik: Nasıl orada bizim ibadet özgürlüğümüzü engelliyorsanız, biz de sizin burada ibadet özgürlüğünüzü engelleriz. Buradan içeriye giremezsiniz dedi. Protestocular, taş atıp ve sinagogun kapılarını tekmeledikten sonra kendiliğinden dağıldılar. Üst düzey hükümet yetkilileri cemaat liderlerine destek amacıyla telefon ettiler ve birkaç gün sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Yıldırım ve Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ülkenin Yahudi cemaatine desteklerini gösteren açıklamalar yaptılar.

Yahudi karşıtı söylem, yazılı basın ve sosyal medyada yıl boyunca sürdü. Hükümet yanlısı Yeni Şafak gazetesinin köşe yazarı Yusuf Kaplan, Ocak ayında ülkenin son iki yüzyıldır Yahudi etkisi altında olduğunu iddia etti ve sonucu bir tümör olarak nitelendirdi. İslamcı Yeni Söz gazetesinin bir köşe yazarı Ocak ayında DAEŞ, El Kaide, PKK, Gülen hareketi ve diğer benzer grupların şeytan ve Yahudiler arasındaki ittifakın ürünleri olduğunu iddia etti.

Hükümet yıl boyunca Yahudi karşıtlığıyla mücadele etme yönünde bir dizi olumlu adım attı. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ve ülkenin önde gelen Yahudi gazetesi Şalomun genel yayın yönetmeni İvo Molinas, Şubat ayında bir mizah dergisinde yayınlanan Yahudi karşıtı bir karikatürü birlikte kınadı. 27 Ocakta Başbakan Yardımcısı Tuğrul Türkeş, Ankara Üniversitesinde düzenlenen Holokost Anma Günü törenine katıldı.

İnsan Ticareti

ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan İnsan Ticareti Raporuna www.state.gov/j/tip/rls/tiprpt/adresinden ulaşabilirsiniz.

Engelli Bireyler

Anayasa, engelli bireyler yararına pozitif ayrımcılığa imkân tanımakta olup kanunlar, engelli bireylere karşı ayrımcık yapılmasını yasaklamaktadır. Engelli bireylerin savunuculuğunu yapan STKlar hükümetin kanunları etkili bir şekilde uygulamadığını iddia etti.

Kanun, tüm resmî kurumların ve işletmelerin, engellilerin kamusal alanlara ve kamu ulaşımına erişim sağlamalarını ve inceleme komisyonlarının kurulmasını ve uyumsuzluk için para cezaları öngörmektedir. Ancak hükümet, kanunların uygulanması konusunda düşük ölçüde ilerleme kaydetmeyi sürdürdü ve birçok şehirde engelli bireylerin hizmetlere erişimi son derece sınırlı kaldı.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bünyesindeki Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü, engellilerin korunmasından sorumludur. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, aralarında engelli bireylerin de bulunduğu hassas durumdaki kişilere destek sağlayan 199 sosyal hizmet merkezi olduğunu açıkladı. Bakanlık, okullarda (okul öncesi eğitimden lise son sınıfa kadar) 288.489 özel öğrenci olduğunu belirtti. Engelli çocukların büyük çoğunluğu devlet okullarında kaynaştırma eğitimi aldı. Millî Eğitim Bakanlığı, engelliliği nedeniyle genel devlet okullarına gidemeyen öğrenciler için 1.142 özel eğitim merkezi olduğunu belirtti.

Kanun, her devlet okulunun engelli bireylerin eğitim görebileceği şekilde olmasını gerektirse de aktivistler engelli bireylerin okula kabul edilmediği ve okulu bırakmaya teşvik edildiği örneklerin görüldüğünü belirtti. Engelliler konusunda faaliyet gösteren aktivistlere göre çok sayıda okul çağında engelli birey eğitime yeterli düzeyde erişim sağlayamadı. UNESCOnun Ekim ayında yayınladığı Küresel Eğitim İzleme Raporuna göre, okullarında engelli öğrenciler bulunan okul müdürlerinin yüzde 69u okullarında fiziksel erişim sorunları olduğunu belirtti. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından yürütülen bir program kapsamında, otizmli bireylerin devlet tarafından işletilen evlerde kalmaları ve otistik çocuklarının tüm ihtiyaçlarını karşılayamayan ailelerin devletten yardım alabilmesi sağlandı.

Ulusal, Irksal ve Etnik Azınlıklar

Anayasada tüm vatandaşlar için tek bir milliyet tanımlaması mevcuttur ve Müslüman olmayan üç azınlık – Ermeni Ortodoks Hristiyanlar, Yahudiler ve Rum Ortodoks Hristiyanlar – haricinde herhangi bir ulusal, ırksal veya etnik azınlık açık bir şekilde tanınmamıştır. Süryaniler, Caferiler, Ezidiler, Kürtler, Araplar, Romanlar, Çerkezler ve Lazlar dâhil olmak üzere başka herhangi bir ulusal ya da etnik azınlığın dil, din ve kültürel haklarından tam olarak yararlanmasına izin verilmedi.

15 milyondan fazla vatandaşın Kürt kökenli olduğu ve Kürtçe lehçelerini konuştukları tahmin edilmektedir. Kürt vatandaşlar, yılın büyük bir bölümünde PKK ile güvenlik güçleri arasında kırsal kesimde meydana gelen çatışmalardan orantısız bir şekilde etkilendi. Çoğunluğu Kürtlerin oluşturduğu topluluklar, devletin, genellikle belirli bölgelerin PKKlı teröristlerden temizlenmesi amacıyla düzenlediği güvenlik operasyonlarıyla bağlantılı olarak devletin koyduğu sokağa çıkma yasaklarından etkilendi (bk. Bölüm 1.g.).

Kürt ve Kürt yanlısı sivil toplum kuruluşları ve siyasi partiler, toplantı ve örgütlenme özgürlüğü açısından giderek artan sorunlarla karşılaşıldığını belirtti (bk. Bölüm 2.b.). Yüzlerce Kürt sivil toplum kuruluşu ve Kürtçe yayın yapan basın ve yayın organları darbe girişiminden sonra hükümetin çıkardığı kanun hükmünde kararnamelerle kapatılmıştı ve bu durum geçerliliğini korudu. 11 Aralıkta İHD Diyarbakır Şubesi, 2015ten bu yana Güneydoğuda hükümet ile PKK arasında yaşanan çatışmalar sırasında 3 binden fazla kişinin hayatını kaybettiğini ve pek çok vatandaşın, hükümetin özel güvenlik bölgeleri ilan ettiği bölgelerde günlük hayatlarına devam edemediğini belirtti (bk. Bölüm 1.g.).

Yasalara göre, kanunlara tâbi olmaları ve Millî Eğitim Bakanlığı tarafından denetlenmeleri koşuluyla, vatandaşlar günlük hayatlarında geleneksel olarak kullandıkları dil ve lehçelerde eğitim veren özel kurumlar açabilir. Bazı üniversiteler seçmeli Kürtçe dil dersleri açarken iki üniversitede Kürt Dili bölümleri kuruldu. Kanunlar, Türkçe olmayan eski köy ve mahalle isimlerinin iadesine ve siyasi partiler ve üyelerinin seçim kampanyalarında ve tanıtım materyallerinde her dili kullanabilmesine de imkântanımaktadır; ancak bu hak uygulamada korunmadı.

Kanunlar, devlet ve kamu hizmetlerinde Türkçe dışında başka bir dilin kullanılmasını kısıtlamaktadır. Örneğin Ocak ayında, Vanın Edremit ilçesinin belediye başkanlığına hükümet tarafından atanan kayyım, Ermenice ve Kürtçe dillerindeki yazıları kaldırdı. Ayrıca bazı bölgelerde Arapça tabelalar da yetkili makamlarca kaldırıldı. Nisan ayında Adanadaki belediye yetkilileri, mağaza önlerindeki Arapça yazıların Türk dilini korumak amacıyla kaldırılmasını emretti.

Özel eğitim kurumlarında ve kamusal söylemde Kürtçeye resmi olarak izin verilmesine rağmen bu izin Kürtçenin devlet okullarında okutulmasına imkânsağlayacak şekilde genişletilmedi.

Roman toplumu orantısız polis şiddetine maruz kaldıklarını ve geleneksel olarak yaşadıkları bölgelere uzanan kentsel dönüşüm projeleri nedeniyle evlerini kaybettiklerini belirtti. Roman toplumu aynı zamanda eğitime, sağlık hizmetlerine ve istihdama erişimde sorunlarla karşılaştı. Romanlar ayrımcı kira uygulamaları nedeniyle kiralık ev tutarken devletin sağladığı kira yardımından faydalanmakta zorluk yaşadıkları belirtti.

Hükümet, 2016 yılında Bakanlar Kurulu tarafından benimsenen ulusal Roman stratejisi doğrultusunda, Roman vatandaşların sosyal bütünleşmesini amaçlayan pilot projeleri uygulamaya başladı. Diğer faaliyetlerin yanında, hükümetin iş bulma kurumu olan İŞKUR, Roman nüfusun yoğun olduğu şehirlerde yıl boyunca Romanlara yönelik mesleki kurslar düzenledi.

Cinsel Yönelim ve Toplumsal Cinsiyet Kimliğine Dayalı Şiddet Eylemleri, Ayrımcılık ve Diğer İstismar Türleri

Kanunlarda, cinsel yönelim ya da toplumsal cinsiyet kimliği temelinde spesifik güvenceler yoktur. Dil, ırk, milliyet, renk, cinsiyet, engellilik durumu, siyasi düşünce, felsefi inanç, din veya mezhep farklılığı ile ilgili nefret söylemi veya küçük düşürücü fiillere üç yıla kadar hapis cezası verilebilir. İnsan hakları grupları, kanunların toplumsal cinsiyet kimliğiyle ilgili güvenceleri içermemesini eleştirdi ve zaman zaman ilgili kanunun azınlıkları korumaktan çok özgürlükleri kısıtlamak için kullanıldığını belirtti. LGBTİ bireylere dair tanımlar kanunda mevcut değildi ancak yetkililer, LGBTİ bireylerin anayasadaki genel cinsiyet kavramı kapsamında korunduğunu ifade etti. LGBTİ hakları konusunda faaliyet gösteren yerel bir STK olan KAOS-GLye göre, LGBTİ bireylerin varlığının kanunlarca tanınmamış olması nedeniyle resmi makamlar bu kişilere sosyal koruma sağlamadı.

Çok sayıda LGBTİ örgütü, olağanüstü hâl kapsamında savunmasızlık hissinin arttığını ve ifade, toplantı ve örgütlenme özgürlüklerine yönelik sınırlamaların genişlediğini bildirdi. Ankara Valiliği, tüm LGBTİ etkinliklerini kamu güvenliği endişeleri gerekçesiyle Kasım ayında süresiz olarak yasakladı. LGBTİ örgütlerinin başlattığı yasal itiraz süreci, yıl sonu itibarıyla devam ediyordu. Aynı ayın ilerleyen günlerinde İstanbul Beyoğlu Kaymakamlığı bir LGBTİ film gösterisini ve bir protesto yürüyüşünü, kamu düzeni ve güvenliğinin sağlanması, başkalarının hak ve hürriyetlerinin korunması ve suç işlenmesinin önlenmesi amacıyla yasakladı.

KAOS-GL, bazı LGBTİ bireylerin sağlık hizmetlerine erişemediklerini veya ayrımcılıkla karşılaştıklarını bildirdi. LGBTİ bireyler, kendilerini kimliklerini gizlemek zorunda hissettiklerini, sağlık hizmeti verenlerin kötü muamelesine maruz kaldıklarını (ve bu yüzden çoğu durumda herhangi bir hizmet talep etmemeyi tercih ettiklerini) ve HIV pozitif bireylere yönelik önyargının LGBTİ toplumuna yönelik algıları olumsuz etkilediğini belirtti.

Haziran ayında Edirnede bir hâkim, trans bireylerin cinsiyet değişimlerinin resmileştirilmeden önce zorunlu olarak kısırlaştırılmasını öngören Medeni Kanun hükmünün insan hakları ihlali olduğu gerekçesinden hareketle bu hükmün iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine başvurdu. Aralık ayında Anayasa Mahkemesi talebi yerinde buldu ve davaya ilişkin hükmü iptal etti. Bununla birlikte, kısırlaştırma şartı yıl sonu itibarıyla yürürlükte kaldı.

Kanunlarda LGBTİ bireylere açıkça ayrımcılık yapılmamakla birlikte genel ahlaka karşı suçlar, ailenin korunması ve doğal olmayan cinsel davranış gibi hukuki ifadeler işverenlerin ayrımcılık yapmasına ve polis istismarına kimi zaman temel oluşturdu.

LGBTİ bireyler yıl boyunca ayrımcılığa, sindirilmeye ve şiddet suçlarına maruz kaldı. LGBTİ seks işçileri, özellikle de trans bireyler, polisin rüşvet alabilmek için kendilerini gözaltına aldığını belirtti. LGBTİ hakları savunucuları, mahkemeleri ve savcıları fuhuşa karışan trans bireylere yapılan saldırılarda cezasızlık ortamı yaratmakla suçladı. İnsan hakları avukatları, polis ve savcıların genellikle trans bireylere karşı şiddet vakalarını yakından takip etmediklerini bildirdi. Polis ve savcılar sıklıkla şüphelileri tutuklamadı ya da başka sanıklarda başvurulan yaygın uygulamanın aksine tutuklu yargılama yapılmadı. Tutuklandıklarında ise sanıklar Türk Ceza Kanunu’nda yer alan haksız tahrik hükmü yönünden ceza indirimi talebinde bulundu. Hâkimler, LGBTİ bireyleri öldürenlerin cezalarını belirlerken kanundaki bu ceza indirimini rutin bir şekilde uyguladı. Temyiz mahkemeleri, bu kararları kısmen mağdurun ahlak dışı yapısınadayanarak onadı.

LGBTİ bireylere yönelik şiddet, yıl boyunca devam etti.

Haziran ayındaki Onur Haftası öncesinde ülkedeki LGBTİ toplulukları çeşitli yerlerden nefret mesajları ve tehditler aldıklarını belirtti. İstanbuldaki güvenlik görevlileri bazı Onur Haftası etkinlikleri için polis koruması sağladı. İstanbul Valiliği, 25 Haziran Onur Yürüyüşüne veya 2 Temmuz Trans Onur Yürüyüşüne güvenlik gerekçesiyle izin vermedi. Polis, kalabalıkları göz yaşartıcı gaz ve plastik mermi kullanarak dağıttı, barışçıl göstericilerin toplanmasını engelledi ve protestoculara hukuki destek sağlamak üzere orada bulunan LGBTİ aktivistleri ve dört avukat da dahil olmak üzere toplamda 28den fazla kişiyi gözaltına aldı. Hükümet, polisin LGBTİ eylemcilerine karşı orantısız güç kullandığı, polis tarafından bu kişilere gözdağı verildiği ya da LGBTİ karşıtı gruplar tarafından şiddet çağrısı yapıldığı iddialarını cevapsız bıraktı. Eylül ayında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, gözaltına alınan protestocular hakkında valilik tarafından yasaklanan bir yürüyüşe katılmaya çalıştıkları gerekçesiyle iddianamede hazırladı ve polis müdahalesinin ölçülü olduğunu öne sürdü. Dava, yıl sonu itibarıyla sürüyordu.

Bazı LGBTİ grupları polis, devlet ve üniversite yönetimleri tarafından tacize uğradıklarını bildirdi. Ülkenin farklı şehirlerinden üniversite grupları, rektörlerin organize olmalarına izin vermediğinden şikâyetçiydi. LGBTİ kuruluşları, hükümetin düzenli ve ayrıntılı denetimleri, kendilerine karşı idari bir külfet oluşturmak ve büyük cezalar vermekle tehdit etmek amacıyla kullandığını belirtti.

Özel bir yabancı okulun 27 Martta bir dizi LGBTİ farkındalık etkinliği düzenlemesi üzerine Millî Eğitim Bakanlığı okul hakkında soruşturma başlattı. 31 Mart günü muhafazakâr Yeni Akit gazetesinde yayınlanan bir haberde okulun öğrencilere eşcinselliği aktardığı ve ahlaksız filmler izlettiği, okulun faaliyetlerinin ise eşcinsellik hastalığını topluma normal bir insani durum gibi yansıtan sapkınlar korosuna katılmak olduğu ifade edildi. Soruşturma yıl sonu itibarıyla devam ediyordu.

HIV ve AIDS Konusunda Sosyal Damgalanma

HIV/AIDSli birçok kişi istihdam, barınma, kamu hizmetleri, sosyal yardım ve sağlık hizmetleri gibi alanlara erişimde ayrımcılığa maruz kaldıklarını belirtti. Pozitif Yaşam Derneği, ülkede HIV/AIDSli kişileri ayrımcılıktan koruyan kanunlar olmadığını ve kimlik beyanında bulunmadan HIV testi yaptırmanın önünde hukuki engeller olduğunu belirtti. HIV/AIDSli kişilere yönelik yaygın toplumsal damga nedeniyle birçok kişi HIV testi sonucunun kendisine karşı kullanılacağından korktu ve bu nedenle test yaptırmaktan kaçındı.

Diğer Toplumsal Şiddet veya Ayrımcılık Türleri

Ermeniler, Aleviler ve Hıristiyanlar düzenli olarak nefret söylemi ve ayrımcılığa maruz kalmaya devam etti. Ermeni ifadesi yaygın bir hakaret olmayı sürdürdü. 17 Eylülde Agos gazetesi, İstanbulda Narlı Kapı Kilisesinden çıkan Ermenilerin, Ermenilere ölüm diye bağıran bir grup genç tarafından taşlandığını aktardı. 14 Eylülde polis, Kürt ve Alevi olan HDP eski bir milletvekilinin annesi Hatun Tuğlukun cenazesi sırasında düzenlenen saldırıyla ilgili olarak üç kişiyi tutukladı. Bir Alevi cem evindedüzenlenen tören sonrasında, sayıları ondan fazla olan kişiler defin işlemini engellemeye çalıştı ve yas tutanlara saldırarak şu şekilde bağırdı: Onu buraya gömmeyeceksiniz. Kürtleri, Alevileri, Ermenileri, teröristleri bu mezarlığa gömmenize izin vermeyeceğiz. Polis saldırıyı önledi ve İçişleri Bakanı defin işleminin gerçekleştirilmesini sağlamak için müdahalede bulundu.

Diğer dini azınlıklara kıyasla daha düşük bir seviyede de olsa ateistler de hükümet yanlısı medyada sindirmelere maruz kalmaya devam etti. Örneğin, hükümet yanlısı Yeni Akit gazetesi Temmuz ayında, aralarında sanatçı ve akademisyenlerin de bulunduğu açık şekilde ateist olan kişileri ve evrime inananları hedef alarak bu kişilerin İslama ve Müslümanlara hakaret ettiğini öne sürdü.

Bölüm 7. İşçi Hakları

a. Örgütlenme Özgürlüğü ve Toplu Sözleşme Hakkı

Kanunlar işçilere bağımsız sendikalar kurma ve bu sendikalara katılma, toplu pazarlık ve yasal olarak grev yapma özgürlüğü tanımakta ancak bu haklara önemli kısıtlamalar getirmektedir. Kanunlar sendika karşıtı ayrımcılığı yasaklamakta ve sendikal faaliyetler nedeniyle işten çıkarılan işçilerin görevine iade edilmesini veya bir yıllık maaşlarına eşdeğer para cezası ödenmesini zorunlu kılmaktadır.

Kıdemli devlet görevlileri, yargı üyeleri, silahlı kuvvetler ve emniyet teşkilatı mensupları gibi bazı kamu görevlileri sendika kuramazlar. Kanunlar grev yapma hakkını korumakla birlikte insanların canını ve malını korumakla yükümlü olan kamu çalışanlarının, kömür madenciliğinde ve petrol endüstrisinde, sağlık ve cenaze hizmetlerinde, toplu taşıma, enerji ve hıfzıssıhha hizmetlerinde, milli savunma alanında, bankacılık ve eğitim alanlarında çalışanların grev yapmasını yasaklamaktadır. Örneğin, 20 Martta Bakanlar Kurulu, ekonomik ve finansal istikrar üzerinde yaratacağı potansiyel etkiyle ilgili kaygılara işaret ederek, Akbank çalışanlarının eylemini yasakladı. Bu sektörlerden bazılarında çalışanlar toplu pazarlık yapabildi ancak anlaşmazlıkları grevle değil, bağlayıcılığı olan tahkim yoluyla çözmek zorunda bırakıldı.

Kanunlara göre, hükümet halk sağlığına ya da ulusal güvenliğe tehdit oluşturduğu belirlenen herhangi bir durumda grev hakkını askıya alabilir. Bakanlar Kurulu 24 Mayısta milli güvenlik kaygılarını gerekçe göstererek Kristal-İş Sendikasına bağlı binlerce cam işçisinin planlı grevini yasakladı. Hükümet, örgütlenme özgürlüğü ve toplu sözleşme hakkına getirilen birtakım kısıtlamaları devam ettirdi. Kanunlara göre sendikalar miting veya yürüyüş yapmadan önce yetkilileri haberdar etmeli ve bu mitingler hükümetin kendilerine resmi olarak ayırdığı yerlerde yapılmalı, hükümet temsilcileri bu mitinglere katılabilmeli ve kayıt alabilmelidir. Sendika, en az yedi işçiyle ve ön izin aranmaksızın kurulabilir. Toplu sözleşme görüşmelerinde taraf olmak isteyen bir sendikanın ise herhangi bir iş yerindeki çalışanların yüzde 40ını ve söz konusu iş kolunda çalışan tüm işçilerin yüzde 1ini temsil ediyor olması gerekir. Sendika başkanlarının siyasi parti üyesi olması veya siyasi partiler için çalışması ya da kâr amacı güden herhangi bir girişime dâhil olması iş kanunuyla yasaklanmıştır. Göçmenler ve ev hizmetlerinde çalışanlar gibi sendikası olmayan işçiler toplu sözleşme haklarını düzenleyen kanunlara tâbi değildi.

Hükümet birçok örnekte, toplu sözleşme ve örgütlenme özgürlüğüne ilişkin kanunları etkili bir şekilde uygulamadı ve (genellikle para cezası şeklinde) uygulanan cezalar ihlallerin önlenmesi konusunda yetersiz kaldı. İş mahkemeleri etkili ve nispeten verimli bir şekilde çalıştı. Ancak itirazların sonuca bağlanması genellikle yıllar aldı. Mahkemelerin, işverenin bir işçiyi haksız yere işten çıkardığına ve işçinin ya işine geri dönmesi ya da işçiye tazminat ödenmesine karar vermesi halinde, işveren işçiye genelde para cezasıyla birlikte tazminat ödedi.

Olağanüstü hâl şartlarında, görevden çıkarılan kamu sektörü çalışanlarının ihraç kararlarına itiraz etmek için başvuru mercilerine yeterli erişimleri yoktu (bk. Bölüm 1.e.). Vakıfların, üniversitelerin, hastanelerin, derneklerin, gazetelerin, televizyon kanallarının, yayınevlerinin ve dağıtım şirketlerinin olağanüstü hâlkararnameleriyle kapatılması ve devlet tarafından varlıklarına da el konulması, çalışanların maaşları ve kıdem tazminatlarını alamadan işsiz kalmasına neden oldu. Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) tarafından Temmuz ayında yayınlanan bir raporda, olağanüstü hâl kapsamında hükümetin giriştiği eylemlerin birçok işçi hakkını ihlal ettiği ifade edildi.

Hükümet ve işverenler, örgütlenme özgürlüğü ve toplu sözleşme hakkına müdahale etti. Hükümetin getirdiği kısıtlamalar ve yaptığı müdahaleler bazı sendikaların halka açık faaliyetler ve başka etkinlikler düzenleme kapasitesini sınırladı. Sendika toplantılarında ve mitinglerinde polis genelde hazır bulundu ve bazı sendikalar yerel makamların yürüyüş ve basın toplantısı gibi kamuya açık faaliyetler düzenlemek için kendilerine izin vermediğini belirtti. Olağanüstü hâlşartları altında hükümet sendikaların ve diğer grupların ülkenin birçok yerinde düzenlemek istediği pek çok kamuya açık etkinliğe izin vermedi. Resmi makamlar ülkenin çeşitli bölgelerinde düzenlenecek olan geleneksel 1 Mayıs İşçi Bayramı gösterilerini yine engelledi ve İstanbul Taksim Meydanında katılımcıları dağıtmak için göz yaşartıcı gaz kullandı, ancak İstanbulun Bakırköy ilçesinde binlerce katılımcı ile benzer bir kutlama yapılmasına izin verdiler; bu etkinlik barışçıl bir şekilde sona erdi.

DİSK, hükümetin ulusal güvenliğe tehdit olarak gördüğü beş grevi olağanüstü hâl kapsamında ertelediğini belirtti. 12 Temmuzda Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği temsilcilerine hitaben şu ifadeleri kullandı: OHALi biz iş dünyamız daha rahat çalışsın diye yapıyoruz. Grev tehdidi olan yere biz OHALden istifade ederek anında müdahale ediyoruz. Diyoruz ki, Hayır. Burada greve müsaade etmiyoruz çünkü iş dünyamızı sarsamazsınız.’”

İşverenler sendikalı işyerlerinde tehdit, şiddet ve işten çıkarma gibi yöntemleri kullanmaya devam etti. Sendikalar, sendika karşıtı ayrımcılığın sektörlerde düzenli olarak meydana geldiğini iddia etti. Hizmet sektöründe faaliyet gösteren sendika örgütleyicileri, özel sektör işverenlerinin bazen yasalara uymayarak sendikal faaliyetlerden caydırmak amacıyla işçileri işten çıkardığını belirtti. Birçok işveren bir yıldan kısa süreli ve yenilenebilen iş sözleşmeleri yaparak işçi istihdam etmeye ve böylelikle de işçileri eşit sosyal haklardan veya pazarlık haklarından mahrum bırakmaya devam etti.

b. Zorla Çalıştırma veya Angarya Yasağı

Her türlü zorla çalıştırma veya angarya genel itibarıyla kanunlarca yasaklanmıştır ancak hükümet bu kanunları eşit olmayan bir şekilde uyguladı. Genellikle para cezası olarak uygulanan cezalar ihlaller karşısında caydırıcı olmak konusunda yetersiz kaldı. Her ne kadar bazı yerel aileler ve göçmen aileler, aile bütçesine destek amacıyla çocuklarını sokakta, tarım veya sanayi sektörlerinde çalıştırmış olsa da zorla çalıştırmaya genel itibarıyla rastlanmadı (bk. Bölüm 7.c.).

Kadınlar, mülteciler ve göçmenler insan ticaretine karşı savunmasızdı. İnsan tacirleri psikolojik baskı, tehdit ve borç esareti gibi yöntemleri kullanarak mağdurları seks ticareti yapmaya zorladı. Hükümetin insan ticaretini engellemeye yönelik çabaları farklı etkilerle devam etse de insan ticareti mağdurlarının tespiti açısından ülkede bazı iyileşmeler sağlandı. İnsan ticareti ile ilgili ihlallerin cezası sekiz yıldan 12 yıla kadar hapis cezası aralığında değişmekte olup, diğer ciddi suçlar için öngörülen cezalarla karşılaştırıldığında yeterince katıydı. Hükümet, insan ticareti kapsamında verilen tutuklama ve mahkûmiyet kararlarına ilişkin rakamları kamuoyuyla paylaşmadı.

ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan İnsan Ticareti Raporuna www.state.gov/j/tip/rl s/tiprpt/adresinden ulaşılabilir.

c. Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve İstihdamda Asgari Yaş

Kanunlar, çocukların okul hayatlarını etkilemeyen hafif işlerde çalışmasını 14 yaş itibarıyla mümkün kılmakta olup, kayıtlı istihdamda asgari yaş 15 olarak belirlenmiştir. 16 yaşını doldurmamış çocukların ağır veya tehlikeli işlerde çalıştırılması yasaktır. Hükümet 18 yaşını doldurmamış çocukların belirli bazı mesleklerde veya tehlikeli koşullarda çalışmasını yasaklamıştır.

Hükümet çocuk işçiliği ile ilgili kanunları etkili bir şekilde uygulamadı. Çocuk işçilerin çalıştırılmasına karşı yasakları etkili bir şekilde izleme ve uygulamaya yönelik kaynak ve denetimler yetersizdi. Müfettişler 50 veya daha az çalışanı olan özel tarımsal işletmeleri şikâyet olmadığı sürece genel olarak denetlemedi; bu işletmeler çok sayıda çocuk işçi çalıştırdı.

Yasa dışı çocuk işçiliği, en kötü biçimleri de dâhil olmak üzere, kısmen ülkede çalışan çok sayıda Suriyeli çocuk sebebiyle görülmeye devam etti. İlgili birçok uzman, akademisyen ve BM organına göre çocuk işçiliği en çok mevsimlik tarım işçiliği, sokakta çalışma (ör. dilencilik) ve küçük ila orta ölçekli sanayide (ör. tekstil) görülmekle birlikte, konuyla ilgili rakamlar belirsizliğini korudu. Roman çocuklar mendil veya yiyecek satmak, ayakkabı boyamak veya dilencilik yapmak gibi işler yaptırılarak ebeveynleri veya başkaları tarafından sokakta çalıştırıldı. Bu uygulamalar, Suriyeli, Afgan ve Iraklı göçmen çocuklar arasında da önemli bir sorundu. Kayıtlı ve yetişkin Suriyeli sığınmacıların çalışma izni almasını sağlayan bir düzenlemenin uygulamaya konulmasına rağmen birçok Suriyeli yasal koşullarda istihdama erişimde sorun yaşadı ve bunun sonucunda mülteci çocuklar ailelerine destek sağlamak amacıyla, kimi zaman da sömürücü koşullar altında çalıştı.

ABD Çalışma Bakanlığı tarafından hazırlanan Çocuk İşçiliğinin En Kötü Biçimleri Üzerine Bulgular raporuna www.dol.gov/ilab/reports/child-labor/findings/ adresinden ulaşılabilir.

d. İstihdam ve Meslek Temelli Ayrımcılık

Kanunda cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği, renk, ulusal köken veya vatandaşlık, sosyal köken, bulaşıcı hastalık durumu veya HIV pozitiflik durumu açık bir şekilde yer almamaktadır. İş kanunu, işe alım aşamasında karşılaşılan ayrımcılığı kapsamamaktadır. İstihdam veya mesleklerde cinsiyet, etnik köken, din, cinsel yönelim, HIV pozitiflik durumu ve engellilik durumu temelinde ayrımcılık yaşandı. Kaynaklar, siyasi bağlılık veya görüşe dayalı ayrımcılığın da sıklıkla görüldüğünü belirtti. Genellikle para cezası olarak uygulanan cezalar ihlalleri önlemek açısından yetersizdi.

Kadınlar istihdamda ayrımcılığa uğradı ve genellikle şirketlerde, devlet kurumlarında ve sivil toplumda yönetim pozisyonlarında daha az oranda temsil edildi. 2015 verilerine dayanan devlet istatistiklerine göre, kadınların iş gücüne katılımı yüzde 27,5 oranında gerçekleşti; bu oran sekiz milyondan fazla kadına tekabül ediyordu.

Kanun, 50den fazla işçi çalıştıran şirketlerde işgücünün en az yüzde 3ünün, kamu sektöründe ise yüzde 4ünün engellilerden oluşmasını zorunlu kılmaktadır. Hükümetin bu çabalarına rağmen STKlar engelli bireylerin istihdamında ayrımcılık örnekleri görüldüğünü bildirdi.

LGBTİ bireyler istihdamda özel bir ayrımcılığa maruz kaldı. İffetsizlik kavramının içeriği belirsiz olmakla birlikte bazı yasalarca suç sayılmaktadır. Genel rakamlar belli olmamakla birlikte bazı işverenler bu hükümleri emek piyasasında LGBTİ bireylere ayrımcılık uygulamak için kullandı.

>e. Kabul Edilebilir Çalışma Koşulları

Yurt genelinde geçerli aylık asgari ücret, tahmini açlık sınırı olan aylık 450 liranın (118 ABD Doları) üstündeydi.

Kanunlara göre çalışma haftası, bir günü izin olmak üzere haftada 45 saatten oluşur. Fazla çalışma günde üç ve yılda 270 saat ile sınırlandırılmıştır. Kanunlar, ücretli izin veya tatil yapılmasını veya fazla çalışma için daha fazla ücret ödenmesini zorunlu kılmakla birlikte işveren ve çalışanların esnek bir çalışma takvimi üzerinde anlaşmalarına da izin vermektedir. Çalışma Bakanlığına bağlı İş Müfettişliği sendikalı sanayi, hizmet sektörü ve devlet kurumlarında ücret ve saat hükümlerini etkili bir şekilde uyguladı. Sendikasız sektörlerde çalışan işçiler kanun kapsamında hak ettikleri fazla çalışma ücretlerini almakta zorlandı. Kanun, zorunlu fazla çalışmanın aşırı ölçüde yapılmasını yasaklamaktadır. Sendikalara göre, hükümetin belirlediği iş sağlığı ve güvenliği standartları her zaman güncel olmadı veya belirli sanayi kolları için uygun değildi.

Hükümet, asgari ücret ve çalışma saatleri ile iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili kanunları tüm sektörlerde etkili bir şekilde uygulamadı. Kanun, tahminlere göre GSYHnin yüzde 25ini ve iş gücünün dörtte birinden fazlasını oluşturan kayıt dışı ekonomide çalışanları kapsamıyordu. Cezai yaptırımlar para cezası olarak uygulandı ancak ihlallerin önlenmesi konusunda yetersiz kaldı.

İş sağlığı ve güvenliği özellikle iş kazalarının sıkça yaşandığı ve hükümetin iş sağlığı ve güvenliği için gerekli koşulları oluşturma çabalarına rağmen düzenlemelerin düzensiz bir biçimde uygulandığı inşaat ve maden sanayilerinde büyük bir zorluk olmaya devam etti. İşçi Sağlığı ve Güvenliği Meclisi yılın ilk 11 ayında en az 1.851 işçinin işyerinde öldüğünü açıkladı. Birçok sektörde işçiler işten çıkarılma riskiyle karşılaşmadan sağlık ve güvenlik açısından tehlikeli durumlardan kendilerini çıkaramadı ve yetkililer savunmasız konumdaki çalışanlara etkili bir şekilde koruma sağlamadı. İş müfettişlerinin sayısı ülke çapında iş yasalarına uyumu sağlamak için yetersiz kaldı.

Sendikalar, mevcut iş sağlığı ve güvenliği kanunu ile yönetmeliklerinin sözleşmeli veya kayıt dışı işçileri yeterli düzeyde korumadığını belirtti. Özellikle kayıt dışı ekonomide çalışan göçmen ve mülteciler mevsimlik tarım, sanayi ve inşaat gibi farklı sektörlerde standart altı çalışma koşulları altında savunmasız kaldı.