2017 Uluslararsı Dini Özgürlükler Raporu – Türkiye

Yönetici Özeti

Anayasa, ülkeyi laik bir devlet olarak tanımlamakta, vicdan, dini inanç, kanaat, ifade ve ibadet özgürlüğünü öngörmekte ve dini gerekçelerle ayrımcılığı yasaklamaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığı (Diyanet), İslam’la ilgili dini konuları yönetmekte ve koordine etmektedir. Görevi, Sünni İslam uygulamalarının teşvik edilmesi ve mümkün kılınmasıdır. Temmuz 2016 darbe girişimi üzerine ilan edilen olağanüstü hal, yıl boyunca yürürlükte kaldı. Hükümet, darbe girişiminin ülke dışında yaşayan Müslüman din adamı Fethullah Gülen ve hükümet tarafından bir terör örgütü olarak görülen cemaati tarafından düzenlendiğini bildirdi. Temmuz 2016’dan yılsonuna kadar güvenlik güçleri, Gülen cemaati veya ilgili gruplarla bağlantılı oldukları iddiası ile 50.000’den fazla kişiyi tutukladı. Yıl boyunca hükümet, binden fazlasının Diyanet mensubu olduğu binlerce kamu görevlisini kamu kurumlarındaki görevlerinden uzaklaştırdı ya da işten çıkardı. Hükümet, “bir grubun dini inancına açıkça saygısızlık etmek” suçlaması ile kişilere karşı kovuşturmaları sürdürdü ve Müslüman olmayan azınlıkların, özellikle de 1923 Lozan Antlaşması kapsamında tanınmayanların haklarını sınırlandırmaya devam etti. Hükümet, Alevi İslam’a, dini esaslara aykırı bir Müslüman “mezhep” muamelesi yapmaya devam etti ve Alevi ibadet yerlerini tanımama politikasını sürdürdü. Hükümet, “terörist propaganda” yayma iddialarına dayalı olarak iki Şii Caferi televizyonu kapattı. Dini azınlıklar, devlet okullarında zorunlu din derslerinden muaf tutulma, ibadet yerlerinin faaliyette bulunması veya açılması ve arazi ve mülk ihtilaflarının çözümü konusunda güçlükler yaşamaya devam ettiklerini belirttiler. Hükümet, dini azınlık gruplarının kendi din adamlarını eğitme çalışmalarını kısıtladı. Hükümetin 2016’da arazilerini kamulaştırdığı beş kilisenin karşılaştığı hukuki güçlükler devam etti ve kiliselerin üyeleri, hala kendi binalarına giremediklerini beyan ettiler. Hükümet, dini azınlıklar için güvenlik desteği sağlamaya devam etti ve bazı kayıtlı dini binaların onarımı ve restorasyon giderlerini karşıladı.

Aleviler, kimliği belirsiz kişilerin şiddet tehditlerine maruz kalmaya devam etti.  Yahudi, Protestan ve Sünni Müslümanlara karşı olan gruplar ve IŞİD’ın şiddet içeren tehditleri de devam etti. Yahudi aleyhtarı söylemler devam etti ve bazı hükümet yanlısı haber yorumcuları, 2016 darbecileri ile Yahudi toplumu arasında bağlantı kurmayı amaçlayan haberleri yayınlamaya devam ettiler. Bu yorumcular ayrıca Ortodoks ekümenik patrikhane ile darbe girişimi arasında bağlantı kurmaya çalıştılar. Kimlikleri belirlenemeyen saldırganlar, bazı Protestan, Ortodoks, Katolik ve Alevi ibadet yerlerine hasar verdiler. Bunlar arasında 13 Alevi evinin kapılarına kırmızı “X” işareti konulması ve Malatya’daki bir Protestan kilisesine saldırılması bulunmaktadır.

ABD Büyükelçisi, ziyaret için gelen üst düzey ABD yetkilileri ve büyükelçilik ve konsolosluk yetkilileri, hükümet yetkilileri ile görüşmeler yapmaya ve dini çeşitlilik ve yasa çerçevesinde eşit muameleye saygı duyulmasının önemini vurgulamaya devam ettiler. Büyükelçilik ve konsolosluk yetkilileri ile ziyaret için gelen ABD hükümet yetkilileri, dini gruplar üzerindeki kısıtlamaların kaldırması ile mülklerin iadesi ve  dini ayrımcılık içeren bazı durumlar konusunda ilerleme kaydetmesi için hükümete çağrıda bulundular. Büyükelçilik yetkilileri, ayrıca Rum Ortodoks, Yahudi, Ermeni Apostolik Ortodoks Hristiyan, Protestan, Alevi ve Süryani Ortodoks toplumlarının liderleri dâhil olmak üzere çok çeşitli dini grupların liderleri ile görüşmeler yaptılar ve dini özgürlük ve dinler arası hoşgörü ve herhangi bir dine karşı ayrımcı dilin kınanmasının önemini vurguladılar.

Bölüm I. Dini Demografi

ABD hükümeti, nüfusun 81 milyon (Temmuz 2017 tahmini) olduğunu tahmin etmektedir. Türk hükümetine göre nüfusun yüzde 99’u Müslüman ve bunların yaklaşık yüzde 77,5’u da Hanefi Sünni’dir. Diğer dini grupların temsilcileri, üyelerinin nüfusun yaklaşık yüzde 0,3’ünü oluşturduğunu tahmin etmektedir. En son yayınlanmış araştırmalar, nüfusun yaklaşık yüzde 2’sinin ateist olduğunu göstermektedir.

Alevi vakfı liderleri, Alevilerin nüfusun yüzde 25’i ila 31’ini oluşturduğunu tahmin etmektedir. Şii Caferi toplumu, üyelerinin nüfustaki payının yüzde 4 olduğunu tahmin etmektedir. Akademisyenler, gazeteciler ve güvenlik yetkilileri dâhil olmak üzere bazı gözlemciler, yaklaşık dört milyon kişinin, kendisini İslam’dan esinlenen sivil, kültürel ve eğitim hareketi olarak tanımlayan ve hükümetin 2016 darbe girişiminden sorumlu tuttuğu Müslüman din adamı Fethullah Gülen liderliğindeki cemaatin etkisi altında kaldığını tahmin etmektedir.

Müslüman olmayan dini gruplar, çoğunlukla İstanbul ve diğer büyük şehirler yanı sıra güneydoğuda yoğun olarak yaşamaktadır. Kesin rakamların mevcut olmamasına karşın bu grupların verdiği bilgiye göre yaklaşık 90.000 Ermeni Apostolik Ortodoks Hristiyan (bunların 60.000’inin vatandaş ve 30.000’inin de Ermenistan’dan gelen ve oturma izinleri olmayan göçmen olduğu tahmin edilmektedir); 25.000 Katolik (son dönemde Afrika ve Filipinler’den gelen çok sayıda göçmen dâhil) ve 16.000 Yahudi bulunmaktadır. Ayrıca 25,000 Süryani Ortodoks Hristiyan (aynı zamanda Süryani olarak bilinmektedirler); 15.000 Rus Ortodoks Hristiyan (son dönemde Rusya’dan göç etmiş olan ve oturma iznine sahip göçmenler) ve 10.000 Bahai vardır. Diğer gruplar arasında 1.000’den az Yezidi, 5.000 Yehova Şahitleri, 7.000 Protestan, 3.000 Keldani Hristiyan ve 2.000 Rum Ortodoks Hristiyan bulunmaktadır. Bunların dışında sayıları belirlenmemiş az sayıda Bulgar Ortodoks, Nesturi, Gürcü Ortodoks, Ukraynalı Ortodoks, Süryani Katolik, Ermeni Katolik ve Maruni Hristiyan da vardır. İsa Mesih’in Son Zaman Azizler Kilisesi (Jesus Christ of Latter-day Saints Kilisesi -Mormonlar), yaklaşık 300 üyesi olduğunu tahmin etmektedir.

Bölüm II. Hükümetin Dini Özgürlüğe Gösterdiği Saygı

Yasal Çerçeve

Anayasa, ülkeyi laik bir devlet olarak tanımlamakta, vicdan, dini inanç, kanaat, ifade ve ibadet özgürlüğünü öngörmekte ve dini gerekçelerle ayrımcılığı yasaklamaktadır. Anayasada bireylerin, dini törenlere katılmaya veya dinlerini açıklamaya zorlanamayacakları ve ibadetin, “devletin birliğine” karşı olmaması koşulu ile serbestçe yapılabileceği öngörülmektedir. Anayasa, dini gerekçelerle ayrımcılığı yasaklamakta ve “din veya dini duyguların veya dinen kutsal görülen şeylerin” istismar edilmesini veya devlet düzeninin dini inançlara “kısmen bile dayandırılmasını” men etmektedir.

Anayasa, devletin dini konuları koordine ettiği Diyanet’i kurmuştur. Yasaya göre Diyanet’in görevi, özellikle Sünni İslam’a ağırlık vererek İslam inancı, uygulamaları ve ahlaki ilkelerini uygulatmak ve teşvik etmek, halkı dini konularda eğitmek ve camilerin idaresidir. Diyanet, Başbakanlığa bağlıdır ve başkanı, başbakan tarafından atanmakta ve din adamları ve üniversitelerin ilahiyat fakültelerinden seçilen 16 kişilik bir konsey tarafından idare edilmektedir. Diyanet’in beş ana bölümü vardır: dini işleri yüksek kurulu, eğitim, din hizmetleri, yayın hizmetleri ve halkla ilişkiler genel müdürlükleri. Yasada konseyin bütün üyelerinin Sünni Müslüman olmalarının öngörülmemesine karşın uygulamada durum böyledir.

Dini değerlere hakaret konusunda ayrı bir yasa yoktur. Ceza kanununda dini inançlara saygısızlıkta bulunmak da dâhil olmak üzere “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” ile ilgili suçlar hakkında ceza öngörülmektedir. Ceza kanunu, imamlar, rahipler, hahamlar ve diğer dini liderlerin görevlerini ifa ederken hükümeti veya devletin kanunlarını “takbih ve tezyif” etmelerini yasaklamaktadır. Bu hükmün ihlal edilmesi, bir ay ila bir yıl arasında hapis veya suçun başkalarını yasaya uymamaya teşvik etmeyi içermesi halinde üç aydan iki yıla kadar hapisle cezalandırılabilmektedir. Tanınmış bir dine hakaret edilmesine, bir dini grubun törenlerine müdahale edilmesine veya mülküne zarar verilmesine karşı hukuki kısıtlamalar vardır. Tanınmış olan bir dine hakaret edilmesi, altı ayla bir yıl arasında hapisle cezalandırılabilmektedir.

Yasalar, Sufi ve diğer tarikatları ve cemaatleri yasaklamakla birlikte hükümet, genel olarak bu kısıtlamaları uygulamamaktadır.

Dini gruplar için resmi makamlar nezdinde tescil yapılması zorunlu olmamasına karşın yeni bir ibadet yeri yapımı için belediyelerden ruhsat alınmasını gerektirecek şekilde, ibadet yerlerinin hukuki olarak tanınmasının talep edilmesi gereklidir. Hükümet tarafından bir ibadet yeri olarak kabul edilmeyen bir yerde ibadet yapılması yasaya aykırıdır ve hükümet, yasaya aykırı hareket eden yerlere para cezası uygulayabilir veya kapatabilir. 1935 tarihli bir kanun, üyelerinin dini veya etnik kökenine dayalı olarak vakıf kurulmasını yasaklamakta ancak kanunun yürürlüğe girmesinden önce kurulmuş olan vakıflara muafiyet tanımaktadır. Uzun süre önce kurulmuş olan bu vakıflar, Müslüman olmayan Türk vatandaşlarına aittir. Bunların 167 tanesi varlıklarını sürdürmektedir. Bir dini grup, yardım, eğitim veya din dışında kültürel bir amaç gütmesi koşulu ile bir dernek veya vakıf olarak tescil için başvurabilir.

Başbakanlığa bağlı Vakıflar Genel Müdürlüğü (VGM), bütün yardım amaçlı vakıfların faaliyetlerini ve bağlantılı varlıklarını düzenler ve kendi kuruluş tüzüklerinde belirtilen amaçlara uygun faaliyet gösterip göstermediklerini değerlendirir. 1935 tarihli kanundan önce kurulmuş olan dini cemaat vakıfları da dâhil olmak üzere, vakıflar birkaç kategoriye ayrılmışlardır.

Bir vakfın faaliyette bulunmaması halinde hükümet, vakfın artık faaliyette bulunmadığının belirlenmesi ve bütün varlıklarının devlete aktarılması için mahkemelere başvurabilir. Bir vakıf, şirketler ve kira getiren mülkler sayesinde gelir elde edebilir. Bir vakıf kurma süreci, bir dernek kurma sürecine göre daha uzun ve pahalıdır. Ancak derneklerin, yerel düzeyde vakıflara göre daha az hakları vardır. Herhangi bir kategorideki bir vakıf, sadece bir mahkeme kararı ile kapatılabilir. Ancak bir olağanüstü hal veya sıkıyönetim sırasında hükümet, kararname ile vakıfları kapatabilir. 2016’da ilan edilen olağanüstü hal, yılsonunda yürürlükteydi.

Dernekler, tanımları itibarı ile kâr amacı gütmemelidir ve sadece bağış şeklinde mali destek alabilirler. Bir grubun, dernek olarak tescil edilebilmesi için valiliğe bir tecil başvurusunda bulunması gerekir. Tüzüğünün yasaya uygunluğu yönünde teyit beklenildiği esnada ise hemen faaliyete başlayabilir. Tüzüğüne ek olarak, bir yabancı dernek veya kar amacı gütmeyen bir kuruluşun kurucu üye olarak belirtilmesi halinde, grubun, başvurusu çerçevesinde İçişleri Bakanlığından izin alması ve sunması gerekir. Yabancı uyruklu bireylerin grubun kurucu üyeleri olması halinde, oturma izinlerinin kopyalarının sunulması gerekir. Valiliğin, tüzüğün kanunlara veya anayasaya aykırı olduğunu belirlemesi durumunda dernek, kanuni şartlara uymak için tüzüğünde değişiklik yapmalıdır. Yasa uyarınca valilik, dernek yetkililerine para cezası veya başka bir ceza verebilir. Bir dernek, hükümetin dernekleri kararname ile kapatabileceği olağanüstü durum ve sıkıyönetim haricinde sadece mahkeme emri ile kapatılabilir. Medeni kanun, derneklerin din, etnik köken veya ırk nedeniyle ayrımcılık yapmamalarını öngörmektedir.

Bir dini grubun ibadetine müdahale edilmesi, bir ila üç yıl arasında hapis ile cezalandırılabilir. Bir dini mülke zarar verilmesi, üç ay ve bir yıl arasında hapisle cezalandırılabilir ve dini yerlerin tahrip edilmesi ya da yıkılması durumunda bir ila dört yıl arasında hapis cezası verilebilir. İbadethane olarak tescil edilmemiş yerlerde dini törenler yapılmasının yasa dışı olması nedeniyle uygulamada bu kanuni yasaklar, sadece tescil edilmiş dini gruplar için geçerlidir.

Anayasa, devlete ait ilkokul, ortaokul ve liselerde içeriği Milli Eğitim Bakanlığı Din Eğitimi Dairesi tarafından belirlenen zorunlu din ve ahlak derslerini öngörmektedir. Din dersleri, dördüncü sınıfla 12’nci sınıf arasındaki öğrenciler için haftada iki saattir. Sadece ulusal kimlik kartlarında “Hristiyan” veya “Yahudi” yazan öğrenciler din derslerinden muaf tutulmak için başvuruda bulunabilir. Ateistler, agnostikler, Aleviler veya diğer Sünni olmayan Müslümanlar, Bahailer, Yezidiler veya ulusal kimlik kartlarında din bölümünü boş bırakmış olan kişiler muaf tutulamaz. Ortaokul ve lise öğrencileri, normal ders saatleri içinde haftada iki saat seçmeli İslam dini derslerine girebilirler.

İş kanununa göre özel ve kamu sektörü işverenleri, çalışanlara karşı ırk, din, etnik köken, renk, cinsiyet, engellilik veya siyasi görüşler nedeniyle ayrımcılık yapamazlar. Çalışanlar, bir işverene karşı İş Mahkemesinde dava açabilirler. Bir çalışan, ihlal meydana geldiğini kanıtlaması halinde hakların iadesine ilave olarak dört aylık maaşa kadar hak kazanabilir.

Askerlik, erkekler için zorunludur. Vicdani ret konusunda bir hüküm yoktur. Zorunlu askerliğe dini gerekçelerle itiraz edenler, askeri ve sivil mahkemelerde yargılanabilir ve mahkûm oldukları takdirde iki ay ila iki yıl arasında hapis cezalarına çarptırılabilir.

Yasa uyarınca mahkûmlar, cezaevinde ibadet etme hakkına sahiptir. Ancak bütün cezaevlerinde ibadet için ayrılmış yerler yoktur. Hükümet, büyük cezaevlerinde Sünni Müslümanlar için mescitler ve Sünni imamlar sağlamaktadır. Aleviler ve Müslüman olmayanların, cezaevlerinde görev yapan kendi din görevlileri yoktur. Yasaya göre cezaevi makamlarının, dini gruplara, mahkûmun dini ile ilgili kitaplar ve başka materyalleri sunabilmesi için izin vermesi gerekir.

Ulusal kimlik kartlarında dinin belirtildiği bir bölüm bulunmaktadır. Ancak kişiler, bu alanı boş bırakabilirler. Kimlik kartlarında seçenek olarak aşağıdaki dini kimlikler vardır: Müslüman, Rum Ortodoks, Ortodoks olmayan Hristiyan, Yahudi, Hindu, Mecusi, Konfüçyüsçü, Taoist, Budist, Dinsiz veya Diğer. Bahai, Alevi ve Yezidi ile ülkede bulunduğu bilinen diğer gruplar, bir seçenek değildir. Bu grupların üyeleri, mevcut seçeneklerden herhangi birini seçebilir veya bu alanı boş bırakabilir.

Ülke, etnik, dini veya dilsel azınlıkların üyesi olan kişilerin “kendi kültürlerini yaşama, kendi dinlerinde ibadet etme veya kendi dillerini kullanma hakkından mahrum bırakılamayacaklarını” belirten 27. Madde konusunda bir çekince konulmak sureti ile Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’ye taraftır. Bu çekincede “Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin hükümlerinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması ve Eklerindeki ilgili hükümler ve kurallara göre yorumlama ve uygulama” hakkı bulunduğu ileri sürülmektedir.

Hükümetin Uygulamaları

Özet paragraf: Temmuz 2016 darbe girişiminden bu yana hükümet, darbe girişiminden sorumlu tutmaya devam ettiği Gülen cemaati ile bağlantıları olduğu gerekçesiyle 4.000’in üzerinde Diyanet personeli dâhil olmak üzere 100.000’in üzerinde kamu görevlisinin kamu kurumlarındaki görevine son verdi veya açığa aldı. İçişleri Bakanlığına göre yetkili makamlar, darbe girişiminden bu yana terörle ilişkili gerekçelerle 50.000’den fazla kişiyi tutukladı. Hükümet, ayrıca Gülen cemaati ile bağlantıları olabileceğini ileri sürerek bazı yabancıları gözaltına almaya devam etti. Ağustos ayında İzmir’deki bir hâkim, Ekim 2016’dan bu yana tutuklu olan  ABD vatandaşı bir Protestan rahibe karşı hazırlanan ilk iddianameye ilave suçlamalar ekledi. Hükümet, Müslüman olmayan azınlıkların, özellikle de 1923 Lozan Antlaşması kapsamında tanımadığı azınlıkların haklarını sınırlandırmaya devam etti. Hükümet, Aleviliği, dini esaslara bir aykırı Müslüman grup olarak görmeye devam etti ve Alevi ibadet yerlerini (cemevleri) tanımama politikasını sürdürdü. Terörist propaganda yaydıkları iddiası ile çeşitli kurumların hükümet kararnamesi ile kapatılması çerçevesinde hükümet, Ocak ayında Şii Caferilere ait iki televizyon istasyonunu kapattı. Bu kararnamelerde “terörist propagandanın” özelliği belirtilmedi. Aleviler, güvenlikleri konusundaki endişelerini dile getirdiler ve hükümetin dini reformlar konusundaki taleplerini karşılamadığını belirttiler. Temmuz ayında Milli Eğitim Bakanlığı, okul ders programında kapsamlı bir değişiklik yaptı ve laik bireyler ve diğer vatandaşlar, bunun ders kitaplarındaki Sünni Müslüman içeriği artırdığını ve ülkenin laik eğitim sistemine zarar verdiğini söylediler. Her ne kadar  ibadet yerlerinin idaresi veya açılması, arazi veya başka mülk taleplerinde bulunma veya zorunlu din derslerinden muaf tutulma konusunda benzer zorluklar yaşamalarına karşın, Sünni olmayan Müslümanlar devletçe resmi olarak tanınmış Müslüman olmayan azınlıklarla aynı derecede korumadan yararlanamadı. Hükümet, Sünni Müslüman din adamları için eğitim sağlamaya devam ederken diğer dini grupların kendi din adamlarını yetiştirmelerini kısıtladı ve Sünni camilerin yapımı için mali kaynak sağlamaya devam ederken diğer dini grupların arazi kullanımını sınırlandırdı. Rum Ortodoks Kilisesi Ekümenik Patriği Bartholomew, ülkede Rum Ortodoks din adamlarının yetiştirildiği bağımsız bir kurum olarak Heybeliada Ruhban Okulunun yeniden açılmasına izin vermesi için hükümete çağrıda bulunmaya devam etti.

Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra hükümet, üç aylık olağanüstü hal ilan etti ve bunu Ekim ayında beşinci kez uzattı. Hükümet, darbe girişiminden, kendisini İslam’dan esinlenen sivil, kültürel ve eğitim hareketi olarak tanımlayan ancak hükümetin bir terör örgütü olarak gördüğü ülke dışında yaşayan Müslüman din adamı Fethullah Gülen liderliğindeki cemaati sorumlu tuttu. Darbe girişiminden bu yana güvenlik güçleri, çoğunluğu Gülen cemaati ile ilişkileri olduğu gerekçesi ile 50.000’den fazla kişiyi tutukladı. Yıl boyunca hükümet, 1.000’in üzerinde Diyanet çalışanı da dâhil olmak üzere binlerce kamu görevlisini açığa aldı. Hükümet, bir kaç yüzü Diyanet’ten olmak üzere bazı kamu görevlilerini olağanüstü hal kararnamesi ile görevlerine iade etti.

Hristiyan gruplarla bağlantıları olan birkaç kişi de dâhil olmak üzere bazı yabancılar, gözaltına alındı, oturma izinleri konusunda sorunlar yaşadı veya olağanüstü hal kapsamında ülkeye girişlerine izin verilmedi. Protestan toplumundan bazı kaynaklar, hükümetin, özellikle yabancı misyonerleri veya Hristiyan gruplarla bağlantılı kişileri hedef aldığını düşünmediklerini belirttiler. Ekim ayında hükümet, yıl sonu itibarıyla Fethullah Gülen ile bağlantılı cemaate üye olmak (hükümet tarafından “Fethullah Gülen Terör Örgütü” veya “FETÖ” olarak adlandırılmaktadır), casusluk ve hükümeti devirmeye teşebbüs suçlamaları ile yargılama öncesi tutukluluğu devam etmekte olan ABD vatandaşı bir Protestan rahibe yönelik ek suçlamalar yöneltti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan rahibin davası ile Fethullah Gülen’in Amerika Birleşik Devletleri’nden iadesi arasında alenen bağlantı olduğunu belirtti. Rahip, olağanüstü hal kapsamında tutuklanan birkaç ABD vatandaşından biriydi. Diğerleri arasında dini liderler yoktu.

Mayıs ve Ekim aylarında İstanbul’un bir semti olan Ataşehir’deki bir mahkemede, Aralık 2016’da beyzbol sopası ile iki Yehova Şahidine saldırarak 17 yaşındaki bir Yehova Şahidini ağır şekilde yaralayan bir adam hakkında “kasten yaralama” suçlaması ile duruşmalar yapıldı. Bir hâkim, davayı erteledi. Bir sonraki duruşma, Ocak 2018’de yapılacaktır.

Bursa’daki Protestan toplumuna göre hükümet, IŞİD veya bağlantılı grupların tehditlerde bulunduğu haberleri üzerine şehirdeki ibadethane için polis koruması sağladı.

Nisan ayında polis, Furkan Vakfı’nın Adana’da Hazreti Muhammed’in doğum günü kutlamalarını durdurmak için müdahalede bulundu. Polise göre kendisini bir sosyal ve dini sivil toplum kuruluşu olarak tanımlayan bir Sünni grup olan Furkan Vakfı gerekli izinleri almadı. Polis, kalabalığı dağıtmak için göz yaşartıcı bomba ve plastik mermi kullandı ve 200’den fazla kişiyi gözaltına aldı.

Hükümet, “Müslüman olmayan azınlıklara” geniş biçimde atıfta bulunan 1923 Lozan Antlaşmasının sadece üç tanınmış gruba, yani Ermeni Apostolik Ortodoks Hristiyanlara, Yahudilere ve Rum Ortodoks Hristiyanlara özel yasal azınlık statüsü verdiği şeklinde yorumlamaya devam etti. Hükümet, Müslüman olmayan azınlıkların patrikhaneler ve baş hahamlık gibi liderliklerini veya idari yapılarını tüzel kişilik olarak tanımadı ve bu nedenle mülk satın alma veya sahip olmaları ya da mahkemelerde dava açmaları mümkün olmadı. Diğer dini azınlık toplulukları ile birlikte bu üç grup, dini mülklere sahip olmak ve kontrol edebilmek için ayrı yönetim kurulları ile daha önceden kurmuş oldukları bağımsız vakıflardan yararlanmak zorunda kaldı. Hükümetin, bu konuda bulunduğu vaatlere rağmen vakıf kurul üyelerinin seçimine izin verecek ve 2013’de yürürlükten kaldırılanların yerini alacak yeni yönetmelikleri hala yayınlamamış olması nedeniyle bu vakıflar, kendi yönetim kurullarının yeni üyelerini seçemediler.

Hükümet, bunu yapması için hukuki bir yükümlülük altında olmadığı yönündeki tutumunu devam ettirerek, ekümenik patriği, dünyadaki 300 milyon Ortodoks Hristiyanın lideri olarak tanımamaya devam etti. Hükümet, ekümenik patriğin “ekümenik” olmadığı ve sadece ülkedeki Rum Ortodoks azınlık nüfusunun dini lideri olduğu şeklindeki tutumunu sürdürdü. Hükümet, sadece Türk vatandaşlarına Ekümenik Patrikhanenin Holy Snod veya patrik seçimlerinde oy kullanmalarına izin vermeye devam etti ancak gelecek patrik olarak aday olacak kişilerin sayısının artırılması için hükümetin 2011’de bulduğu geçici çözümün şartları çerçevesinde Rum Ortodoks metropolitlerine vatandaşlık verme uygulamasını sürdürdü. İstanbul’da merkezi hükümeti temsil eden İstanbul Valiliği, bazı durumlarda başka ülkelerden gelen aynı dine mensup kişilerin bu gruplar içinde gayrı resmi olarak liderlik konumlarını üstlenmiş olmalarına karşın Rum Ortodoks (Ekümenik Patrikhane), Ermeni Apostolik Ortodoks ve Yahudi toplumu liderlerinin Türk vatandaşı olmaları gerektiğini belirtmeye devam etti.

Ermeni Apostolik Patrikhanesi ve Ekümenik Patrikhanesi, hukuki tanım elde etmek için girişimde bulunmaya devam ettiler ve cemaatleri, ayrı dini vakıfların üyeleri olarak faaliyet gösterdiler. Patrikhanelerin tüzel kişiliğe sahip olmamaları nedeniyle ayrı kurullar tarafından kontrol edilen bağlantılı vakıflar, dini grupların bütün malvarlığını elinde bulundurmaya devam etti ve patrikhaneler, herhangi bir varlığın kullanımını yönlendirme veya kendi gruplarını başka şekilde yönetme konusunda yasal bir yetkiye sahip olmadılar.

Mart ayında İstanbul valiliği, Ermeni Patrikhanesi’nin Ruhani Meclisinin yeni bir patrik seçimi sürecinin başlatılması amacıyla bir kayyum seçilmesi kararını durdurdu. Görevdeki Patrik Mesrob II, sağlık durumu nedeniyle görevlerini ifa edemedi ve bu görevi bir vekil patrik üstlenmeye devam etti. Grubun bazı üyeleri, valiliğin bildirimini kilisenin içişlerine müdahale olduğu gerekçesiyle eleştirdi. Patrikhane kaynakları, hükümetin daha sonra Mart ayındaki kayyum seçimini tanıdığını belirttiler. Temmuz ayında seçilen kayyum, Aralık ayında patrik seçiminin yapılması için hükümete başvurdu. Yılsonu itibarı ile cemaat, patrik seçiminin nasıl yapılacağı konusunda hükümetten henüz bir cevap almamıştı.

Protestan kiliselerinin çoğunluğu, ibadethanelerin tescil edilmesi konusunda bürokratik güçlüklerle karşılaştıklarını bildirdiler. Sonuçta kilise dernekleri olarak tescil edilmeleri uygulaması sürdürüldi ve ibadet hizmetleri için tescil edilmemiş yerlerde toplanmaları gerekti. Protestan cemaatine göre beş vakıf (dördü 1936’dan önce mevcuttu), 36 dernek ve bu derneklerle bağlantılı 30’un üzerinde temsilcilik vardı.

Ocak ayında hükümet, kadın jandarmaların şapkaları ve keplerinin altına türban takmalarına izin verileceğini açıkladı. Şubat ayında hükümet, bunun kapsamını bütün askeri birliklere genişletti.

Ocak ayında hükümet, Şii Caferilere ait iki televizyonu, “terörist propaganda” yaydığı gerekçesi ile kapattı. Kapatma kararnamelerinde “terörist propagandanın” niteliği belirtilmedi. Caferi örgütleri, bir milletvekili ve diğerleri kararı aleni olarak eleştirdi.

İzmit’teki bir Protestan kilisesine 2013’de geniş çaplı bir saldırı düzenlenmesi ve rahibinin öldürülmesi komplosuna karışmakla suçlanan 13 kişinin yargılanması yıl boyunca devam etti. Aralık ayında bir hâkim, bir sonraki duruşmayı, komploya karıştıkları ileri sürülen iki yerel güvenlik görevlisine yönelik bir soruşturmanın sonuçlanmasına kadar Mayıs 2018’e erteledi. Bir hâkim, daha önce bütün sanıkları tahliye etmişti.

Devlet, Sünni Müslüman din adamları için eğitim sağlamaya devam ederken ülkedeki diğer dini grupların, kendi din adamlarını yetiştirmelerini kısıtladı. Ülkede manastır tipi ruhban okullarının bulunmaması, Rum Ortodoks ve Ermeni Ortodoks Patrikhanelerinin kendi din adamlarını yetiştirme imkânına sahip olmadıkları anlamını taşıyordu. Rum Ortodoks Kilisesi lideri Ekümenik Patrik Bartholomew, Heybeliada Ruhban Okulunun ülkedeki Rum Ortodoks din adamlarının yetiştirilebilmesi amacıyla bağımsız bir kurum olarak yeniden açılmasına izin vermesi için hükümete yeni çağrılarda bulundu. Anayasa Mahkemesinin 1971 yılında verdiği bir kararın, özel yüksek eğitim kurumlarının faaliyetlerini yasaklaması nedeniyle ruhban okulu kapatılmıştı.

Bazı Protestanlara göre birçok savcı ve polis, evanjelik Protestanların başkalarını kendi dinlerine katılmaya ikna faaliyetleri dâhil olmak üzere kamuoyuna yönelik belirli dini söylemlere ve dini aktivizme şüpheyle yaklaşmaya devam etti. Nisan ayında dönemin Başbakan Yardımcısı Veysi Kaynak, misyonerlik faaliyetlerinin yasaklanması gerektiğini belirtti ve başkalarını kendi dinine katılmaya ikna faaliyetlerini, ülkenin birliğine karşı bir faaliyet olarak nitelendirdi. Başkalarını kendi dinine katılmaya ikna faaliyetleri, yılsonu itibarı ile hala yasalara uygundu.

Mayıs 2016’da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Türkiye’nin İzmir ve Mersin’de Yehova Şahitlerine uygun ibadet yerleri temin etmeyi reddederek dini özgürlüklerini ihlal ettiği yönünde karar verdi. Hükümet, yıl içinde bu kararı uygulamadı.

Yehova Şahitlerine göre 29 farklı belediye, belediye imar haritalarında bir dini tesis yeri ayrılması için Yehova Şahitleri tarafından yapılan 91 talebi reddetti. Yerel yönetimler, ülkede bir Kingdom Halls (Yehova Şahitlerinin ibadethanesi) için imar izni vermedi.

Protestan gruplara göre birçok yerel yetkili, kiliselere camilere uygulamadıkları asgari alan şartı gibi imar standartları uygulamaya devam etti. Yerel yetkililer, Protestan gruplarının küçük cemaatler için bile kilise inşası için 2,500 metre kare arsa (27 bin fit kare) satın almalarını şart koştular. Yetkililer, bu şartı alışveriş merkezlerinde, havaalanlarında ve başka yerlerde küçük camiler inşa etmelerine izin verdikleri Sünni Müslüman cemaatler için uygulamadılar. Protestan gruplar,  imar şartları nedeniyle yıl içinde yeni bir kilise inşa etmek için ruhsat başvurusunda bulunmadıklarını belirttiler.

Dini cemaatler, terör grubu Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ve hükümetin güvenlik güçleri arasındaki çatışmalarda hasar gören mülklerinin 2016’da ki kamulaştırma kararına itirazlarını sürdürdüler. Hükümet, bu mülkleri “çatışma sonrası yeniden imar” amacıyla kamulaştırmıştı. Yıl sonu itibarı ile hükümet, Diyarbakır ilindeki tarihi ve antik Sur Mahallesi, Kurşunlu Camii, Hasırlı Camii, Surp Giragos Ermeni Kilisesi, Mar Petyun Keldani Kilisesi, Süryani Protestan Kilisesi ve Ermeni Katolik Kilisesi dâhil olmak üzere  mülklerden hiç birini iade etmemiş veya onarımlarını tamamlamamıştı. Nisan ayında en yüksek idari mahkeme olan Danıştay, Surp Giragos Ermeni Kilisesinin kamulaştırılmasının durdurulması konusunda ihtiyati tedbir kararı verdi. Kilise, yılsonuna kadar açılmadı ve bu davalar devam etti. Ayrıca yıl sonu itibarı ile hükümet, PKK ile mücadele sırasında hasar gören mülklerin kamulaştırılması nedeniyle dini gruplara tazminat ve eski durumuna getirme ödemesi yapmamıştı. Eylül 2016’da VGM, kamulaştırılan Ermeni Katolik Kilisesinin restorasyonuna başladı. Yıl sonu itibarı ile restorasyon tamamlanmamıştı ve kilise, halka açılmamıştı. Hükümet, Kültür Bakanlığının bazı mülklerin restorasyonunu koordine edeceğini ve VGM’nin sahip olduğu mülkleri restore edeceğini açıkladı. Ancak yılsonuna kadar herhangi bir restorasyon gerçekleşmedi.

Hükümet, yıl sonuna kadar daha önceki yıllarda el konulmuş olan başka mülkleri iade etmedi. 2011’den bu yana VGM, el konulan mülkler için tazminat başvurusunda bulunan dini azınlık vakıflarından 1.560 başvuru aldı. VGM, 333 mülkü iade etti ve 21 başka mülk için tazminat ödedi. VGM, 2011’deki diğer başvuruları reddetti ve bu başvuruların, 2011 tazminat kanununda belirtilen kriterlere uygun olmadığını açıkladı. Tazminat başvurularının sunulması süresi, 2013’de sona erdi ve bu nedenle hiçbir dini vakıf, yıl içinde yeni başvuruda bulunmadı.

Daha önce mülklerin iadesi için başvuruda bulunmuş olan Rum Ortodoks, Ermeni Ortodoks, Yahudi, Süryani Ortodoks, Bulgar Ortodoks, Gürcü Ortodoks, Keldani ve Ermeni Protestan cemaatleri,  çözüme kavuşturulmamış bu taleplerin kendi cemaatleri için bir sorun olduğunu açıklamaya devam ettiler. Resmi olarak tanınmış dini vakıflar, el konulmuş mülkleri için tazminat alabildiler ancak yasal olarak tanınmamış dini kurumlar ve cemaatler tazminat alamadı.

Haziran ayında Mardin’deki bir mahkeme, bir Süryani vakfı adına tescil edilmemiş olan kiliseler, mezarlıklar ve köy evleri dâhil olmak üzere kamulaştırılmış Süryani cemaati mülklerinin Hazine’ye ait olması konusunda Süryani Mor Gabriel Vakfı tarafından yapılan itirazı reddetti. Mevcut yasa, bu tür cemaate ait (tescil edilmemiş) mülklerin Hazine’den bir dini vakfa Süryani cemaati adına devredilmesine izin vermemektedir. Hükümet, dini mülkleri VGM’ye devretmeyi ve Süryani cemaatine uzun dönemli kiralamayı önerdi ancak cemaat, öneriyi reddetti ve tam mülkiyet hakkını elde etmesine imkân sağlayacak hukuki bir çözüm için girişimlerde bulundu. Temmuz ayında bir Süryani milletvekili, hükümetin farklı inançlara sahip vatandaşlarını koruyacak politikalar benimsemesi çağrısında bulundu.

İstanbul’daki Sultangazi belediyesi, Nisan ayında imar kanunu ihlalleri gerekçesiyle bir cemevini yıkacağını açıkladı ve bu cemevinin, ilçenin imar planlarında bir ibadethane olarak gerekli şekilde gösterilmemiş olduğunu belirtti. Ancak iki gün sonra İçişleri Bakanlığı, kararı iptal etti.

Hükümet, belediyeler aracılığı ile Sünni camilerinin inşası için arazi temin etmeye ve mali kaynak sağlamaya devam etti. Diyanet’e göre 2016’da 87.381 olan cami sayısı yıl içinde 90.000’in üzerine çıktı. Alevi gruplarının yeni cemevleri inşa edebilmelerine karşın hükümet, bunların yapımı için mali destek sağlamaktan kaçınmaya devam etti. Ağustos ayında, VGM tarafından restore edilmesinden sonra, İstanbul’un tarihi Hamidiye camii Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın katılımları ile resmi olarak açıldı.

Ramazan ayı boyunca hükümet, kendisine ait dini televizyon kanalı olan Diyanet TV’de, 1935’de dini statüsüne son verilmiş ve bir müzeye dönüştürülmüş olan Ayasofya’dan Kuran ayetlerinin okunmasının günlük olarak yayınlaması uygulamasına üçüncü yılda da devam etti. Haziran ayında dönemin Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, minarelerinden ezan okunurken Ayasofya’da özel bir mülakat verdi.

Hükümet, Antakya’daki St. Peters Kilisesi, Demre yakınlarındaki St. Nicholas Kilisesi, Isparta yakınlarındaki St. Paul Kilisesi ve Selçuk yakınlarındaki Meryem Ana Evi gibi daha önceden devlet müzelerine dönüştürülmüş dini açıdan önemli yerlerde yıllık ve başka anma niteliğinde dini ibadet hizmetlerine izin vermeye devam etti. Ekümenik Patrikhane, Trabzon yakınlarındaki Sümela Manastırındaki yıllık töreni bir kez daha devam eden restorasyon nedeniyle iptal etti ve başka bir yerde yaptı.

Aralık ayında Anayasa Mahkemesi, bir yerel mahkemenin imamların siyasi faaliyetlerde bulunmaları ve açıklamalar yapmalarını yasaklayan bir yasa hükmüne yaptığı itirazı reddetti. Mahkeme, imamlar, müftüler ve diğer Diyanet personelinin, bir siyasi partinin övülmesi veya eleştirilmesi dahil olmak üzere siyasi faaliyetlerde bulunmalarına ilişkin yasağın süreceği yönünde karar verdi.

Mart ayında Antalya’daki bir yerel mahkeme, ailesinin itirazda bulunması üzerine ateist bir ailenin kızının, zorunlu din derslerinden muaf tutulmasına karar verdi.

Aralık ayında Milli Eğitim Bakanlığı, normal ders saatleri sırasında “ahlaki değerler” eğitimi vermesi için İslamcı Hizmet Vakfı ile üç yıllık bir protokol imzaladı. Öğretmenler sendikası Eğitim-Sen, ders saatleri içinde bu tür programların düzenlenmesinin öğrencileri katılmaya zorlayacağını belirtti ve kendi görevlerini bir dini tarikatla bağlantılı bir kuruluşa devrettiği gerekçesiyle bakanlığı eleştirdi. Sendika, protokolün iptal edilmesi için Danıştay’a başvurdu.

Yıl sonu itibarı ile hükümet, AİHM’nin 2013’de devlet okullarındaki zorunlu din derslerinin eğitim özgürlüğünü ihlal ettiği yönünde verdiği karara uymamaya devam etti. AİHM, hükümetin 2015’de karara yaptığı itirazı reddetti ve Alevilerin, hükümetin zorunlu tuttuğu derslerin Sünni İslamı teşvik ettiği ve kendi dini inançlarına aykırı olduğu yolundaki yasal talebini kabul etti. Yetkililer, AİHM’nin kararından sonra 2011’de din dersleri müfredatına Alevilik hakkında bilgiler ekledi ancak birçok Alevi, bu bilgilerin yetersiz ve bazı durumlarda yanlış olduğunu belirtti. İstanbul’un Küçükçekmece ilçesinde Mart 2015’de bir Alevi okulunun yapımına başlandı. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Nabi Avci, hükümetin okulu Alevi-Bektaşi inancının öğretileceği bir yer olarak sivil toplum kuruluşu Yardım Eden Eller Vakfı ile işbirliği içinde inşa edeceğini açıkladı. Hükümete göre okulun ana ve ek binalarının inşaatı yılsonunda devam ediyordu.

Temmuz ayında Milli Eğitim Bakanlığı, okul müfredatında kapsamlı değişiklikler yaptı. Bazı laik kişiler, Aleviler ve diğer vatandaşlar bunu, ders kitaplarındaki Sünni Müslüman içeriği artırırken Türkiye Cumhuriyeti’nin laik kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptığı devrimlere ilişkin bazı bilgileri kitaplardan çıkardığı gerekçesiyle eleştirdi. Yeni müfredat, ders kitaplarına İslami cihat kavramını dâhil ederken diğer değişikliklerin yanı sıra evrim kuramını da çıkardı. Yeni müfredatın ilk uygulanmasına ilişkin bilgiler sınırlıydı. Eylül ayında Alevi gruplar ve laikler, çeşitli kentlerde yeni ders müfredatını protesto ettiler ve “bilimsel” ve laik bir eğitim sistemi çağrısında bulundular. Aleviler, yeni müfredatı eskisinden daha fazla mezhepçi olduğu gerekçesiyle eleştirdi.

Eylül ayında Diyanet, imamlar dâhil olmak üzere Diyanet personelinin her ilde hükümet tarafından idare edilen üniversite yurtlarında görevlendirilmesi için 2016’da başlatılan bir pilot programın genişletilmesi ve kalıcı hale getirilmesine yönelik bir planı açıkladı. Diyanet, bu görevlilerin yurtlarda “ahlaki değerlerle” ilgili sorunlara çözüm bulunması için “ahlaki yönlendirme” sağlayacaklarını ve her altı ayda bir performans incelemesi ile Diyanet’in il müftülüklerine bağlı olacaklarını bildirdi. Kendilerini laik olarak tanımlayan birçok kişi, planı eleştirerek dinin eğitim sistemi üzerinde daha etkili olmasına neden olduğunu belirtti.

Sünni olmayan Müslümanlar, özellikle nüfus cüzdanlarında dinlerinin “Müslüman” olarak belirtilmiş olması halinde ilkokul ve orta öğrenim okullarında zorunlu din derslerinden muaf tutulma konusunda güçlüklerle karşılaşmaya devam ettiklerini ve genellikle Sünni İslam’ın farklı yönlerine ilişkin seçmeli dersler arasından seçim yapmak zorunda kaldıklarını bildirdi. Hükümet, zorunlu derslerin dünyadaki dinlerden bazılarını kapsadığını bildirirken Aleviler ve Süryani Ortodoks cemaati üyeleri, derslerin büyük ölçüde Hanefi Sünni İslami doktrini yansıttığını ve diğer dini gruplar hakkında olumsuz ve yanlış bilgiler içerdiğini belirttiler. Bazı Aleviler, okullarda Alevi öğrencilere kendi dinleri hakkında yanlış bilgiler verildiğini ve anne ve babalarının evde bu yanlış bilgileri düzeltmelerinin gerektiğini bildirdiler.

Eylül ayında bir Alevi vakfı, bir Alevi dini törenini “halk dansı” olarak tanımlayan bir ikinci sınıf ders kitabını eleştiren bir açıklama yaptı.

Protestanlar dahil olmak üzere diğer dini azınlık gruplarının üyeleri de din derslerinden muaf tutulma konusunda güçlükler yaşadıklarını belirttiler. Bazı kaynaklar, okullarda zorunlu dini eğitimden muaf tutulan öğrenciler için bir alternatif olmaması dolayısıyla bu öğrencilerin göze çarptıklarını ve bu nedenle ilave bir sosyal damgalanma ile karşı karşıya kalabileceklerini ifade ettiler.

Hükümet, Rum Ortodoks, Ermeni Ortodoks ve Yahudi dini vakıflarına Milli Eğitim Bakanlığı denetimi altında okul açmaları için izin vermeye devam etti. Kayıt dışı Ermeni göçmenlerin ve Suriye’den gelen Ermeni sığınmacıların çocukları da bu okullara gidebiliyordu. Ancak hükümetin, yasal çerçevede göçmen ve sığınmacı çocuklarını “ziyaretçiler” olarak sınıflandırması nedeniyle bunlar, bu okullardan diploma alma hakkına sahip değildi. Bu okulların müfredatında bu üç grubun kültürlerine özgü olan ve azınlık gruplarının dillerinde öğretilebilir bilgiler yer aldı. Bu üç cemaat, söz konusu okulların giderlerinin büyük bölümünü karşılamaya devam etti. Hükümet, Türkçe derslerini finanse etti. 2014’den bu yana bir kreş işletmiş olan Süryani Ortodoks cemaati, hala başka okullar açamıyordu. Hükümet, diğer dini grupların okul açmasına izin vermedi.

Hükümet,  orta öğretim okullarına sınırlı sayıda öğrencinin kayıt yapmasına izin verdi ve on binlerce öğrenciyi giriş sınavı puanlarına veya yakınlıklarına göre devlete ait imam hatip okullarına yönlendirdi. Hükümet, talep olduğu gerekçesiyle birçok din eğitimi ağırlıklı olmayan devlet okulunu imam hatip okullarına dönüştürmeye devam etti ve öğrenciler, bunun laik devlet okullarına gitmeyi tercih edenler için coğrafi bir engel oluşturduğunu belirttiler. İmam hatip okullarına giden öğrencilerin sayısı, 2015’de yaklaşık bir milyon iken 1,2 milyona yükseldi. 2016 darbe girişiminden bu yana hükümet, birçoğu Fethullah Gülen liderliğindeki cemaatle bağlantılı en az 1.284 özel okulu “terörle mücadele” gerekçesiyle kapattı. Hükümet, bu özel okullardan bazılarını imam hatip okullarına dönüştürdü.

Bazı okul ders kitaplarında misyonerleri eleştiren bölümler yer almaya devam etti. Tavsiye edilen Türk Cumhuriyeti Reformları ve Atatürkçülüğün Tarihi başlıklı bir sekizinci sınıf kitabının “Ulusal Tehditler” başlıklı bir bölümünde misyonerlik faaliyetlerine yer verilmektedir. 2015’de yapılan bir kamuoyu yoklamasına göre katılımcıların yüzde 66’sı misyonerler ve her türlü misyonerlik faaliyeti konusunda olumsuz bir görüşe sahipti.

Üniversiteler dâhil olmak üzere birçok kamu binasında Müslümanların ibadet edebilecekleri küçük camiler varlıklarını sürdürdü. Haziran ayında Milli Eğitim Bakanlığı, her yeni okulda İslami ibadet odası olan bir mescit bulunmasını şart koşan yeni bir yönetmelik yayınladı. Hükümet, Alevilerin, Sünni olmayanlar için ibadet yerleri bulunmayan resmi binalarda, benzeri ibadet yerleri oluşturmalarına izin vermemeyi sürdürdü. Alevi liderler, ülkede, talebi karşılamaya yeterli sayıda cemevi bulunmadığını ve yaklaşık 2.500 ila 3.000 arasında cemevi bulunduğunu bildirdiler. Hükümet, Diyanet tarafından finanse edilen camilerin dini öğretilerine bakılmaksızın Aleviler ve bütün Müslümanlar tarafından kullanılabileceğini açıklamaya devam etti.

Yıl sonu itibarı ile hükümet, cemevlerini ibadethaneler olarak hala hukuken tanımamıştı. Yargıtay, bir alt mahkemenin Ağustos 2015’de verdiği cemevlerinin ibadethane olduğu ve elektrik, su, vs. faturalarının ödenmesinden muaf tutulma gibi Sünni camilere tanınan aynı yardımları almaları gerektiği yönündeki kararını teyit etti. Birçok belediye, sadece Sünni Müslüman camileri için bu faturaları tahsil etmeme uygulamasını sürdürdü. Ancak muhalefetteki Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) ve Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) yönetimindeki birkaç belediye, cemevlerini tanıdı ve elektrik, su, vs. ödemelerinden muaf tuttu. Aleviler, hükümete Yargıtay kararına uyması çağrısında bulunan açıklamalar yaptılar. Haziran ayında AİHM, İstanbul’daki bir cemevinin elektrik ve su faturalarını ödemeyi reddettiği için hükümete 54.000 euro (64.800$) para cezası uyguladı. Temmuz ayında Danıştay, İstanbul’daki başka bir cemevi lehine karar verdi ve Diyanet’in cemevinin elektrik faturalarını ödeme zorunda olduğunu bildirdi. Hükümet, yılsonuna kadar bu kararı ülke çapında uygulamadı.

Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz, muhalefet milletvekillerinin bir sorusu üzerine Haziran ayında sosyal medya hesaplarında Alevilere hakaret ve tehdit eden bir akademisyenin üniversitesi tarafından açığa alındıktan sonra göreve iade edildiğin ve başka bir devlet üniversitesinde görevlendirildiğini bildirdi.

Kasım ayında hükümet, il ve ilçe düzeylerindeki müftüler ve onların belirlediği kişilere, devlet adına resmi olarak evlilik kıyma yetkisi veren bir kanunu kabul etti. Hükümet, yeni kanunun evlilik ve nikâh kıyma sürecini daha etkin hale getireceğini belirtirken bunu destekleyenler, kanunun imam nikâhlarını azaltacağını ifade ettiler. Laikler, kanunun Anayasa’nın laiklik ilkesine aykırı olduğunu belirtirken kadın örgütleri, bunun çocuk evliliklerini artıracağını ifade ettiler. Kanun, diğer dinlerin din adamlarına aynı yetkiyi vermediği için karşı çıkan bazı kişiler, kanunun sadece Sünni Müslüman çoğunluk içindeki talepleri karşılayarak diğer dini grupların ihtiyaçlarını göz ardı ettiğini ileri sürdüler.

Diyanet, bütün kayıtlı camilerin faaliyetlerini düzenledi. Diyanet, verilerin mevcut olduğu son yıl olan 2016 itibarı ile 112.725 dini personelin maaşlarını ödedi. Bu sayı, 2015’de 117.378’di. Hükümet, diğer dini grupların dini liderleri, eğiticileri veya başka personelinin maaşlarını ödemedi. Ocak 2016’da Kamu Denetçiliği Kurumu, Boyacıköy Surp Yerits Mangants Ermeni Kilisesi Vakfının itirazı üzerine Diyanet’in, rahiplerin maaşlarını ödemesi gerektiği yönünde tavsiye görüşü bildirdi. Baş kamu denetçisi, “ilgili yönetmeliklerde değişiklik yapılarak haksız uygulamanın ortadan kaldırılmasını” desteklediğini bildirdi. Yıl sonu itibarı ile bu konuda herhangi bir adım atılmamıştı.

Ağustos itibarı ile 68 Yehova Şahidi, askerlik konusunda vicdani retçiler olarak adli kovuşturmaya tabi tutuldular. Jehova Şahitleri yetkilileri, hükümetin aynı zamanda Yehova şahidi de olan vicdani retçileri “bitmek bilmeyen askerlik celplerine, tekrarlanan para cezalarına ve hapis tehditlerine” tabi tuttuğunu belirttiler.

Bazı Müslüman olmayan kişiler, nüfus cüzdanlarında dinlerini belirtme zorunluluğunun onları ayrımcılık ve tacize maruz bıraktığını bildirdiler. Birçok dini grubun üyeleri, nüfus cüzdanlarında dinlerini belirtmedikleri veya Müslümanlık dışında bir dini belirttikleri için kamu görevlerine atanmadıklarını ve özel sektörde de ayrımcılıkla karşılaştıklarını ifade ettiler.

Şubat ayında hükümet, bir kişinin dinini sadece bir bilgisayarda tarandığında görülebilecek şekilde karttaki bir çipte kaydeden yeni nüfus cüzdanlarının dağıtımına başladı. Şubat 2016’da dönemin İçişleri Bakanı Efkan Ala, çipte dinin kaydedilmesinin isteğe bağlı olacağını açıkladı.

Nusaybin’de Süryani cemaati, hükümet güçleri ve PKK arasındaki çatışmaların sürdüğü birkaç yıl içinde hasar görmüş veya yıkılmış yedi Süryani kilisesinden üçünün restorasyonunu gerçekleştirdi. Yedi kiliseden ikisi, çatışmalar sırasında tamamın yıkılmıştı. Diğer ikisindeki onarım çalışmaları, yıl sonunda devam ediyordu. Kasım ayında Başbakan Yardımcısı Hakan Çavuşoğlu, hükümetin Süryani kiliselerini Mardin’in Taşköy (Arbo) köyündeki Süryani vakıflarına devretmeye yönelik bir plan üzerinde çalıştığını ve kanunun, ayrıca mülklerin Mardin’deki Mor Gabriel Vakfı’na devredilmesini kolaylaştıracağını belirtti. Mardin’in Taşköy köyündeki kiliseler arasında Mor Dimet, Mor Salito, Meryem Ana, Mor Gevargis, Mor Batlo, Mor Simuni ve Mor Semun bulunmaktadır.

Nisan ayında dönemin Başbakan Yardımcısı Veysi Kaynak, Bursa’daki bir kilisenin hükümetin sağlayacağı mali kaynakla onarılacağını ve binanın, dini törenler için yeniden açılacağını bildirdi. 10 yıldan fazla bir süre Vakıflar Gnel Müdürlüğüne ait olan bina, Alman Katolik, Roman Katolik, Ortodoks ve Türk Protestan cemaatleri tarafından paylaşılmıştı.

Ankara Üniversitesi, 27 Ocak’ta Yahudi Soykırımını Anma Günü dolayısıyla bir etkinlik düzenledi. Dönemin Başbakan Yardımcısı Tuğrul Türkeş, bu etkinliğe katıldı. Dışişleri Bakanlığı da soykırım konusunda yazılı bir açıklama yaptı. Şubat ayında hükümet, 1942’de İstanbul açıklarında batan Struma gemisinde ölen yaklaşık 800 Yahudi mülteciyi tekrar andı. İstanbul Valisi, anma törenine katıldı ve Dışişleri Bakanlığı sözcüsü, başsağlığı diledi.

Müslüman, Yahudi ve Hristiyan dini liderleri, İstanbul’daki çeşitli belediyelerin temsilcileri ile Haziran ayında bir dinler arası iftarda bir araya geldiler.

Kasım ayında Ekümenik Patrik Bartholomew, İstanbul’un Edirnekapı semtindeki Aya Yorgi Rum Ortodoks Kilisesinin VGM tarafından üç yıl süren restorasyonundan sonra yeniden açılış törenine başkanlık etti. İstanbul Valisi Vasip Şahin ve VGM Genel Müdürü Adnan Ertem, yeniden açılış törenine katıldı.

Bölüm III. Dini Özgürlüklere Toplumsal Saygı Durumu

Yahudi toplumu üyeleri, ülke çapında Yahudi karşıtlığı ve artan şiddet tehditleri konusunda kaygılarını dile getirmeye devam ettiler. Hükümet, IŞİD’in Yahudi okullarına karşı özel şiddet tehditleri üzerine güvenlik önlemlerini artırdı. Yahudi toplumu üyeleri, hükümetin aldığı önlemlerin yararlı olduğunu belirttiler.

Temmuz ayında Alperen Ocakları’nın yaklaşık 100 üyesi, İsrail’in iki İsrail polis memurunun ölümü ile sonuçlanan 14 Temmuz’daki bir saldırının ardından Kudüs’teki Haremi Şerif’te aldığı güvenlik önlemlerine tepki olarak İstanbul’daki Neve Şalom Sinagogu’nun dışında bir protesto düzenledi. Alperen Ocakları, kendisini bir eğitim ve kültür vakfı olarak tanımlamaktadır ve İslamcı milliyetçi Büyük Birlik Partisi ile bağlantıları vardır. Kaynaklar, protesto sırasında hiç bir polisin bulunmadığını bildirdiler. Alperen Ocakları İstanbul Şubesi Başkanı Kürşat Mican, İsrail hükümetini Filistinlilerin ibadet özgürlüğünü engellemekle suçladı ve Yahudi toplumunu tehdit etti: “Orada bizim ibadet özgürlüğümüzü engellerseniz, biz de burada sizin ibadet özgürlüğünüzü engelleyeceğiz ve buraya giremeyeceksiniz.” Protestocular, kendiliklerinden dağılmadan önce taş attılar ve sinagogun kapılarını tekmelediler. Yahudi toplumu, yetkili makamlardan gerekli güvenlik önlemleri almalarını talep etti. Saldırıdan birkaç gün sonra yüksek düzeyde hükümet yetkilileri, Yahudi toplumu için desteklerini göstermek amacıyla temsilcilerini telefonla aradılar.

Ağustos ayında iki kişi, Haremi Şerif’teki İsrail güvenlik önlemlerini protesto etmek amacıyla Ayasofya’da namaz kıldı. Bu kişiler “Bu bir müze değil camidir” şeklinde konuştular. Güvenlik görevlileri, bu kişileri namaz sonrasında dışarı çıkardılar.

İstanbul’daki Reina gece kulübüne karşı IŞİD tarafından Ocak ayında düzenlenen saldırının ardından hükümet yanlısı Kanal A’daki bir yorumcu, ülkede bir iç savaş çıkması halinde Alevi liderlerin ilk olarak öldürüleceğini söyledi. Alevi grupları, bu yorumları bir tehdit olarak gördü. Yorumcu, daha sonra sosyal medyada özür diledi.

Süryani Ortodoks cemaati, artan nüfusunun ihtiyaçlarını karşılamak için İstanbul’da ikinci bir kilise inşa etmek adına Roma Katolik cemaati ile bir anlaşmaya varmak için çaba göstermeye devam etti. Süryani Ortodoks cemaatinin bugüne kadar İstanbul’da tahmini 17.000 ila 20.000 arasındaki bir yerel nüfusa hizmet veren sadece bir kilisesi vardı. İstanbul belediyesi tarafından Süryani Kilise Vakfına ikinci bir kilise yapımı için önerilen arazinin daha önceden Roma Katolik Kilisesine ait olması nedeniyle Kültürel Mirasın Korunması Bölge Kurulu, iki cemaat arasında yazılı bir anlaşmaya varılmasını şart koştu. İki cemaat, yıl sonuna kadar bir anlaşmaya varamadı.

Yahudi karşıtı söylemler bazı yazılı yayın organlarında ve sosyal medyada yıl boyunca devam etti. Ocak ayında hükümet yanlısı Yeni Şafak köşe yazarı Yusuf Kaplan, ülkenin son iki yüzyıl içinde “Yahudi nüfuzu” altında kaldığını ileri sürdü ve bu iddia edilen etkiyi bir “tümör” olarak tanımladı. Ocak ayında İslamcı Yeni Söz gazetesindeki bir köşe yazarı, IŞİD, El Kaide, PKK, “FETÖ” ve diğer benzeri grupların, “şeytan ve Yahudiler” arasındaki bir ittifakın ürünleri olduğunu iddia etti. Mart ayında İslamcı Milat gazetesindeki bir köşe yazarı, İkinci Dünya Savaşı’nın İsrail devletinin kurulması için başlatıldığını ve savaşın, Yahudiler için bir “bağımsızlık savaşı” olduğunu söyledi. Mayıs ayında hükümet yanlısı Star gazetesindeki bir köşe yazarı, “evanjelikler ve Yahudilerin” PKK’yı desteklediklerini ileri sürdü. Temmuz ayında Yeni Söz’deki bir makalede lezbiyen, eşcinsel, biseksüel, transseksüel ve erdişi hareketinin “Satanist Yahudiler” tarafından finanse edildiğini iddia etti.

Yeni ve çok izlenen bir Türk televizyon dizisi olan “Son Padişah,” Yahudileri en kötü karakterler olarak tasvir eden Yahudi karşıtı senaryosu nedeniyle Yahudi toplumundaki bazı kişiler arasında endişelere neden oldu. Basındaki bazı haberlere göre Mart’taki bölüm, sosyal medyada Yahudi karşıtı mesajlarda büyük artışa neden oldu.

Nisan ayındaki iki olayda kimlikleri belirlenemeyen saldırganlar, Hatay’daki bir mezarlıkta Alevi mezarlarını ve türbelerini tahrip ettiler.  Hatay’daki kaynaklar, Kasım ayında hükümetin dini azınlıklara ait yerlerin güvenliğini artırmak için çaba gösterdiğini ve saldırılardan sonra temizlik yapılmasına yardımcı olduğunu belirttiler.

Çeşitli İslamcı gruplar, Hristiyan ibadet yerlerini tehdit ve tahrip etmeye devam ettiler. Eylül ayında kimlikleri belirlenemeyen bir grup, İstanbul’un Narlıkapı semtindeki Ermeni Surp Tateos Kilisesine taş attı ve camlarını kırdı. Bazı görgü tanıkları, saldırganların içeride bir vaftiz töreni yapılırken Ermeni aleyhtarı sloganlar attıklarını söylediler.

Eylül ayında Surp Giragos Ermeni Kilisesi Vakfı başkanı, kimlikleri belirlenemeyen yağmacıların, bölgede devam eden sokağa çıkma yasağına rağmen Diyarbakır’daki kiliseyi birkaç kez soyduğunu bildirdi.

Bazı milliyetçi İslamcı gruplar, İstanbul’daki Ayasofya da dâhil olmak üzere bazı eski Ortodoks kiliselerinin camiye dönüştürülmesini savunmaya devam ettiler. Bunlar, bazı Hristiyan gruplar tarafından eleştirildi. Ayasofya, 537-1453 arasında bir Ortodoks kilisesi, 1453-1931 arasında da bir cami olarak kullanıldı. 12. yüzyılda inşa edilmiş bir Bizans kilisesi olan ve son 50 yıl içinde bir müze olarak faaliyet gösteren Trabzon’daki Ayasofya’nın 2013’de bir camiye dönüştürülmesinden sonra bu kampanyalar hız kazandı. Mayıs ayında binlerce kişi, İstanbul’da Ayasofya dışında sabah namazı kıldı. İslamcı milliyetçi Anadolu Gençlik Derneği, bu etkinliği İstanbul’un Osmanlılar tarafından fethinin 564. yıldönümü kutlamaları çerçevesinde düzenledi.

Aralık ayında ABD hükümetinin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasından sonra AK Parti Milletvekili Şamil Tayyar, Twitter’da buna tepki olarak Ayasofya’nın bir cami olarak yeniden açılması çağrısında bulundu: “Sıra bizde, Ayasofya ibadete açılmalı. Ayasofya’da Cuma namazı kılmaya başlayalım.” Birkaç gün sonra Alperen Ocaklarından bir grup, Ayasofya içinde ezan okudu ve namaz kılmaya başladı. Grubun üyeleri, Kudüs’ün ABD hükümeti tarafından İsrail’in başkenti olarak tanınmasını protesto ettiklerini söylediler. Polis, protestocuları gözaltına aldı ve daha sonra serbest bıraktı.

22 Kasım’da Malatya’da kimlikleri belirlenemeyen kişiler, 13 Alevi ailenin yaşadığı evlerin ön kapılarına boya ile kırmızı “X” işareti koydular. Aile üyeleri, bu işaretleri bir tehdit olarak algıladıklarını ifade ettiler. Alevilerin bu olayı polise bildirmesi üzerine bir soruşturma açıldı. Aleviler, daha sonra Malatya’da bir protesto yürüyüşü düzenlediler. Aralık ayında kimlikleri belirlenemeyen kişiler, Manisa’da Alevilerin oturduğu bir evin duvarına boya ile kırmızı haç çizdi. Evde oturanlar olayı polise bildirdi ve polis işareti sildi. Savcılar olayı soruşturdu ancak yıl sonuna kadar herhangi bir işlem veya bildirim olmadı.

24 Kasım’da bir kişi, Malatya’daki bir Protestan kilisesi olan Kurtuluş Kilisesi Derneğinin penceresine bir tuğla fırlattı. Zanlı, olay yerinden kaçtı ancak polis onu aynı gece yakaladı ve bir sonraki gün de serbest bıraktı. Öncesinde de yıl içinde kiliseyi hedef alan iki saldırı gerçekleşti.

Haziran ayında Büyük Edirne Sinagogu, Yahudi toplumu, Müslümanlar ve Hristiyanlar da dâhil olmak üzere yüzlerce davetli için bir iftar yemeğine ev sahipliği yaptı.

Şubat ayında ordu, Kore Savaşında hayatını kaybeden Rum Ortodoks bir gazi için Gökçeada’da (Imbros) resmi bir cenaze töreni düzenledi.

Bölüm IV. ABD Hükümetinin Politikası ve Rolü

Büyükelçi, büyükelçilik ve konsolosluk yetkilileri ile ziyaret için gelen üst düzey ABD yetkilileri, Dışişleri Bakanlığı, Diyanet ve VGM dâhil olmak üzere hükümet yetkilileri ile görüşmeler yapmaya devam etti ve dini özgürlük, dinler arası hoşgörü ve herhangi bir dini gruba yönelik nefret ve ayrımcı dilin kınanmasının önemini vurguladı. Diğer konuların yanı sıra hükümete, dini gruplara uygulanan kısıtlamaların kaldırılmasına yönelik reformları uygulaması çağrısında bulundu, mülklerin iadesi ve restorasyonu konusunu gündeme getirdi ve dini ayrımcılıkla ilgili belirli durumları ele aldılar. Üst düzey ABD yetkilileri, hükümet yetkilileri ile görüşmelerinde Ayasofya’nın dinler arasında anlamlı diyalog ve saygı ile barış içinde birlikte yaşamanın bir sembolü olarak olağanüstü önemini belirtmeye devam ettiler. Üst düzey ABD yetkilileri ve ziyarette bulunanlar, aynı şekilde Diyarbakır ve Mardin’de kamulaştırılan kilise mülklerinin kısa bir süre içinde iade edilmesi çağrısında bulundular.

15 Ağustos’ta ABD Dışişleri Bakanı, Amerikalı rahibin serbest bırakılması için çağrıda bulundu. Rahip, olağanüstü hal kapsamında tutuklanan birkaç ABD vatandaşından biriydi. Diğer olaylar, Hıristiyan grupları ile bağlantıları olan kişilerle ilgili değildi. ABD hükümeti, bu tutuklamaları haksız olduğu gerekçesiyle eleştirmeye devam etti.

Dışişleri Bakanı, Dışişleri Bakan Yardımcısı ve diğer üst düzey ABD yetkilileri, hükümet yetkililerine Büyükada Rum Ortodoks ruhban okulunun yeniden açılması için çağrıda bulunmaya devam ettiler.

Ocak ayında Büyükelçi, üst düzey hükümet yetkilileri ve ülkedeki Yahudi toplumu liderleri ile birlikte Ankara Üniversitesi’nde düzenlenen Yahudi Soykırımı Anma Gününe katıldı.

Üst düzey ABD elçilik ve konsolosluk yetkilileri, endişelerini dinlemek ve gidermek, ibadet yerlerini ziyaret etmek ve dinler arası diyaloğu teşvik etmek amacıyla çok çeşitli dini toplum liderleri ile düzenli olarak bir araya geldiler. Büyükelçilik ve konsolosluk yetkilileri,  diğerleri yanı sıra Rum Ortodoks, Yahudi, Ermeni Apostolik, Ortodoks Hıristiyan, Ermeni Protestan, Ermeni Katolik, Protestan, Alevi, Süryani Ortodoks, Süryani Katolik, Roma Katolik, Keldani, Mormon ve Bahai cemaati üyeleri ile ülke çapında bir araya geldiler. Büyükelçilik ve konsolosluk, dini azınlıkların katılımının önemini vurgulamak için Twitter ve Facebook’u kullandı.