Yönetici Özeti
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Türkiye’yi laik bir devlet olarak tanımlamaktadır. Anayasa, vicdan, dini inanç, kanaat, ifade ve ibadet özgürlüğünü öngörmekte ve dini gerekçelere dayalı ayrımcılığı yasaklamaktadır. Bir devlet kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı, İslam’la ilgili dini konuları idare ve koordine etmektedir. Diyanet’in görevi, Sünni İslam anlayışının desteklenmesi ve gereklerinin yerine getirilmesine imkan sağlanmasıdır. Hükümet, gayrimüslim azınlıkların, özellikle de devletin kendi yorumu çerçevesinde sadece Ermeni Apostolik Kilisesi’ne mensup Ortodoks Hıristiyanları, Musevileri ve Rum Ortodoks inancına sahip Hıristiyanları kapsayan 1923 Lozan Antlaşması’nın dışında kalan gayrimüslimlerin haklarını kısıtlamaya devam etmektedir. Hükümet, Alevi İslam anlayışını, heterodoks bir İslam “mezhebi” olarak görmeye; Yargıtay’ın Kasım ayında cemevlerinin ibadethane olduğuna karar vermesine rağmen, Alevilerin ibadethanelerini (cemevlerini) tanımamaya devam etmektedir. Hükümet, askerlik hizmeti hususunda vicdani red hakkını da tanımamaktadır. Dini azınlıklar, dini cemaatlerin çoğu faaliyetini yönetmekte olan dini vakıfların yönetim kurulu seçimlerini yürütmelerinin önlenmesi gibi, dini özgürlükler üzerinde bürokratik ve idari engellerin varlığını sürdürdüğünü belirtmektedir. Hükümet, dini azınlık gruplarının kendi din adamlarını eğitmesine de kısıtlamalar getirmekte olup, Rum Ortodoks Heybeliada Ruhban Okulu halen kapalıdır ve Diyanet, kapalı bulunan ruhban okulunun bulunduğu Heybeliada’da islami eğitim merkezi inşa etmeyi planladığını duyurmuştur. Dini azınlıklar, arazi ve mülkiyetle ilgili anlaşmazlıkların çözüme kavuşturulması; ibadethanelerin idaresi ya da açılması; ve okullardaki zorunlu din derslerinden muafiyet gibi konularda zorluklarla karşılaştıklarını ifade etmektedir. Arazilerini daha evvel hükümetin kamulaştırdığı kiliselerin karşılaştığı hukuki sıkıntılar devam etmektedir; bazı kilise mensupları, mülklerinin çoğuna giremediklerini ifade etmektedir. Hükümet, dini azınlıklara mensup cemaatlere güvenlik desteği sağlamakta; daha önce kamulaştırılan bazı mülkleri iade etmekte olup, Süryani cemaatine ait 56 mülkün iadesi bu kapsamda yer almaktadır. Hükümet, dini cemaatlere ait bazı tescilli mülklerin yenileme ve restorasyon masraflarını da karşıladı. Temmuz 2016’daki darbe girişimi ardından hükümet, ABD vatandaşı Rahip Andrew Brunson da dahil olmak üzere, darbe girişiminden sorumlu tuttuğu Müslüman vaiz ve siyasi kişilik Fethullah Gülen’le bağlantılı olduğu iddia edilen 80.000’den fazla kişiyi tutukladı. Ekim ayında, İzmir’deki bir mahkeme Brunson’u terör örgütüne destek vermekten mahkum etti, ancak ülkeden ayrılmasına da izin vererek cezasını erteledi.
Aleviler, kaynağı bilinmeyen ve devam etmekte olan şiddet tehditleri ve bir Alevi derneği mensuplarının terör örgütünü destekleme suçlamalarıyla tutuklanması konularındaki endişelerini ifade etti. IŞİD ve diğer aktörler, ülkede yaşamakta olan Musevileri, Protestanları ve Müslüman grupları tehdit etmeyi sürdürdü. Hükümet yanlısı bazı haber yorumcuları, 2016 yılında darbe girişiminde bulunanlarla ülkenin içinde bulunduğu ekonomik güçlükleri Musevi cemaatiyle ilişkilendirmeyi amaçlayan hikaye ve siyasi karikatürler yayımladı ve Yahudi karşıtı söylem devam etti. Özellikle sosyal medya üzerinden gerçekleştirilen Yahudi karşıtı söylem, sosyal medya analizine göre, Filistin-İsrail çatışmasının en gerilimli olduğu dönemlerde zirveye ulaştı.
Maslahatgüzar, Türkiye’ye gelen Amerikalı yetkililer ve ABD Büyükelçiliği ve Konsolosluğu’ndaki diğer yetkililer, hükümet yetkilileriyle yakın ilişkiler içinde bulunmaya devam etti ve dini çeşitliliğe saygı duyulmasının ve kanun çerçevesinde herkese eşit muamele yapılmasının taşıdığı önemi vurguladı. Büyükelçilik ve konsolosluk temsilcileriyle Türkiye’ye gelen Amerikalı yetkililer, hükümeti dini gruplara uyguladığı kısıtlamaları kaldırmaya; mülklerin sahiplerine iadesi hususunda ilerleme kat etmeye; ve dini ayrımcılıkla ilgili özel bazı durumların üzerine gitmeye davet etti. Büyükelçilik ve konsolosluk görevlileri, dini özgürlüğün ve inançlararası hoşgörünün önemine işaret etmek ve dini grup mensuplarına karşı ayrımcılığı kınamak amacıyla, Rum Ortodoks, Musevi, Ermeni Apostolik Kilisesi’ne mensup Ortodoks Hıristiyanlar, Protestanlar, Aleviler ve Süryani Ortodoks cemaatlerinin de içinde bulunduğu bir dizi dini cemaat önderiyle de bir araya geldi.
Bölüm I. Dini Demografi
ABD hükümeti, (Temmuz 2018 tahminlerine göre) toplam nüfusun 81.3 milyon kişi olduğunu tahmin etmektedir. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ne göre, nüfusun yüzde 99’u Müslüman’dır ve bunun yaklaşık olarak yüzde 77.5’i de Hanefi mezhebine mensuptur. Diğer dini grupların temsilcileri kendi nüfuslarının toplam nüfusun yüzde 0.2’sine denk geldiğini tahmin ederken; bu konudaki en son araştırmalar, nüfusun yaklaşık yüzde 2’sinin ateist olduğunu ortaya koymaktadır.
Alevi cemaati liderleri, Alevilerin, toplam nüfusun yüzde 25 ila 31’ini oluşturduğu tahmininde bulunmaktadır. Pew Research Center, Türkiye’de yaşayan Müslümanların yüzde beşinin kendilerini Alevi olarak tanımladığını belirtmektedir. Şii Caferi cemaatiyse, toplam nüfusun yüzde 4’ünü oluşturduğu tahmininde bulunmaktadır.
Gayrimüslim dini gruplar, çoğunlukla İstanbul’da ve diğer büyük şehirlerle güneydoğuda toplanmış bulunmaktadır. Gayrimüslim dini gruplara ilişkin net rakamlar mevcut değildir; ancak bu gruplar kendilerinin sayılarını şu şekilde bildirmektedir: (Ermenistan’dan gelen göçmenler dahil olmak üzere) yaklaşık olarak 90.000 Ermeni Apostolik Ortodoks Hıristiyan; (Afrika ve Filipinler’den gelen göçmenler dahil olmak üzere) 25.000 Roma Katolik ve 16.000 Musevi. Bunun yanında yaklaşık 25.000 Süryani Ortodoks; (ikamet iznine sahip çoğu Rusya göçmeni olan) 15.000 Rus Ortodoks Hıristiyan ile 10.000 Bahai de bulunmaktadır.
Diğer dini gruplar arasında ise, 1.000’den az Yezidi; 5.000 Yehova Şahidi; farklı alt mezheplere mensup 7.000 Protestan; 3.000’den az Keldani Hıristiyan ve 2.000 kadar Rum Ortodoks Hıristiyan bulunmaktadır. Bunun haricinde, küçük ve sayısı bilinmeyen Bulgar Ortodokslar, Nasturiler, Gürcü Ortodoks, Ukraynalı Ortodoks, Süryani Katolik, Ermeni Katolik ve Maruni Hıristiyanlar da vardır. İsa Mesih’in Son Zaman Azizler Kilisesi mensuplarınınsa 300 kişi olduğu tahmin edilmektedir.
Bölüm II. Hükümetin Din Özgürlüğüne Gösterdiği Saygı
Yasal Çerçeve
Anayasa, ülkeyi laik bir devlet olarak tanımlamakta ve vicdan, dini inanç, kanaat, ifade ve ibadet özgürlüğü öngörmektedir. Anayasa, bireylerin dini törenlere katılmaya ya da dini inançlarını açıklamaya zorlanmamasını ve ibadetlerin “devletin bütünlüğüne” yönelmediği sürece serbestçe yerine getirilmesini garanti altına almaktadır. Anayasa, dini gerekçelerle ayrımcılığı yasaklamakta ve “dinin veya dini duyguların, yahut dince kutsal sayılan şeylerin” istismar edilmesini veya kötüye kullanılmasını ya da devlet düzenini “kısmen de olsa” din kurallarına dayandırmayı yasaklamaktadır.
Anayasa, devletin dini konuları koordine ettiği Diyanet kurumunu tesis etmektedir. Yasaya göre, Diyanet’in görevi özellikle Sünni İslam’a ağırlık verecek şekilde, İslam inancına, uygulamalarına ve İslam’ın ahlaki ilkelerine imkan sağlamak ve bunları teşvik etmek; halkı dini konularda eğitmek ve camilerin idaresini sağlamaktır. Başkanı, Cumhurbaşkanı tarafından atanan Diyanet, Cumhurbaşkanlığı’na bağlı bir kuruluş olarak din adamları ve üniversitelerin ilahiyat fakültelerinde görev yapan öğretim görevlileri tarafından seçilen 16 kişilik bir kurulla idare edilmektedir. Diyanet bünyesinde, yüksek kurullar adıyla da bilinen Din İşleri, Eğitim, Hizmetler, Yayınlar ve Halkla İlişkiler birimleri yer almaktadır. Kanun, kurul üyelerinin tamamının Sünni Müslüman olmasını şart koşmasa da, uygulamada kurul üyelerinin tamamı Sünni Müslümanlardan oluşmaktadır.
Dini değerlere karşı hakareti yasaklayan ayrı bir kanun olmasa dahi, Ceza Kanunu’nda, dini inançlara karşı kamusal alanda saygısızlık göstermek de dahil olmak üzere “halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmekle” iligili suçlar için ceza öngörülmektedir. Ceza kanunu, imam, rahip ve haham gibi din adamlarının görevlerini yerine getirdikleri sırada devlet idaresini ya da kanunlarını “takbih ve tezyif” edecek hareketlerde bulunmasını yasaklamaktadır. Bu yasağın ihlal edilmesi halinde, bir aydan bir yıla kadar hapis cezası ya da suç, başkalarını kanuna uymamaya tahrik fiilini içeriyorsa, üç aydan iki yıla kadar süreyle cezalandırılabilmektedir.
Kanun, “dince kutsal sayılan değerlerin aşağılanmasını”, dini bir grubun yürüttüğü ibadetlere müdahale edilmesini ya da dini bir grubun mülküne zarar verilmesi suç kabul etmektedir. Dine hakaret edilmesi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılmaktadır.
Bir dini grubun ibadetine müdahale edilmesi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılmakta; dini mülklere zarar verilmesi, üç aydan bir yıla kadar hapis cezasıyla; dini mülkün tahrip ya da imha edilmesiyse bir yıldan dört yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılmaktadır. İbadethane olarak tescil edilmeyen yerlerde dini ibadet yapılması yasadışı olduğundan, uygulamada bu hukuki yasaklamalar sadece tanınan dini gruplar için geçerlidir.
Her ne kadar hükümet genellikle bu kısıtlamaları uygulamasa da, kanun, Sufi ve diğer dini tarikatları ve cemaatleri yasaklamaktadır.
Askerlik hizmeti, erkekler için zorunludur; vicdani red ile ilgili bir hüküm bulunmamaktadır. Zorunlu askerlik hizmetine dini gerekçelerle karşı çıkanlar askeri ve sivil mahkemelerde suçlamalarla karşı karşıya kalabilmekte; hüküm giymeleri halinde de iki ay ila iki yıl arasında değişen hapis cezalarına çarptırılabilmektedir.
Dini grupların faaliyetlerini yerine getirmek için devlet nezdinde tescilli olmasına gerek bulunmasa da, ibadethaneler için yasal tanıma gerekmektedir. Yasal tanıma imkanı elde edilmesi, yeni bir ibadethanenin inşaası için belediyeden izin alınmasını gerektirmektedir. Devletin ibadethane olarak tanımadığı yerlerde dini ibadet yapılması kanuna aykırıdır; devlet, kanunu ihlal edenler hakkında para cezası getirebilmekte ya da kanunu ihlal eden yerleri kapatabilmektedir.
1935 yılına ait bir kanun, dini ya da etnisiteye dayalı vakıf kurulmasını yasaklamakta, ancak kanun yasalaşmadan önce var olan vakıflara muafiyet tanımaktadır. Uzun süredir varlığını sürdürmekte olan bu vakıflar, gayrimüslim Türk vatandaşlarına ait olup; bunlardan 167’si varlığını sürdürmektedir; bunların çoğunluğu Rum Ortodoks, Ermeni Ortodoks ve Musevi cemaatleriyle bağlantılıdır. Dini bir grup, beyan ettiği amacının dini olmaktan ziyade hayır amaçlı, eğitim amaçlı ya da kültürel olması kaydıyla dernek ya da vakıf olarak tescil edilmek üzere başvuruda bulunabilmektedir.
Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde faaliyet gösteren Vakıflar Genel Müdürlüğü (VGM), tüm vakıfların faaliyetlerini ve vakıflara bağlı mülkleri düzenlemekte ve vakıfların beyan edilen hedef ve kuruluş tüzükleri dahilinde faaliyet gösterip göstermediğini değerlendirmektedir. 1935 yılında çıkan kanunun öncesinde var olan dini cemaat vakıfları da dahil olmak üzere, bir çok vakıf kategorisi bulunmaktadır.
Bir vakfın faal olmaması durumunda, devlet söz konusun vakfın artık faal olmadığının tespiti ve vakfın tüm varlıklarının devlete devri hususunda mahkemelere başvurabilir. Hükümetin, kararnamelerle vakıf kapatabildiği olağanüstü hal dışında hangi kategoride olursa olsun vakıflar ancak mahkeme kararıyla kapatılabilmektedir. 2016 yılında tesis edilen olağanüstü hal, Temmuz ayında sona erdi.
Vakıflar, şirketler ve kira geliri sağlayan mülk ve bağışlar yoluyla gelir elde edebilir. Vakıf kurma süreci, dernek kurma sürecinden daha uzun ve pahalıdır; ancak derneklerin, yerel düzeyde vakıflara nazaran daha az yasal hakkı bulunmaktadır.
Derneklerin tanımları gereği kar amacı gütmemesi ve sadece bağış şeklinde mali destek alabilmesi gerekir. Bir dernek kurup tescil ettirebilmek için, bir grubun dernek iç tüzüğü ve kurucu üyelerinin adının yer aldığı bir listenin de içinde bulunduğu destekleyici belgelerle birlikte valiliğe başvuruda bulunması gerekmektedir. Yabancı bir derneğin ya da kar amacı gütmeyen kuruluşun kurucu üye listesinde yer alması durumunda, iç tüzüklerine ek olarak, grubun İçişleri Bakanlığı’na izin talebinde bulunması ve Bakanlığın iznini alması gereklidir; yabancıların söz konusu grubun kurucu üyeleri olması halindeyse, grubun ikamet izinlerinin birer örneğini ibraz etmeleri gerekmektedir. Valiliğin, söz konusu iç tüzüğü kanuna ya da anayasaya aykırı bulması halinde, derneğin, yasal koşulları karşılamak amacıyla iç tüzüğünde değişiklik yapması gerekir. Kanun gereği, valilik, kuruluşun iç tüzüğünü ihlal ettiğine kanaat getirdiği faaliyetleri için dernek yetkililerini para cezası ya da diğer cezalara çarptırabilmektedir. Hükümetin, kararnamelerle vakıf kapatabildiği olağanüstü hal dışında vakıflar ancak mahkeme kararıyla kapatılabilmektedir. Medeni Kanun, derneklerin, din, etnisite ya da ırka dayalı ayrımcılık yapmamasını şart koşmaktadır.
Kanun uyarınca, mahkumların dini inançlarının gereğini hapiste yerine getirme hakkı bulunmaktadır; ancak tüm hapishanelerde ibadet yeri bulunmamaktadır. Devlet, büyük hapishanelerde Sünni Müslümanlar için mescit ve Sünni vaiz imkanı sağlamakta; Aleviler ve gayrimüslimler içinse hapishanelerde kendi inançlarının gereğini yerine getirme konusunda din adamı imkanı sağlanmamaktadır. Kanuna göre, cezaevi yetkilileri, mahkumun dini inancının bir parçası olarak, dini grupların kitap ve diğer materyalleri sağlamalarına izni vermek zorundadır.
Anayasa, içeriği, Temmuz ayından itibaren Cumhurbaşkanlığı’nın yetki alanında yer alacak olan Milli Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürlüğü tarafından belirlenmek üzere, kamu ve özel ilk okullarda, orta okullarda ve liselerde zorunlu din eğitimi verilmesini düzenlemiştir. Öğrencilere, dördüncü sınıftan onikinci sınıfa kadar haftada iki saat din dersi verilmektedir. Sadece kimliklerinde “Hıristiyan” ya da “Musevi” ibaresi yer alan öğrencilerin, din derslerinden muaf olmak için başvuruda bulunma hakkı vardır. Ateistler, agnostikler, Aleviler ya da Sünni olmayan diğer Müslümanlar, Bahailer, Yezidiler ya da kimliklerinde din ibaresinin yer aldığı bölümü boş bırakan kişiler, din derslerinden muaf tutulmamaktadır. Ortaokul ve lise öğrencileri, normal okul saatleri sırasında haftada iki saat olacak şekilde seçmeli islami din dersi alabilmektedir.
İş Kanunu’na göre, özel sektörde ve kamudaki işverenler, çalışanlara dine dayalı ayrımcılık yapamamaktadır. Çalışanlar, bu hususta İş Mahkemesi nezdinde işverenlerine karşı dava açabilmektedir. Çalışanların, bu konuda bir ihlal olduğunu kanıtlaması halinde, istihdam konusunda verilen kararın bozulmasına ilaveten söz konusu çalışanların dört ay maaşa kadar tazminat hakkı doğmaktadır.
Devletin yıl sonunda dağıtmaya başladığı yeni kimliklerde kişinin mensubu olduğu dini inancı gösterir özel bir bölüm yer almamaktadır. Halen geçerli olan ve eskiden düzenlenmiş olan kimliklerde kişinin mensubu olduğu dini inancın yer aldığı bir bölüm bulunmaktaydı ve kişi, bu bölümü boş bırakmayı tercih edebiliyordu. Bu eski kimlik kartlarında seçenek olarak şu dini kimlikler yer almaktaydı: Müslüman, Rum Ortodoks, Ortodoks olmayan Hıristiyan, Musevi, Hindu, Zerdüşt, Konfüçyüsçü, Taocu, Budist, Dinsiz ya da Diğer. Bahai, Alevi ve Yezidi ile ülkede bulunduğu bilinen diğer gruplar, kimlik kartlarında yer almamaktaydı.
Ülke, etnik, dini veya dilsel azınlık mensubu olan kişilerin “kendi kültürlerini yaşama, kendi dini inançlarını açıkça ifade etme ve kendi dinlerinde ibadet etme veya kendi dillerini kullanma hakkından mahrum bırakılamayacaklarını” belirten 27. Madde’ye bir çekince konulmak sureti ile Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’ye taraftır. Bu çekincede “Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin hükümlerini Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması ve Eklerindeki ilgili hükümler ve kurallara göre yorumlama ve uygulama” hakkı bulunduğu belirtilmektedir.
Hükümetin Mevcut Uygulamaları
Temmuz 2016’daki darbe girişiminden sonra tesis edilen olağanüstü hal, Temmuz ayında sona ermişse de, parlamento çıkardığı yasayla, darbe girişiminin hemen ardından genişletilen mevcut yetkileri yasal bir sisteme oturttu. Hükümet, Müslüman vaiz ve siyasi kişilik Fethullah Gülen ile “Fethullahçı Terör Örgütü” olarak tanımladığı Gülen taraftarlarını darbe girişiminden sorumlu tutmaya devam etti. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun Nisan ayında yaptığı açıklamaya göre, darbe girişiminden bu yana, polis 80.000’den fazla kişiyi Fethullah Gülen Hareketi ile bağlantılı oldukları iddiasıyla tutukladı.
Hükümet, ABD vatandaşı Hıristiyan rahip Andrew Brunson’un da içinde olduğu yabancı ülke vatandaşlarını göz altına almaya devam etti. 12 Ekim tarihinde İzmir İkinci Ağır Ceza Mahkemesi, Brunson’u terör örgütüne destek vermek suçlamasıyla mahkum etti ve üç yıldan fazla süreyle hapis cezasına çarptırdı. İlk olarak Ekim 2016’de göz altına alınan Brunson, davası devam ederken 25 Temmuz tarihinde ev hapsi kararıyla tahliye edilene kadar tutuklu kaldı. Temmuz ayında savcı soruşturmanın kapsamını genişleterek, soruşturma kapsamına Brunson’un eşi ve diğer bazı Amerikan vatandaşlarının da içinde bulunduğu 65 kişiyi daha ilave etti. İddianamede Brunson’un işlediği iddia edilen suçlarla ilgili olarak “Hıristiyanlaştırma’ faaliyetlerindan bahsedildi. Mahkeme, Brunson’un hapiste kaldığı süreyi de dikkate alarak cezasını ve seyahat yasağını kaldırdı, böylelikle yaklaşık iki yıl göz altında tutulduktan sonra ülkeden ayrılmasına izin verdi. Brunson, bu kararın ardından hemen ülkeden ayrıldı. Brunson, olağanüstü hal kapsamında göz altına alınan bir çok Amerikan vatandaşından biridir. Amerikan vatandaşlarıyla ilgili diğer davalar, dini kişiliklerle ilgili değildir.
Brunson hakkındaki iddianamede, devlete karşı komplo faaliyetlerine katıldığı iddia edilen dini gruplar listesinde İsa Mesih’in Son Zaman Azizler Kilisesi de yer almıştır. Nisan ayında İsa Mesih’in Son Zaman Azizler Kilisesi, güvenlik gerekçesiyle gönüllülerini ve uluslararası personelini ülkeden çıkaracağını belirtti. Kilise’nin yöneticileri, bu politikanın yıl sonuna kadar devam ettiğini ifade etti.
Alevi grupları, mensuplarının keyfi olarak tutuklu olduğunu belirterek, bu durumdan endişe duyduklarını ifade etti. Mart ayında Erzincan makamları, bir terör örgütüne destek sağladıkları gerekçesiyle derneğin başkan yardımcısı da dahil olmak üzere, Alevi Pir Sultan Abdal Derneği’ne mensup 16 kişiyi göz altına aldı. Derneğin yerel temsilcileri, görevleri olan Alevi inancını savunmak ve tanıtmaktan dolayı göz altına alındıklarını söylediler. Daha sonra bir mahkeme, derneğin başkan yardımcısı da dahil olmak üzere bu temsilcilerden sekizinin tutuklanmasına karar verdi. Ağustos ayında, mahkeme, 16 kişiyi “halk arasında kin ne nefret duygularını kışkırtmak” ve “terör örgütüne üye olmakla” itham etti. Aralık’ta, 17 sanıktan 12’sini mahkum ederek, iki ila altı buçuk yıl arasında değişen hapis cezaları ile cezalandırdı.
Temmuz ayında, yetkili makamlar, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) eski milletvekili Eren Erdem’in, yıl sonu itibarıyla halen terörizm gerekçeleriyle tutuklu bulunduğu Silivri cezaevinde bir Alevi din adamıyla (dede) görüşme talebini reddetti. Erdem’in avukatı, verilen bu kararın müvekkilinin her hafta bir din adamıyla görüşme hakkının ihlali olduğunu ifade etti. Eren’in bir sonraki duruşmasının Ocak 2019’da gerçekleştirilmesine karar verildi.
2013 yılında İzmit Protestan Kilisesi’ne yönelik büyük çaplı bir saldırı ve Kilise’nin rahibine suikast düzenleme planı içinde olmakla suçlanan 13 kişinin davası, yıl boyunca devam etti. Kasım ayında yargıç, saldırıyla bağlantılı olduğu iddia edilen iki yerel güvenlik görevlisi hakkında hali hazırda yürütülen soruşturma sonucunun beklenmesi amacıyla, bir sonraki duruşmayı Mart 2019’a erteledi.
Temmuz ayında, İstanbul’daki bir ceza mahkemesi Başsavcılığın, sanatçı Berna Laçin’in Medine’de gerçekleştiğini iddia ettiği tecavüzlerle ilgili olarak Twitter hesabından yaptığı paylaşımın, halkın dini değerlerini aşağılama suçu oluşturduğunu ileri sürerek hazırladığı iddianameyi kabul etti. Bu tweet paylaşımı, Büyük Birlik Partisi’nin, mağdurların ailelerinin ve bazı gazetelerin, medyada yer alan cinsel taciz haberlerinin ardından çocuk istismarı suçu işleyenlere karşı idam cezasının yeniden tesis edilmesi yönündeki çağrılarına cevaben yazılmıştı. Laçin, twitter hesabından şu paylaşımı yapmıştı: “İdam çözüm olsaydı, Medine toprakları tecavüzde rekor kırmazdı.” İddianamede savcı, Laçin’in halkın dini değerlerini alenen aşağıladığını ve sözlerinin, ifade özgürlüğünün sınırlarının dışına çıktığını ifade etti. Kasım ayında gerçekleşen ilk duruşmanın ardından mahkeme davayı Şubat 2019’a erteledi.
Ocak ayında, Adana Valiliği, İçişleri Bakanlığı’nın onayıyla, kendisini sosyal ve dini bir sivil toplum grubu olarak tanımlayan Sünni bir kuruluş olan Furkan Vakfı’nı geçici olarak faaliyette bulunmaktan men etti. Polis, vakfın başkanı da dahil olmak üzere Vakfın 45 mensubunu, suç örgütü kurmak ve teröre destek vermek gibi suçlardan dolayı tutukladı. Temmuz ayında, yetkili makamlar, bir karar yayımlayarak, Vakfı ulusal güvenlik gerekçesiyle temelli kapattı. Konuyla ilgili dava, yıl sonunda devam etmekteydi.
Kadın askeri personelin başörtüsü takmasına izin veren 2017 yılına ait bir düzenlemeyi takiben, ülkenin en yüksek idari mahkemesi olan Danıştay Aralık ayında, başörtüsü yasağının yeniden tesis edilmesine ilişkin bir dilekçeyi reddetti.
Eylül ayında, Türk Silahlı Kuvvetleri, son başvuru tarihi 3 Kasım olmak üzere, 1 Ocak 1994 tarihinden önce doğanların askerlik hizmetini tam olarak yerine getirmek yerine bir defaya mahsus olacak şekilde bir bedel karşılığı askerlik hizmetini 21 gün süren temel askerlik eğitimiyle tamamlamış sayılmalarına dair kararı uygulamaya koydu.
Yıl boyunca, 68 Yehova Şahidi, askerlik hizmetine karşı vicdani retçi olmaktan kovuşturmaya uğradı. Yehova Şahitleri yetkilileri, hükümetin, cemaatlerine mensup vicdani retçilere yönelik olarak “mütemadiyen silah altına alma emri çıkarmaya, mütaeddit defalar para cezası vermeye ve hapisle tehdit etmeye” devam ettiğini belirtti.
Bazı Protestanlarla diğer azınlık cemaatlerine mensup kişiler, savcıların sunduğu kimi iddianamelerde ve polis yetkililerinin yürüttüğü incelemelerde dini inancı yaymaya çalışmak da dahil olmak üzere kamuoyuna yapılan bazı dini konuşma ve faaliyetlerin şüpheli olduğuna yönelik ifadelerin yer almasından endişe duyduklarını ifade etti. Bu gruplardan bazıları, yetkililerden gelebilecek baskılardan kaçınmak için netice itibarıyla kamuoyuyla pek fazla irtibata girmemeye karar verdiklerini belirtti. Dini inancı yayma, yıl sonu itibarıyla yasal olmayı sürdürmekteydi.
Mayıs ayında, Urfa’nın Viranşehir İlçesi’nde yaşayan bazı öğrenciler ve veliler, bir okul müdürünü, kız öğrencileri başlarını kapatmamaları halinde sınıflarını geçemeyeceği yönünde tehdit etmesi sebebiyle şikayet etti. Milli Eğitim Bakanlığı, konuyla ilgili olarak yıl sonu itibariyle halen devam etmekte olan bir soruşturma başlattı.
Şubat ayında, yayın alanında düzenleyici kuruluş olan Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), özel bir yayın kurumu olan TV8’i, bir yetenek yarışmasında seslendirilen ve Tanrı’nın “Baba” olarak anıldığı bir şarkıyı yayınlamaktan dolayı bir milyon Türk Lirası’ndan fazla (189.000 Amerikan Doları) para cezasına çarptırdı. Kurul üyelerinin hazırladığı raporda, şarkının sözlerinin İslam inancına aykırı olduğu ve Tanrı’nın “Baba” şeklinde anılmasının Hıristiyan ve Musevi geleneklerinde olduğu iddia edildi.
Hükümet, “gayrimüslim azınlıklara” geniş ölçüde atıfta bulunulan 1923 Lozan Antlaşması’nı, münhasıran tanınan üç gruba; Ermeni Apstolik Ortodoks Hıristiyanlara, Musevilere ve Rum Ortodoks Hıristiyanlara özel hukuki azınlık statüsü verdiği şeklinde yorumlamayı sürdürdü. Hükümet, Müslüman olmayan azınlıkların patrikhaneler ve hahambaşılık gibi yöneticilerini veya idari yapılarını tüzel kişilik olarak tanımadığından bunların mülk satın alma veya sahip olmaları ya da mahkemelerde dava açmaları mümkün olmadı. Diğer dini azınlık cemaatleriyle birlikte bu üç grup, dini mülklere sahip olmak ve bu mülkleri kontrollerinde tutabilmek için ayrı yönetim kurulları ile daha önceden kurmuş oldukları bağımsız vakıflardan yararlanmak zorunda kaldı. Dini azınlık mensupları, vakıf yönetim kurullarına seçim yapamama durumlarının faaliyetlerini sevk ve idare etmelerine bir engel teşkil etmeyi sürdürdüğünü belirtti. 2013 yılında hükümet, cemaat vakıflarında yönetim kurulu üyelerinin seçimiyle ilgili yönetmeliği yürürlükten kaldırmıştı ve bu tarihten sonra yönetim kurulu üyelerinin seçimi yapılamamıştı. Yeni seçim yapamayan yönetim kurulları, cemaatlerinin faaliyetlerini ve mülklerini yönetme kabiliyetini yitirmekte ve vakıflarının yeni seçilen yöneticiler olmaksızın faaliyetlerini yürütememesi riskini göze almaktadır.
Hükümet, bu hususta hukuki bir yükümlülük altında olmadığı yönündeki görüşü doğrultusunda, ekümenik patriği, dünyadaki yaklaşık 300 milyon Ortodoks Hristiyanın lideri olarak tanımamayı sürdürdü. Hükümet, ekümenik patriğin sadece ülkedeki Rum Ortodoks azınlık nüfusunun dini lideri olduğu şeklindeki tutumunu devam ettirdi. Hükümet, sadece Türk vatandaşlarına Ekümenik Patrikhane’nin Kutsal Sinod veya patrik seçimlerinde oy kullanmalarına izin vermeye devam etti ancak ileride patrikliğe aday olabilecek kişilerin sayısını artırmak için hükümetin 2011’de bulduğu geçici çözüm çerçevesinde Rum Ortodoks metropolitlerine vatandaşlık verme uygulamasını sürdürdü. İstanbul’da merkezi hükümeti temsil eden İstanbul Valiliği, bazı durumlarda başka ülkelerden gelen aynı dine mensup kişilerin bu gruplar içinde gayrı resmi olarak yönetici konumlarını üstlenmiş olmalarına karşın Rum Ortodoks (Ekümenik Patrikhane), Ermeni Apostolik Ortodoks ve Musevi cemaati liderlerinin Türk vatandaşı olmaları gerektiğini belirtmeye devam etti.
Ermeni Apostolik Patrikhanesi ve Rum Ortodoks Patrikhanesi, hukuken tanınabilmek için girişimlerini sürdürdü; cemaatleri de ayrı dini vakıfların üyeleri sıfatıyla faaliyet gösterdi. Patrikhanelerin tüzel kişiliğe sahip olmamaları nedeniyle ayrı kurullar tarafından kontrol edilen bağlantılı vakıflar, dini grupların tüm malvarlığını elinde bulundurmaya devam etti; patrikhaneler, herhangi bir varlığın kullanımını idare etme veya kendi gruplarını başka şekilde yönetme konusunda yasal bir yetkiye sahip bulunmamaktadır.
Şubat ayında, İstanbul Valiliği, Ermeni Patrikhanesi’nin seçilmiş kaymakamının 2017 yılında yapmış olduğu patriklik seçimi yapma başvurusunu Patrikhane’nin seçim yapmak için gerekli koşulları karşılamadığını belirterek reddetti. Valilik, Patrikhane kaymakamının aldığı tüm kararların geçersiz olduğunu belirterek, mevcut patrik hayatta olduğu sürece seçim yapılmasını yasakladı. Mevcut Patrik II. Mesrob, sağlık sorunları nedeniyle 2008’den bu yana görevlerini yerine getirememekteydi ve Patriklik görevini de patrik vekili yürütmekteydi. Temmuz ayında Ermeni Patrikliği Ruhani Kurul Başkanı Episkopos Sahak Maşalyan, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a bir mektup yazarak, patriklik seçiminin yapılması önündeki bürokratik engelleri aşmak için yardım talebinde bulundu. Yıl sonu itibariyle bu mektuba bir cevap verilmemişti.
Protestan kiliselerinin çoğunluğu, ibadethanelerin tescil edilmesi konusunda bürokratik güçlüklerle karşılaştıklarını belirtti. Bu sebeple, kilise derneği olarak tescil edilmeye devam ettiler ve ibadetlerini yapabilmek için tescil edilmemiş yerlerde toplanmak durumunda kaldılar. Protestan cemaatine göre altı vakıf (dördü 1936’dan önce mevcuttu), 36 dernek ve bu derneklerle bağlantılı 30’un üzerinde temsilcilik bulunmaktadır.
Mayıs ayında, Cumhurbaşkanı Erdoğan, cumurbaşkanlığı seçim programı kapsamında Alevi cemevleri’ne yasal statü tanımayı vaat etti, ancak 24 Haziran’da seçimi yeniden kazandıktan sonra bu konuda hiç bir adım atmadı. Yıl sonu itibarıyla, hükümet halen cemevlerini ibadethane olarak tanımamıştı.
Kasım ayında Yargıtay, cemevlerinin ibadethane statüsünde olduğuna, dolayısıyla da elektrik faturalarının hükümet tarafından ödenmesi gibi Sünnilere ait camilerle aynı imkanlardan yararlanmalarına karar verdi. 2015 yılındaki benzer bir davada da Yüksek Mahkeme aynı kararı verdi. O tarihten bu yana Aleviler, hükümete, verilen karara uygun hareket etmesi çağrısında bulundular. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) 2014 yılına ait bir kararı da cemevlerinin tanınması yönündeki mahkeme kararlarına temel teşkil etmekteydi. Buna karşılık Alevi temsilcileri bu konuda kapsamlı biz çözümün olmamasından ve hükümetin bu kararı yıl sonu itibariyle ülke çapında uygulamamış olmasından dolayı endişe duymaya devam etti. Muhalefetteki Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve Halkların Demokrasi Partisi’nin (HDP) idaresindeki bir çok belediye cemevlerini tanıyarak cemevlerinden elektrik faturası ücreti almadı. Mart ayında, Diyanet İşleri Başkanı, camilerin gerek Aleviler gerekse Sünniler için ibadethane olduğunu ifade etti.
Protestan gruplara göre, çok sayıda yerel yetkili, camilere uygulanmayan asgari alan ihtiyacı gibi imar standartlarını kiliselere uygulamayı sürdürdü. Yerel yetkililer, Protestan grupların küçük cemaatler için dahi kilise inşa etmek üzere 2,500 metre kare (27,000 fit kare) arazi satın almalarını şart koştu. Yetkililer, bu şartı alışveriş merkezlerine, havalimanlarına ve diğer küçük yerlere cami yapmalarına izin verdiği Sünni Müslümanlara uygulamadı. Protestan grupları, kısmen imar koşulları gereği yıl boyunca yeni cami inşa etmek için yeniden ruhsat başvurusunda bulunmadıklarını belirttiler.
Yıl sonu itibariyle, hükümet Türkiye’nin, kendilerine uygun ibadethane temin etmeyerek İzmir ve Mersin’deki Yehova Şahitleri’nin dini özgürlüklerini ihlal ettiğine ve böylelikle bu cemaatin din özgürlüğüne doğrudan müdahele ettiklerine dair AİHM’in Mayıs 2016’da aldığı kararı uygulamaya yönelik bir adım atmamıştı.
Yehova Şahitleri’ne göre, beş belediye, Yehova Şahitleri’nin yıl boyunca belediye imar haritalarında bir dini tesis yeri ayrılması yönünde yaptığı talepleri reddetti. Otuz dört farklı belediye, geçtiğimiz yıllarda yapılan 96 talebi reddetti. Yerel yönetimler, ülkede Yehova Şahitleri’ne ait ibadethane (İbadet Salonu) açılması için imar izni vermedi.
Dini cemaatler, güvenlik güçleriyle ABD hükümetinin terörist olarak kabul ettiği Kürdistan İşçi Partisi (PKK) arasındaki çatışmalarda zarar gören mülklerinin 2016 yılında hükümet tarafından kamulaştırılmasına karşı çıkmayı sürdürdü. Hükümet bu mülkleri “çatışma sonrası yeniden imar” hedefi doğrultusunda kamulaştırdı. Hükümet, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da, Diyarbakır ilindeki tarihi ve antik Sur Mahallesi, Kurşunlu Camii, Hasırlı Camii, Surp Giragos Ermeni Kilisesi, Mar Petyun Keldani Kilisesi, Süryani Protestan Kilisesi ve Ermeni Katolik Kilisesi’nin de içinde bulunduğu mülklerden hiç birini iade etmedi veya onarımlarını tamamlamadı. Müslümanlara ait iki, Hıristiyanlara ait dört ibadet yerinden, hükümet sadece Hıristiyanlara ait bir ibadet yerinin restorasyonuna başladı. Eylül 2016’da VGM, kamulaştırılan Ermeni Katolik Kilisesi’nin restorasyonuna başlamış olup, yıl sonu itibarıyla Kilise’nin restorasyonu devam etmekteydi ve Kilise halkın kullanımına açılmamıştı. Hükümet, Kültür Bakanlığı’nın bazı mülklerin restorasyonunu koordine edeceğini ve VGM’nin sahip olduğu mülkleri restore edeceğini açıkladı; ancak yıl sonu itibarıyla ilave bir restorasyon gerçekleşmemişti. Nisan ayında, ülkenin en yüksek idari mahkemesi olan Danıştay, Surp Giragos Ermeni Kilisesi’nin kamulaştırılmasının iptaline dair geçici bir karar yayınladı. Yıl sonu itibarıyla, Kilise kapalıydı ve ilgili davalar devam etmekteydi. Yıl boyunca, hükümet PKK ile yaşanan çatışmalarda zarar gören mülklerin kamulaştırılması için dini grupların zararını karşılamadı ve herhangi bir tazminat ödemedi.
Mayıs ayında hükümet, Meclis’ten geçen torba yasayla Süryanilere ait Mardin’de bulunan 56 mülkü Süryani cemaatine iade etti. Medyada yer alan haberlere göre, iade edilen bu mülkler, cemaatin bilgisi dışında yürürlüğe giren imar planlarında yapılan değişikliklerle 2014 yılında hükümet mercilerine devredilen Süryanilere ait 110 mülkün içinde yer almaktaydı. Verilen bu kararı takiben, Mor Gabriel Vakfı iade edilen mülkleri teslim almış; Vakfın Başkanı Kuryakos Ergun medya kuruluşlarına yaptığı açıklamada mülklerin iadesinin cemaatte sevinçle karşılandığını ancak iade edilen bu mülklerin dışındaki manastırlar, kiliseler, mezarlıklar ve bunların yakınındaki araziler konusunda halen anlaşmazlıklar olduğunu ifade etmişti.
Yıl sonu itibariyla hükümet,yıllar önce kamulaştırılmış olan ve bir kısmı iade edilen mülklere ek olarak herhangi bir mülk iadesi yapmadı. Mülk iadesini öngören kanunun kabul edildiği 2011 yılından, iade başvuruları için öngörülen sürenin sona erdiği 2013 yılı sonuna kadar, el konulan mülkleri için iade talebinde bulunan cemaat vakıflarından VGM’ye 1560 başvuru geldi. Yeni başvuruda bulunma süresi 2013 yılında sona erdiğinden, yıl boyunca yeni bir başvuruda bulunulmadı. Geçtiğimiz yıllarda, VGM, 333 mülkün iadesini gerçekleştirdi ve bu mülklere ilaveten 21 mülk için de tazminat ödemesi yaptı. VGM, 2011 yılından kalan ve devam etmekte olan diğer başvuruları reddetti; yapılan başvuruların 2011 yılında çıkarılan kanunda belirtilen kriterleri karşılamadığını söyledi. Daha önce mülklerinin iade edilmesi hususunda başvuru yapan Rum Ortodoks, Ermeni Ortodoks, Musevi, Süryani Ortodoks, Bulgar Ortodoks, Gürcü Ortodoks, Keldani ve Ermeni Protestan cemaatleri, 2011’den 2013’e kadar yaptıkları ve çözüme kavuşturulmayan bu taleplerinin, cemaatleri açısından sorun teşkil etmeyi sürdürdüğünü ifade etti. Hukuki statülerinden dolayı, resmi olarak tanınan dini kurumlar el konulan mülkleri için tazminat almaya hak kazanırken, resmi vakıfları bulunmayan dini kurumlarla cemaatler bu hakkı elde edemedi.
Ramazan ayı boyunca, dört yıldır olduğu gibi hükümetin dini televizyon kanalı olan Diyanet TV, 1935 yılında ibadethane olmaktan çıkarılıp müzeye dönüştürülen Ayasofya’dan her gün Kur’an tilaveti yayınladı. Ayasofya, 537-1453 yılları arasında Bizans İmparatorluğu’nda Ortodoks kilisesi ve katedrali olarak faaliyet göstermiş, 1453-1931 yılları arasında ise cami olarak kullanılmıştır. Haziran ayında Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, minarelerinden ezan okunduğu sırada Ayasofya’da özel bir röportaj verdi. Eylül ayında, Anayasa Mahkemesi, özel bir derneğin Ayasofya’nın namaz kılınması için ibadete açılması yönündeki talebini usul yönünden reddetti.
Dini topluluklar, özellikle de Aleviler hükümetin yürüttüğü bir çok eğitim politikasıyla ilgili endişelerini dile getirdiler. Yıl sonu itibarıyla, hükümet, AİHM’in 2013 yılında hükümetin devlet okullarında zorunlu din dersi uygulamasının eğitim özgürlüğünü ihlal ettiğine dair kararına riayet etmemeyi sürdürmekteydi. AİHM, hükümetin 2015 yılında alınan kararla ilgili olarak yaptığı itirazı reddetti ve Alevi toplumunun hükümetin verdiği derslerde Sünni İslam anlayışının özendirildiğine ve bunun Alevi toplumunun dini inançlarına aykırı olduğuna dair yasal talebini haklı buldu. AİHM’in verdiği kararın ardından, yetkililer 2011 yılında din dersi müfredatına Alevilikle ilgili içerik ilave etmişse de, Alevi grupları bu eğitim içeriklerinin yetersiz olduğunu ve kimi durumlarda doğru bilgi de vermediğini ifade etti.
Aralık ayında, İstanbul’un Kadıköy İlçesi’ndeki bir devlet lisesinin öğrencileri, “okul müdürlerinin desteklediği İslamcı öğrencilerin” kendilerine boş zamanlarında “dini sohbetlere” katılma yönünde baskı yaptıkları gerekçesiyle okul idaresini protesto etti. Medyada yer alan haberlere göre, okul idaresi, protestolara katılan öğrencilerle ilgili inceleme başlattı. Eğitim alanında faaliyet gösteren bir sendika olan Eğitim-İş, okul idaresini eleştirdi ve hükümetin laik eğitim yapılan okulları, dini grupların eline bıraktığını iddia etti.
Laikliği benimseyen bazı kişiler, Aleviler ve diğer gruplar, Milli Eğitim Bakanlığı’nın Temmuz 2017’de okul müfredatında yaptığı geniş kapsamlı tashihi eleştirmeyi sürdürdü. Bu eleştiriler, ders kitaplarındaki Sünni içeriğin artması ve laik Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptığı reformlarla ilgili bazı eğitim içeriklerinin azaltılmasına odaklanmaktaydı. Yeni müfredatta, diğer değişikliklerin yanı sıra İslami cihad kavramı ders kitaplarına girdi ve evrim teorisi de ders kitaplarından çıkarıldı. Eylül ayında, İzmir’deki Alevi dernek ve vakıfları, zorunlu din derslerini protesto ederek Alevi vatandaşların göz ardı edildiği eğitim politikalarını eleştiren bir basın açıklaması yayınladılar.
Ocak ayında Diyanet, il ve ilçelerdeki müftülüklere talimat göndererek, Sünni din görevlileri tarafından ortaokul çocuklarına yönelik olarak, şehitlik kavramını da içeren “ahlaki değerler” eğitimi verilmesini istedi. Valiliğin onayıyla beraber Çanakkale’deki beş okul programa dahil edildi.
Eğitim çalışanları sendikası olan Eğitim-Sen, “ahlaki değerler” eğitimi protokolüne son verilmesi amacıyla hükümetin idari politikalarını değiştirmeye yönelik davaları takip eden Danıştay’a başvurdu. Danıştay, yıl sonu itibarıyla bu konuda bir karar vermemişti. Aralık 2017’de Milli Eğitim Bakanlığı, “ahlaki değerler” eğitiminin normal öğrenim saatleri dahilinde tüm yurtta yaygınlaştırılması hususunda İslami Hizmet Vakfı’yla üç yıl süreli bir protokol imzaladı. Egitim-Sen, bu tür eğitim programlarının ders saatleri sırasında düzenlenmesinin öğrencilerin bu eğitimlere katılmaya zorlanması anlamına geleceğini belirterek, Bakanlığı, görevlerini yasadışı dini bir gruba devretme iddiasıyla eleştirdi. Ocak ayında, İzmir’in Buca İlçesi’ndeki bir grup veli, söz konusu vakfın verdiği derslerle ilgili bilgi edinmek için dilekçe sundu ve öğrencilere “ahlaki değerler” eğitimi yerine Kur’an dersi verildiğini söyledi. Verilen dilekçeye cevaben okul, dersleri aynı ay içerisinde iptal etti.
Bazı ders kitaplarında misyonerleri eleştiren bir dil kullanılmaya devam edildi. Atatürk İlke ve İnkılapları dersi için sekizinci sınıflara tavsiye edilen bir kitabın “Milli Tehditler” başlığını taşıyan bölümünde misyonerlik faaliyetleri de tehditler arasında sayıldı.
Eylül ayında, Milli Eğitim Bakanlığı çok programlı liselerde kız ve erkek çocukların ayrı sınıflarda eğitim görmesine imkan veren bir yönetmelik yayınladı. Eğitim-Sen ve laik gruplar, kararı, ülkedeki laik eğitimi tahrip ettiği gerekçesiyle eleştirdiler. Milli Eğitim Bakanlığı yetkilileri, yapılan bu değişikliğin tüm okullarda tek cinsiyetli eğitime geçilmesi yönünde bir adım olduğuna dair iddiaları reddetti. Çok programlı okullar, her program için asgari öğrenci sayısı koşulunun karşılanamadığı ve nüfus yoğunluğunun az olduğu bölgelerdeki düz liselerle teknik ve mesleki liseleri bir arada toplamaktadır.
Laik eğitimi savunan kişiler, eğitim sistemi üzerindeki etkinin artmasının bir örneği olarak Diyanet çalışanlarının üniversite yurtlarında görevlendirilmelerini kamuoyu önünde eleştirmeye devam etti. Diyanet, imamların da içinde olduğu Diyanet çalışanlarını hükümetin idaresindeki her ilde bulunan üniversite yurtlarında görevlendirme şeklindeki 2016 yılında başlatmış olduğu pilot programın kapsamını genişletmeyi ve bu programı kalıcı kılmayı amaçlayan planını Eylül 2017’de açıkladı. Diyanet, bu görevlilerin yurtlarda “manevi değerleri” anlatmak için “manevi rehberlik” sağlayacağını ve Diyanet’in ilgili il müftüsüne her altı ayda bir yaptıkları çalışmalarla ilgili değerlendirme yapacaklarını belirtti.
Sünni olmayan Müslümanlar, ilk ve ortaokullarda zorunlu din eğitiminden muaf tutulma hususunda güçlükle karşılaşmaya devam ettiklerini ve özellikle kimliklerinin din hanesinde “Müslüman” yazıyor ise sıklıkla Sünni İslam anlayışının farklı konularını işleyen seçmeli dersler arasından birisini seçmek durumunda kaldıklarını belirttiler. Hükümet, zorunlu eğitimin bir dizi dünya dinini de kapsadığını ifade etse de, Aleviler ve Hıristiyan mezhep mensuplarının da içinde olduğu bazı dini gruplar, verilen derslerin çoğunlukla Hanefi Sünni İslam öğretisini yansıttığını ve Alevi inançlarına mistisizm atfının yapıldığı bazı eğitim metinlerinde görüldüğü gibi derslerde diğer dini gruplarla ilgili olumsuz ve yanlış bilgilerin verildiğini ifade etti.
Protestanlar gibi diğer diğer azınlık gruplarının mensupları da dini derslerden muaf tutulma hususunda güçlüklerle karşılaştıklarını belirttiler. Bazı kaynaklar, okulların, zorunlu din eğitiminden muaf tutulan öğrencilere hiç bir alternatif sunmamasından dolayı, bu öğrencilerin diğerlerinden ayrı tutulduğunu ve bu sebeple toplumsal dışlanma durumuyla karşı karşıya kalabileceğini belirtti.
Hükümet, İslam inancının öğretildiği devlet okullarıyla özel ve dini okullara maddi kaynak sağlamaya devam etti. Hükümet, Türk edebiyatı gibi Türkçe verilen eğitimler karşılığında yaptığı maaş ödemesi haricinde, Lozan Antlaşması çerçevesinde azınlık okulu olarak kabul edilen okullara bu tür bir maddi kaynak temin etmedi. Dini azınlık grupları, diğer tüm masraflarını kilise bağışları ve mezunların sağladığı bağışlarla kendileri finanse etti.
Hükümet, Rum Ortodoks, Ermeni Ortodoks ve Musevi cemaatlerine ait vakıfların, kendilerine ait okullarda Milli Eğitim Bakanlığı’nın denetimi altında eğitim faaliyeti yürütmelerine izin vermeyi sürdürdü. Kayda geçirilmemiş Ermeni göçmenlerle Suriye’den gelen Ermeni mültecilerin çocukları da bu okullarda eğitim alabilmektedir. Hükümet, göçmen ve mülteci çocuklarını hukuken “misafir” olarak sınıflandırmaya devam ettiğinden, bu çocukların söz konusu okullardan diploma almaları uygun görülmedi. Bu okulların müfredatında, sadece anılan üç grubun kültürüne özgü bilgiler yer almakta ve bu bilgiler sadece azınlık gruplarının dillerinde öğretilmektedir. 2014 yılından itibaren anaokulunda eğitim veren Süryani Ortodoks cemaati mensuplarına göre, cemaatleri, mali sebeplerle halen ek okul açamamaktadır. Hükümet, diğer dini grupların okul açmalarına izin vermedi.
Hükümet, devlete bağlı orta dereceli okullara kabul edilen öğrencilerin sayısını sınırlandırmaya devam etti ve kısmen sınav giriş puanlarına, okullara yakın yerlerde ikamet etmelerine ve diğer kabul faktörlerine bağlı olarak onbinlerce öğrenciyi “imam hatip” okullarına yerleştirdi. Hükümet, talep olduğunu belirterek dini olmayan çok sayıda okulu imam hatip okuluna dönüştürmeye devam etti; öğrenciler ve ailelerse, bu durumun laik devlet okullarına gitmek isteyenler açısından coğrafi bir engel yarattığını belirttiler. İmam hatip okullarına kayıt yaptıran öğrencilerin sayısı 2015’te yaklaşık bir milyon civarındayken 1.3 milyonu aşkın öğrenciye ulaştı. 2016 yılındaki darbe girişiminden bu yana, hükümet, çoğu Gülen hareketiyle ya da ilgili gruplarla iltisaklı olan en az 1.065 özel okulu terörle mücadele gerekçesiyle kapattı. Hükümet, bu özel okullardan bazılarını imam hatip okullarına dönüştürdü.
Üniversitelerin de içinde olduğu çoğu kamu binasında, Müslümanların dua edebileceği mescit bulunmaktadır. Haziran 2017’de, Milli Eğitim Bakanlığı, açılan her yeni okulda İslami ibadetlerin yapılması için bir oda ayrılmasını gerekli kılan bir yönetmelik yayınladı. Hükümet, Sünni olmayanlar için ibadet yerinin bulunmadığı hükümet binalarında Alevilerin benzer ibadet yerleri kurmalarına izin vermemeyi sürdürdü. Alevi liderler, ülkede sayıları 2500 ila 3000 civarındaki cemevlerinin talebi karşılamaya yetmediğini belirtti. Hükümet, hangi dini düşünce ekolünden gelirse gelsin, Diyanet’in finanse ettiği camilerin Alevilere ve tüm Müslümanlara açık olduğunu ifade etmeyi sürdürdü.
Ocak ayında, Milli Eğitim Bakanlığı, bir İslami dernek tarafından hazırlanan ve Yahudiler ile Alevilere hakaret içeren bir kitabın okullarda dağıtımına izin verdi. Kitapta, Aleviler ateist olarak tanımlandı ve öğrencilerden “Yahudilere benzemeye çalışmamaları” istendi.
Hükümet, ülke içindeki diğer dini grupların din adamı yetiştirmesine kısıtlama getirmeyi sürdürürken, Sünni Müslüman din adamı yetiştirmeye de devam etti. Ülkede manastır ve ruhban okulu olmamasından dolayı Rum Ortodoks ve Ermeni Ortodoks Patrikhaneleri din adamı yetiştirememektedir. Ekümenik Patrik I. Bartholomeos, Heybeliada Ruhban Okulu’nun, ülkede Rum Ortodoks din adamı yetiştirmek için bağımsız bir kurum olarak yeniden açılmasına izin verilmesi hususunda hükümete defalarca çağrıda bulundu. Anayasa Mahkemesi’nin 1971 yılında aldığı bir kararla, özel yüksek öğretim kurumlarının faaliyetleri men edildi ve bu karar, Ruhban Okulu’nun kapatılmasına yol açtı. Ekümenik Patriğe göre, Ruhban Okulu’nun halen kapalı olması, okulun manastır olarak yüzlerce yıl eğitim verme geleneğini sekteye uğradı. Temmuz ayında Diyanet, kapanan ruhban okulunun bulunduğu adada İslami eğitim merkezi açmayı planladığını açıkladı.
Hükümet, İslami olmayan dini gruplara mensup din adamlarının, devlet adına nikah kıymalarına izin vermemeye devam etti. İmamlar, bu yetkiye Kasım 2017’de kavuştu. Düzenlemeyi eleştirenler, kanunda sadece Sünni Müslüman çoğunluğun içindeki bazı kesimlerin talepleri dile getirilerek, diğer dini grupların ihtiyaçlarının görmezden gelindiğini söylemeye devam etti.
Diyanet, kayıt altındaki tüm camilerin işleyişini düzenlemektedir. Diyanet, 2016 yılı verilerine göre 112,725 personele maaş ödemesi yaparken; 2017 yılı sonu itibarıyla 109,332 Sünni personele maaş ödemesi gerçekleştirdi. Hükümet, diğer dini gruplara mensup dini liderlere, eğitmenlere ya da diğer personele ise maaş ödememektedir. Ocak 2016’da, Kamu Denetçiliği Kurumu, Boyacıköy Surp Yerits Mangants Ermeni Kilisesi Vakfı’nın başvurusuna cevaben, Diyanet’in papazların maaşlarını ödemesi tavsiyesinde bulundu. Başdenetçi, “ilgili yönetmeliklerde değişikliğe gidilerek, haksız muamelelere son verilmesini” desteklediğini ifade etti. Yıl sonu itibarıyla, bu konuda halen bir adım atılmış değildi.
Hükümet, Sünnilere yönelik cami yapımı için arazi sağlamaya ve camilerin belediyeler aracılığıyla yapılması için gerekli maddi kaynağı sağlamaya devam etti. Diyanet’in yılın ilk aylarında yayınladığı son istatistiklere göre, ülkede 88.021 cami bulunmaktaydı. Alevi grupları yeni cemevleri inşa edebilecek durumda olsa da, hükümet cemevlerinin inşaatı için mali destek sağlamayı reddetti.
Nisan ayında, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, kendisiyle yapılan bir röportajda deizmi sapkınlık olarak tanımladı ve hiçbir Türk vatandaşının böyle “sapkın ve batıl bir felsefenin” peşinden gitmeyeceğini ifade etti.
Eylül ayında, İstanbul’un Arnavutköy ilçesinde bir öğretmen, Alevilerin yaptığı yemeğin yenmeyeceğini söyledi. Alevi öğrenci ve derneklerin şikayetleri üzerine, Milli Eğitim Müdürlüğü aynı ay içinde söz konusu öğretmeni görevden uzaklaştırdı.
Hükümet, Antakya’daki Aziz Petrus Kilisesi, Demre yakınlarındaki Aziz Nikolas Kilisesi, Isparta yakınlarındaki Aziz Paul Kilisesi ile Selçuk yakınlarında bulunan Meryem Ana Evi gibi daha önce devlet müzesine dönüştürülen ve dini açıdan önemli olan alanlarda yılın belli dönemlerinde ibadet yapılmasına ve anma amaçlı dini ibadetlerde bulunulmasına izin vermeye devam etti. Ekümenik Patrikhane, restorasyonun devam etmesi sebebiyle Trabzon yakınlarındaki Sümela Manastırı’nda her yıl yapılan bir ibadeti iptal ederek, söz konusu ibadeti alternatif bir yerde gerçekleştirdi. Eylül ayında, Ermeni Patrikhanesi Patrik Vekili, Van yakınlarındaki tarihi Ermeni Ahtamar Kilisesi’nde Aşai Rabbani Ayini düzenledi. Kültür ve Turizm Bakanı da ayine katıldı. Yetkililer, Türk Silahlı Kuvvetleri’yle PKK arasındaki çatışmalardan kaynaklanan güvenlik endişelerinden dolayı 2015 yılından itibaren her yıl gerçekleştirilen dini törenleri iptal etti.
Temmuz ayında VGM meclisi, VGM’nin mülkiyetinde bulunan ibadet yerlerinin ücretsiz olarak farklı dini azınlıklara tahsis edilmesine imkan veren bir karar aldı. Bu kararla, daha önceden kamulaştırılan kilise ve sinagogların, dini azınlıklar tarafından yeniden açılabilmesine imkan verildi. Kararın geçmesinin ardından, 1910 yılında inşa edilen bir Cizvit kilisesi olan Sacre Coeur, Süryani Katolik cemaatinin kullanımına tahsis edildi. Artık kullanılmayan ve eskiden Süryani kilisesi olan Hatay’daki Mar Yuhanna Kilisesi de, Hatay Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı’nın kullanımına tahsis edildi. VGM, Mar Yuhanna’yı, tadilat işlemlerini tamamlayarak yeniden açmıştı.
Bursa’da bulunan bir kilisenin restorasyon çalışmaları Mayıs ayında tamamlandı. Nisan 2017’de, dönemin Başbakan Yardımcısı olan Veysi Kaynak, kilisenin restorasyonunun hükümetin sağladığı maddi kaynaklarla yapılacağını açıkladı. Kilise, restorasyon sırasında dini ibadete açık kaldı. Roma Katolik, Ortodoks ve Türk Protestan mezhepleri, 10 yılı aşkın süredir VGM’nin mülkiyetinde bulunan binayı paylaşmaya devam etti. Haziran ayında, Bursa’daki yerel bir mahkeme, Bursa’da bulunan Protestan cemaatinin vakıf kurma başvurusunu onayladı. Vakıf, tüm mezheplerin kullanmaya devam edeceği şekilde kiliseyi uzun vadede kullanmak amacıyla Eylül ayında VGM’ye başvuruda bulundu. Yıl sonu itibariyle, hükümet, bu talebe henüz cevap vermemişti.
Hükümetin, azınlıkların günlük gazete ve haftalık dergileri için sağladığı maddi kaynaklar, 2017’de 150,000 Türk Lirası’ndan (28,400 Amerikan Doları) 2018’de 200,000 TL’ye (37,900 Amerikan Doları) çıkarıldı.
Medyada yer alan haberlere göre, çok sayıda hükümet yetkilisi, Mayıs ayında gerçekleştirilen Filistin’e destek amaçlı bir mitingde, İsrail hükümetiyle Hitler arasında parallellik olduğunu belirterek bir çok Yahudi karşıtı beyanda bulundu. Kasım ayında, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Açık Toplum Vakfı başkanı George Soros’tan “Meşhur Macar Yahudisi” şeklinde bahsederek, “Bu adam dünyada milletleri bölmekle ve parçalamakla görevli” ifadesini kullandı. CHP’nin Haziran seçimlerinde Cumhurbaşkanı adayı olan ve Erdoğan’ı ve iktidar partisini eleştiren Muharrem İnce, Erdoğan’ın 2005 yılında İftira ve Karalamayla Mücadele Derneği’nden Cesaret Ödülü almasını ima ederek, Ağustos ayında “Siz, yaptığı hizmetlerle Yahudi Cesaret Ödülü’ne layık görülen ve bu ödülü kendilerine layık görenlersiniz” tweetini paylaştı. İnce, bu paylaşımından dolayı daha sonra özür diledi.
Ankara Üniversitesi, Dışişleri Bakanlığı ile işbirliği halinde, 25 Ocak tarihinde Uluslararası Holokost Anma Günü etkinliği düzenledi. TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Büyükelçi Volkan Bozkır da etkinliğe katıldı. Dışişleri Bakanlığı, anma etkinliğiyle ilgili yazılı bir açıklamada da bulundu. Şubat ayında, hükümet 1942’de İstanbul’da batan Struma adlı gemide hayatını kaybeden yaklaşık 800 Yahudi mülteci için anma töreni düzenledi. İstanbul Valisi, Dışişleri Bakanlığı temsilcileri, Hahambaşı İshak Haleva, Musevi cemaatinin diğer mensupları ile diplomatik toplumun üyeleri anma törenine katıldı. Anma töreninde konuşma yapan konuşmacılar, ileride yaşanabilecek mezalimlerin önlenmesi açısından bu tür trajedileri unutmamanın önemine vurgu yaptı.
Müslüman, Musevi ve Hıristiyan dini liderler, Haziran ayında muhtelif belediyelerin temsilcileriyle İstanbul’da halka açık bir iftar programına katıldılar ve birlikte yaşama ve hoşgörü mesajları verdiler.
Ocak ayında, önemli ölçüde İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin sağladığı kaynaklarla Sveti Stefan Bulgar Ortodoks Kilisesi’nin yedi yıllık süren bir restorasyonun ardından yeniden açılması dolayısıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlığında bir tören düzenlendi. O dönem Başbakan olan Binali Yıldırım ve Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov da törene katıldı.
Nisan ayında, Batman Valisi, iki yıl süren restorasyonun ardından Gercüş İlçesi’ndeki Mor Aho Süryani Ortodoks Manastırı’nı kültürel ziyarete açtı.
Eylül ayında Cumhurbaşkanı Erdoğan, Roş Aşana’yı kutlayan Musevi cemaatine bir mesaj gönderdi ve mesajında “dini çeşitliliğin, Türkiye’nin zenginliğinin bir parçası olduğunu” ifade etti. Aralık ayında Musevi cemaati, cemaat mensuplarının, yerel görevlilerin ve diplomatik toplum üyelerinin katılımları ve sırasıyla menorayı yakmalarıyla İstanbul’un Nişantaşı semtindeki bir parkta Hanuka’yı kutladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan da yayınladığı mesajla “Vatandaşlarımızın herhangi bir ayrıma maruz kalmaksızın barış içinde bir arada yaşayabilmelerine…. din ve inanç özgürlüğüne” öteden beri büyük önem verdiklerini ifade etti ve Musevi cemaatine bayram dolayısıyla esenlikler diledi.
Bölüm III. Toplumun Dini Özgürlüklere Saygı Gösterilmesi Konusundaki Yaklaşımı
Aleviler, kaynağı belli olmayan ve şiddet içeren tehditlerin devam etmesi ve bir Alevi derneğinin mensuplarının terör örgütünü destekleme suçlamalarıyla tutuklanması hususundaki endişelerini ifade etti. IŞİD ve diğer aktörler, Musevileri, Protestanları ve ülkede yaşayan diğer Müslüman grupları tehdit etmeye devam etti. Hükümet yanlısı bazı haber yorumcuları, 2016 yılındaki darbe girişimini düzenleyen kişilerle ülkenin içinde bulunduğu ekonomik güçlükleri Musevi cemaatiyle irtibatlandırmayı amaçlayan bazı hikaye ve siyasi karikatürler yayımladılar.
Musevi cemaati mensupları, yıl boyunca şiddet içeren bir tehdit bildirilmese de, ülke çapında Yahudi düşmanlığı ve şiddet içeren tehditlerle ilgili endişelerini ifade etmeye devam etti. Musevi cemaatine göre, hükümet daha önceki tehdit ve saldırılara dayalı olarak IŞİD’in yapacağı muhtemel bir saldırıya karşı cemaate kapsamlı bir güvenlik imkanı sağlamaya devam etti. Musevi cemaati mensupları, hükümetin aldığı tedbirlerin yararlı olduğunu ve hükümetin güvenlik taleplerine cevap verdiğini ifade etti.
Özellikle sosyal medyada yer alan Yahudi düşmanı söylem, İsrail-Filistin çatışmasında gerilimin yükseldiği dönemlerde zirve yapmıştır. İnsan hakları örgütü olan Hrant Dink Vakfı’nın 2018 yılında yayınladığı nefret söylemine ilişkin bir rapora göre, Ocak ve Nisan ayları arasında Yahudileri hedef alan 427 yayımlanmış içerik bulunmaktadır. Vakfın medyada nefret söyleminin izlenmesi projesinde, Musevilere ve diğer gruplara yöneltilen entrika, olumsuz özellikler ve “faşist kanaatler” gibi yıl boyunca medyada yer alan Yahudi karşıtı beyan ve yorumlar mütemadiyen ifade edildi.
Ocak ayında, Diriliş Postası adlı bir günlük gazetede, Orta Doğu’nun “Hıristiyan ve Yahudi terörünün” kurbanı olduğu ifade edildi. Mart ayında, hükümet yanlısı Takvim gazetesinde bir köşe yazarı, “Haçlı Hıristiyanların ve Siyonist Yahudilerin” Türkiye’nin gelişmesini önlemek için ittifak içinde olduklarını iddia etti. Haziran ayında, Ankara’daki yerel bir gazetenin köşe yazarı İsrail ekonomisini sarsmak için “Yahudilere ait tüm malların” boykot edilmesi çağrısında bulundu.
Hıristiyanlara ait çok sayıda ibadethane vandallıkla karşılaştı ve tehdit edildi. Şubat ayında, bir grup saldırgan Trabzon’daki Santa Maria Katolik Kilisesi’nin avlusuna sis bombası attı. Polis, olayın ardından beş kişiyi göz altına aldı ve ifadelerini aldıktan sonra bu kişileri serbest bıraktı. Mart ayında, bir kişi, aynı kiliseye silahlı saldırıda bulundu. Polis, saldırganı olay yerinden kaçmasının ardından tutuklayıp göz altına aldı.
Nisan ayında, polis kaynaklarından aldığı bilgi çerçevesinde yerel basın, akli dengesi yerinde olmayan bir kişinin İstanbul’un Kadıköy İlçesi’ndeki Surp Takavor Ermeni Kilisesi’ne nefret saldırısında bulunduğunu bildirdi. Kilise’ye saldıran vandallar, Kilise’nin ana giriş kapısının önüne çöp dökerek duvarlara “Bu vatan bizim” yazısını yazdılar. Kadıköy Belediyesi olayı kınayan bir yazılı açıklamada bulundu ve giriş kapısının belediye işçileri tarafından temizlendiğini belirtti.
Ekim ayında, diğer bağımsız Ortodoks Kiliseleri’nin tanımadığı küçük bir milliyetçi kuruluş olan Türk Ortodoks Patrikhanesi temsilcileri, Ekümenik Fener Patriği I. Bartholomeos ve Sinod’un diğer üyeleri hakkında, Ukrayna Ortodoks Kilisesi’ne bağımsızlık kazandıran kararnameyi imzalamalarından dolayı resmi şikayette bulundu. Bulundukları şikayette, Türk Ortodoks Patrikhanesi, bağımsızlık kararnamesinin “halk arasında kin ve düşmanlığı kışkırttığını; temel ulusal menfaatlere aykırı faaliyetleri barındırdığını ve ülkeye karşı savaşı tahrik ettiğini” ifade etti. Savcılık, yapılan şikayetle ilgili olarak yıl sonu itibariyle harekete geçmiş değildi.
Temmuz ayında, TV8 kanalı bir Amerikalı şarkıcı ekranda göründüğünde şarkıcıya ait haç şeklindeki kolyeyi sansürledi. Çoğu sosyal medya kullanıcısı ve bazı gazeteler kanalı saygısızlık ettiği için eleştirdi.
Temmuz ayında Türkiye gazetesinde yazmakta olan bir köşe yazarı, köşesinden Sünni olmayan sapkınların cehennemde yanacağını ifade etti. Yine Temmuz ayında Star gazetesinde yazan bir köşe yazarı ilahiyat fakültelerinde ders veren Sünni olmayan öğretim görevlilerinin “sapkın” olduğunu ve öğretim kadrolarında bulunmamaları gerektiğini söyledi.
Haziran ayında, Süryani Ortodoks cemaati, artan nüfusun ihtiyaçlarına karşılık vermek amacıyla, İstanbul’da ikinci bir kilise kurmak için Roma Katolik cemaatiyle bir anlaşmaya vardı. Süryani Ortodoks cemaatinin bugüne kadar İstanbul’da sadece bir kilisesi vardı ve kilise, tahmini 17.000 ila 20.000 kişiden oluşan yerel cemaat mensubuna hizmet vermekteydi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Süryani Kilisesi Vakfı’na ikinci bir kilisenin inşaası için teklif ettiği arazi, daha önce Roma Katolik Kilisesi’ne ait bir arazi olduğu için, Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu projeye devam edilmeden önce iki cemaatin arasında yazılı bir mutabakat gerektiğini belirtti.
Muhtelif milliyetçi ve İslamcı gruplar, İstanbul’daki Ayasofya müzesi gibi bazı eski Ortodoks kiliselerinin camiye dönüştürülmesini savunmayı sürdürdü. Mayıs ayında yaklaşık 2500 kişi, her yıl İslamcı Anadolu Gençlik Derneği’nin düzenlediği İstanbul’un Osmanlılar tarafından fethinin yıldönümünü kutlamak için düzenlenen sabah namazına katılmak için Ayasofya dışında toplandı. Namazın ardından grup, müzenin cami olarak yeniden ibadete açılmasını talep etti. Bu yöndeki kampanyalar, 12. yüzyılda yapılan bir Bizans Kilisesi olan ve son 50 yıldır müze olarak faaliyet gösteren Trabzon Ayasofya Kilisesi’nin 2013’te camiye dönüştürülmesinin ardından yoğunlaştı.
Haziran ayında Musevi cemaati, Müslüman ve Hıristiyanların da aralarında olduğu yüzlerce kişinin katılımıyla Edirne Büyük Sinagogu’nda düzenlenen iftara evsahipliği yaptı. 6 Haziran’da, o dönem Başbakan Yardımcısı olan Hakan Çavuşoğlu İstanbul’daki dini azınlığın müştereken evsahipliği yaptığı bir iftar yemeğine katıldı. İftar’da konuşma yapan kişiler, Türkiye’deki bir arada yaşama tarihine vurgu yaparak çoğulculuğu “zenginlik” olarak ifade etti.
Türk araştırma şirketi Konda’nın yıl boyunca gerçekleştirdiği bir ankete göre, ankete katılanların yüzde 40’ı, 2008’deki yüzde 30’luk orana göre, damat ya da gelinlerinin başka bir dine mensup olması fikrini kabul edeceklerini belirtti.
Bölüm IV. ABD Hükümeti’nin Mevcut Politikası ve Rolü
Uluslararası Dini Özgürlükler Özel Yetkili Büyükelçisi, Maslahatgüzar ve ABD Büyükelçiliği ve konsolosluklarındaki diğer yetkililer ile Türkiye’ye ziyaret için gelen diğer ABD’li yetkililer, yıl boyunca Dışişleri Bakanlığı, Diyanet ve VGM dâhil olmak üzere hükümet yetkilileri ile düzenli olarak görüşme yapmaya devam etti. ABD’li yetkililer, görüşmelerde, din özgürlüğü, dinlerarası hoşgörü ve herhangi bir dini gruba yönelik nefret ve ayrımcı dilin kınanmasının önemini vurguladı. Diğer konuların yanı sıra hükümete, dini gruplara uygulanan kısıtlamaların kaldırılmasına yönelik reformları uygulaması çağrısında bulunarak, mülklerin iadesi ve restorasyonu konusunu gündeme getirdi ve dini ayrımcılıkla ilgili özel durumları ele aldılar. Üst düzey ABD’li yetkililer, Ayasofya’yı olağanüstü öneme sahip bir yer olarak görmeye ve Aya Sofya’nın, köklü tarihini yansıtacak şekilde korunmasına destek vermeye devam etti. ABD’li yetkililer, konuyu hükümet yetkilileri nezdinde ele aldı ve Ayasofya’nın barış içinde bir arada yaşamanın, anlamlı bir diyalog kurmanın ve dinlerarasında saygının bir sembolü olduğunu vurguladılar. Üst düzey ABD’li yetkililer ve resmi ziyarette bulunan kişiler, Diyarbakır ve Mardin’de kamulaştırılan kilise mülklerinin kısa bir süre içinde iade edilmesi çağrısında da bulundular.
Başkan, Başkan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı, çeşitli vesilelerle kamuoyu önünde Andrew Brunson’un serbest bırakılması çağrısında bulundu. Ağustos ayında, ABD Hükümeti, Brunson’un tutuklanmasından ve göz altına alınmasından sorumlu olan kurumlarda öncü role sahip olan İçişleri ve Adalet Bakanlığı yetkilileri hakkında Küresel Magnitsky Yaptırımları’nı uygulamaya koydu. Bu yaptırımlar, Brunson’un serbest bırakılmasının ardından Kasım ayında kaldırıldı. ABD’li üst düzey hükümet yetkilileri, Maslahatgüzar ve Büyükelçilik personeli, gözaltında ve ev hapsinde tutulduğu dönem içerisinde Brunson’u ziyaret etti.
Dışişleri Bakanı ve ABD hükümetinin diğer üst düzey yetkilileri, Türkiye Cumhuriyeti hükümeti görevlilerini Heybeliada’daki Rum Ortodoks Ruhban Okulu’nu yeniden açmaya davet etmeyi sürdürdüler.
Ocak ayında, Maslahatgüzar, üst düzey hükümet yetkilileriyle ve ülkenin Musevi cemaatinin liderleriyle beraber, Holokost Anma Günü dolayısıyla Ankara Üniversitesi’nde gerçekleştirilen törene katıldı; tören, yerel medyada da olumlu karşılandı.
ABD Büyükelçiliği’nin ve konsolosluklarının üst düzey yetkilileri, sorunlarını dinleyip, bunlara çözüm aramak, ibadet yerlerini ziyaret etmek ve dinler arası diyaloğu geliştirmek amacıyla çok sayıda dini cemaat lideriyle düzenli aralıklarla görüştüler. Büyükelçilik ve Konsolsoluk yetkilileri, diğer inanç temsilcilerinin yanı sıra ülkedeki Rum Ortodoks, Musevi, Ermeni Apostolik Hıristiyan, Ermeni Protestan, Ermeni Katolik, Protestan, Alevi, Süryani Ortodoks, Süryani Katolik, Roma Katolik, Keldani, İsa Mesih’in Son Zaman Azizler Kilisesi ve Bahai Cemaati mensuplarıyla görüştüler. Büyükelçilik ve Konsolosluklar, ABD’nin dini özgürlüklere ve insan haklarına olan taahhüdünün taşıdığı önemi ortaya koymak ve bu taahhüdün altını çizmek amacıyla belirli günlerde #DiniÖzgürlükGünü ve #HerGünDiniÖzgürlükGünü hashtagleriyle verilen mesajlarla beraber dini azınlıkları dahil etmenin önemine vurgu yapmak üzere Twitter ve Facebook’tan istifade etti.