Büyükelçi John R. Bass’in Konuşması Amerikan-Türk Konseyi (ATC) tarafından düzenlenen 34’üncü ABD-Türkiye İlişkileri Yıllık Konferansı

John Bass | Ritz Carlton, Washington D.C. | 28 Eylül 2015

Hepinize çok teşekkür ederim. Bu konferans –ve ATC, TOBB ve TAİK gibi Atlas Okyanusu’nun her iki yakasında varlık gösteren diğer iş çevreleri dernekleri arasındaki ilişkiler,– bu zorlu zamanlarda hepimiz için önemli bağları ve bağlamı sağlamaktadır.

İçinde bulunduğumuz, Türkiye ve çevre bölgelerde ve, bunun bir uzantısı olarak da, ilişkimizde gerçekten zorlu bir dönem.

Her gün, sürekli olarak, Türkiye’nin yakın güneyi ve kuzeyinden şiddet, aşırıcılık ve devam eden çatışmalara dair endişe verici haberler almaktayız.  Bu haberlerin çoğu; ülkelerimize, ortak insanlığımıza ve bütün, özgür ve barış içinde bir Avrupa’nın inşasını sonuçlandırmak için önceki nesilden bu yana verdiğimiz emeğe yönelik tehditler ile ilişkili haberler.  Bu tehditler farklı yönlerden geliyor. Bunlar,

  • Sınırların güç kullanarak değiştirilmemesi gerektiğine dair temel ilkeye meydan okuyan bir Rus hükümeti,
  • IŞİD’in aşırılıkçı terör faaliyetleri ve Suriye’de devam eden çatışma,
  • PKK’nın Türk devletine karşı düzenlediği şiddetli saldırılardır – ki bu saldırılar, Türkiye’deki Kürt vatandaşların hak ve özgürlüklerinin ilerlemesi ve korunmasının yolunun, el yapımı patlayıcılar ve şiddetten değil, demokratik kurumlar ve seçimlerle gerçekleştirilen siyasetten geçtiği temel gerçeğini sarsmaktadır.

Her iki başkentte, bu tehditlere karşılık verme çabalarımız ilave bir zorluk ile daha karmaşık bir hale gelmektedir. Bu zorluk, ABD ve Türkiye’nin giderek farklı istikametlerde ilerlediklerine ve ortak menfaatlerin azaldığına; farklı değerler ve amaçlara sahip olduğumuza dair algılardır.

Bunun, Dijital Çağ’da diplomasi başta olmak üzere, birkaç sebebi vardır:  Tek bir konu veya taktik üzerindeki farklılıkların her gün keskin çizgilerle tasvir edildiği, seçim konuşmalarının sıcağı sıcağına siyasi tercihler olarak yorumlandığı bir çağda yaşıyor ve çalışıyoruz.

Bu, Ankara ve Washington’ın bazı konulara yaklaşımlarında farklılıklar olmadığı anlamına gelmemektedir; böyle farklılıklar mevcuttur. Tıpkı, ülkeler arasındaki her ortaklık ve dostlukta olduğu gibi; ya da bundan on, on beş veya yirmi sene öncesinde olduğu gibi.

Peki, o halde neden bu farklılıklar çok belirgin bir şekilde hissediliyor? Bu sorunun cevabının bir kısmı, Washington ve Ankara’da ortak sorunlar ve zorluklar üzerinde birlikte çalışma deneyimine sahip daha az kişi olmasında yatmaktadır. Buna ABD tarafından sadece birkaç örnek verecek olursak, ABD Kongresi’nin yarısından fazlası (yaklaşık yüzde 60’ı) göreve 2008 yılından sonra gelmiştir. ABD ordusunun bir nesil subay ve personeli; Afganistan, Irak, Afrika Boynuzu ve diğer yerlerde terörle mücadele ederek yetişmiştir – Avrupa’da, NATO ittifakının paylaştığı değerleri savunmak adına Sovyet taaruzu karşısında mücadele ederek değil.

Kutuplaşmış siyaset, eşit ölçüde kutuplaşmış basın ve sürekli gündeme gelen taraflılık ve kayırmacılık suçlamaları düşünüldüğünde, ABD içindeki görüntü de durumu kolaylaştırmamaktadır.  Bu sadece, burada, ABD’deki durum. Türkiye’de de benzer dinamikler görmekteyiz. PKK ile çatışmaların yeniden başlaması; ülkelerindeki çatışma ve ıstıraplı koşullar nedeniyle yerinden edilen 2 milyondan fazla Suriyeli, Iraklı ve diğer mülteciye Türkiye’nin göstermiş olduğu büyük cömertliğin yarattığı sosyal ve ekonomik baskılar ile bu dinamikler daha da karmaşıklaşıyor. Bunu bir bağlama oturtacak olursak, bu, ABD’nin yaklaşık 4 sene içerisinde 8 milyondan fazla mülteciyi kabul etmesiyle aynı anlama gelmektedir.

Fakat bu zorluklara rağmen, ilişkimizde devamlılık gösteren güçlü yönler mevcut. Bu güçlü yönlerin kanıtlarını, her gün, hükümetlerimizin çok çeşitli başlıklar üzerinde yaptığı görüşmelerin derinliğinde ve yoğunluğunda görüyorum.  Geçtiğimiz aylarda da bunun somut örneklerini gördük.

  • Askeri ortaklığımız çok güçlü bir şekilde devam ediyor.  IŞİD’e karşı koalisyona katılımını güçlendiren Türkiye, birden çok üssünü ABD ve koalisyon güçlerinin kullanımına açtı.  IŞİD kontrolü altında olan bölgelere yakınlığı itibarıyla Türkiye’deki üsler, aynı gücü kullanarak daha fazla etki gösterebilmemize imkan veriyor.
  • Buna ek olarak, Türk pilotlar şu anda diğer koalisyon uçaklarıyla birlikte Suriye’deki hedeflere yönelik saldırılara katılıyorlar.  Türk uçaklarının koalisyon ile entegrasyonunu sağlamada operasyonel detayları netleştirmek biraz zaman almış olsa da, bu aşamayı geride bıraktık ve şu anda IŞİD ile mücadelede Türkiye’nin güçlü taahhüdünü görüyoruz.
  • IŞİD’in yarattığı tehlikelerle mücadele anlamında ve IŞİD’i ayakta tutan kaçakçılık ağlarını tespit etmek ve baskılamak için, koalisyon çapında ve Türkiye ile yapacak daha çok işimiz var.  Diplomasi, istihbarat, emniyet, finans uzmanlarının ve diğer alanlardaki uzmanların gösterdiği çabalar artıyor. Başkan Obama, yarın düzenlenecek olan IŞİD ve Şiddete Varan Aşırıcılıkla Mücadele Liderler Zirvesi’nde Başbakan Davutoğlu ve diğer 100 lidere ev sahipliği yapacak.  Zirve, yabancı terörist savaşçıların (YTS) seyahat etmesini önlemede ve şiddete varan aşırıcılıkla mücadelede alınan mesafeyi vurgulamanın yanı sıra, her alandan yeni taahhütlerin ve girişimlerin duyurulması için bir mecra olma işlevi görecek.
  • Rusya’nın Ukrayna’daki saldırılarına karşı koymak için NATO tarafından uygulanan bir dizi tedbir konusunda da, Türkiye’nin güçlü desteğini ve katkılarını görüyoruz.
  • Ayrıca Türkiye; Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk toplumları arasında uzun zamandır varılamayan çözüme ulaşılması amacıyla, Kıbrıs’ta gerçekleştirilen görüşmeleri destekleyerek oldukça yapıcı bir rol oynamakta.

En çok ilgi çeken konuların yanında, ilişkimizde diğer canlı alanlar da görüyoruz. Bunların en önemlilerinden biri ekonomik büyüme ve kalkınma. Büyümenin yavaşlaması ve 1 Kasım seçimlerinden çıkacak yeni hükümetin politika önceliklerinin belirsizliğine rağmen, Türkiye hem iç pazarı açısından, hem de üç bölgedeki faaliyetlerini yürütmede bir platform olarak ABD’li şirketlerin ilgisini güçlü bir şekilde çekmeye devam ediyor. Bir kısmı bu akşam burada bulunan ABD’li şirketler istihdam yaratıyor, yenilikçi alanları ve Türkiye’nin ihracatını destekliyorlar. Buna birkaç örnek vermek gerekirse:

  • Türkiye’nin en büyük ikinci sanayi işletmesi olan Ford Motor, 1000’den fazla mühendis ve teknisyenin istihdam edildiği, Türkiye’nin en büyük Ar-Ge merkezini İstanbul yakınlarında bu yıl hizmete soktu. Bu Ar-Ge merkezi, tüm Avrupa’da kullanılan iklim dostu dizel motorların geliştirilmesine katkı sağlıyor.
  • 3M, bir Türk soğutma firması için geliştirilen ve şu anda pek çok Avrupalı firmaya da satışı yapılan bir ısı izolasyon filmi üreterek şimdiden yeniliklere imza attığı bir Yenilikçilik Merkezi’ni geçtiğimiz Nisan ayında İstanbul’da açtı. 3M, istihdam ettiği mühendis sayısını beş yıl içerisinde üç katına çıkarmayı hedefliyor.

Bunun gibi pek çok örneğin oluşması için olanak görüyoruz; özellikle de Sierra Nevada şirketinin Türkiye’de kamu ve özel sektör ortakları ile geliştirdiği bölgesel jet uçağı projesinde. Ülkelerimiz arasındaki ticarette ve yatırımlarda artışı sürdürmek için, bir sonraki Türk hükümetiyle birlikte çalışmayı sabırsızlıkla bekliyoruz.

Şu açıktır ki, bu ortak hedefi gerçekleştirmedeki başarımız, bir ölçüde, AB ile Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Anlaşması’nın başarıyla müzakere etmemize ve bu liberalleşen çerçeveden Türk-Amerikan ticaretinin ve yatırımlarının da faydalanabilmesini sağlama çabamıza bağlı olacak. 2013’te Başkan Barack Obama ve dönemin Başbakanı Erdoğan, Türkiye’nin Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı’nın Türkiye’ye etkisi ile ilgili kaygılarını masaya yatırmak için Yüksek Düzeyli Çalışma Komitesi’ni kurdular. Bu komite, bu hayati konuların ele alındığı önemli bir mecra olmayı sürdürmekte.

Daha geniş açıdan bakacak olursak, bu vizyonu gerçekleştirme ve ilişkimizin canlılığını sürdürmedeki başarımız, bir ölçüde, Türkiye vatandaşlarının 1 Kasım’daki tercihlerini yansıtacak olan yeni Türk hükümetinin yapacağı politika tercihlerine bağlı olacak. Her iki ülkede bu seçimle ilgili hem büyük bir ilgi, hem de bazı endişeler mevcut.  Açıkça görülüyor ki, çoğu kişi, birçok şeyin bu seçime bağlı olduğunu hissediyor. Bizler, tüm Türkiye vatandaşlarının bilinçli bir tercih yapma ve oy verme görevini yerine getirme fırsatına sahip olmasının önemli olduğuna inanıyoruz.

Bu, Türkiye’nin bugün karşı karşıya olduğu sorunlar ve bu sorunların çözüm yöntemleri konusunda vatandaşlara farklı görüş ve bakış açıları konusunda bilgi sunabilen, canlı ve bağımsız bir medyanın varlığını gerektiriyor. Bu, aynı zamanda seçmenlerin de güven içinde sandığa gidebileceklerini hissetmelerini gerektiriyor. PKK veya Türkiye’deki herhangi birinin, seçmenler için güvenli bir ortam oluşmasını engelleme girişimlerini kabul etmiyoruz.

İlişkimizin gelecek dönemdeki sağlığı için önemli olan farklı bir tür yatırım daha var. Bu da, günümüzde çok farklı bir dünyada yetişmekte olan gelecek nesil Türklere ve ABD’lilere yapacağımız yatırım. Bu alanda oldukça büyük fırsatlar ve gerçek bir dinamizm görüyoruz:

  • Sadece bu yıl, Türk öğrencileri 10 yılı aşkın bir süredir New York Eyalet Üniversitesi (SUNY) kampüslerine taşıyan örnek bir program kapsamında – çift diploma almak üzere eğitim gören yüzlerce öğrenci dahil olmak üzere- 10.000’den fazla Türk öğrenci, ABD üniversitelerinde yüksek öğrenim gördü.
  • Yine bu yıl, 40’tan fazla Türk üniversitesinde eğitim veren 100’ü aşkın İngilizce Öğretim Asistanı dahil olmak üzere, bu zamana kadar Türkiye’ye gelen en büyük ABD’li Fulbright bursiyer grubunu karşıladık.
  • Bunun yanında, geçtiğimiz on yıl boyunca yüzlerce mesleki değişime de destek olduk; devletten, iş çevrelerinden ve sivil toplumdan gelecek vaat eden Türk liderlerinin ABD’li mevkidaşlarıyla bağ kurmalarını sağladık.
  • Uygun maliyetli sağlık teknolojilerini ortaklaşa geliştirme ve kanser testlerinde kullanılan gelişmiş yöntemler konusunda doktor eğitimleri projelerini de kapsayan bilim, teknoloji ve sağlık alanlarında birlikte çalışıyoruz. Orman yangınları, iklim değişikliği ve ormanların yok olması konularında işbirliğini arttırmak üzere geçtiğimiz yıl anlaşmaya vardık.

Son olarak, hem Türklerin, hem de ABD’lilerin yatırım yapmak zorunda olduğu bir grup daha var. Bu grup, çatışma ve zor yaşam koşulları nedeniyle yerlerinden edilen ve şu an Türkiye’de ikamet eden Suriyeliler, Iraklılar ve diğer ülkelerden gelen insanlardan oluşuyor. Az önce değindiğim gibi, Türkiye şu anda yaklaşık 2 milyon mülteciye ev sahipliği yapıyor. Türkiye’nin savunmasız mültecilere koruma ve destek sağlamak için göstermiş olduğu tüm çabalar için müteşekkiriz, fakat Türkiye’nin her şeyin tek başına üstesinden gelemeyeceğini biliyoruz. Bu sebeple Başkan Obama ve Dışişleri Bakanı Kerry, bu hafta BM Genel Kurulu’nda Suriyeli ve Iraklı mültecilerin büyük çoğunluğuna ev sahipliği yapan ön saflardaki devletlerin desteklenmesi için ilave kaynakların harekete geçirilmesine yoğunlaşacaklar. Çatışmanın başlamasından bu yana geçen sürede 4.5 milyar doları aşan yardımlarımızın büyük bölümünü, bulundukları bölgede kendilerini güvende hisseden Suriyeli ve Iraklıları desteklemek için ayırmayı sürdürüyoruz.

  • ABD hükümetinin bugüne kadar Türkiye’ye sağladığı yardım 325 milyon dolardır. Yardımımızla yeni okullar inşa ve idame edilmekte; yoksullara gıda, travma mağdurlarına ruh sağlığı hizmetleri ve en savunmasız kişilere nakdi yardım sağlanmaktadır. Yeni destek, Suriyeliler’e mesleki eğitim sağlayarak, kendi ayakları üzerinde durabilmeleri için ihtiyaç duydukları araçları geliştirmelerine yardım edecektir.

Hükümetlerin kendi başlarına yapabileceklerinin sınırlarını göz önüne aldığımızda, bu zorluğun sizin yardımınıza ihtiyaç duyduğumuz bir başka yönü daha var: Türkiye’de yaşayan 600.000 Suriyeli çocuğa eğitim sağlamak. Bu çocukların şu anda 200.000’i okula gidiyor, fakat 400.000’i gidemiyor. Bu çocukların üretken bir hayata sahip olabilmeleri için donanım kazanmalarına yardımcı olmaya dair insani zorunluluğu bir kenara koyarsak; eğer bu çocuklar hiçbir eğitim almazlar, umutları olmaz ve gelecekte aşırılıkçıların bünyelerine katacakları kişiler haline gelirlerse, gelecekte ciddi güvenlik riskleri doğacaktır.

Türk hükümeti, bu çocukları okula göndermek için bizim de destek sağladığımız pek çok adımı kendiliğinden atıyor olsa da, bu oldukça büyük bir iştir. Bu yüzden sizlerden, bu çocukları sokaklardan çekip okula göndermek için Türk hükümetinin AFAD üzerinden gösterdiği çabaları ve STK’ların çabalarını desteklemenizi istiyorum. Öğretmen, bina, ulaşım, okul ihtiyaçları, evde eğitimi destekleyen yaratıcı çözümler, dil eğitimi ve örgün eğitime kolayca geri dönemeyen çocuklara yardımcı olmak için, teknoloji kullanımı gibi pek çok ihtiyaç söz konusu.

Bunu nasıl yapabileceğinize dair size daha fazla bilgi vermekten mutluluk duyarız. Türk Amerikan İş Adamları Federasyonu da konuyla ilgilenen iş yerlerini sahadaki aktif kuruluşlar ile bir araya getirmede büyük yardım sağlamakta.

Ülkelerimizin on yıllardır paylaştığı derin ve dayanıklı ilişkiyi Türkiye’de her gün görüyorum. Daha iyi işbirliğini, daha fazla yatırımı ve karşılaştığımız zorluklar üzerine sağlıklı fikir ve görüş alışverişini savunmaya devam edeceğim. Hepinizin de bunu yapmayı sürdürmenize; başkalarının da manşetler ve söylemlerin ötesini görmesine yardım etmenize ihtiyacımız var.

Amerikan-Türk Konseyi ve üyeleri bu savunmada eşit derecede önemli bir rol oynamakta. Bu hafta burada tartışılacak fikir ve girişimler üzerinde hepinizle birlikte çalışmayı sabırsızlıkla bekliyorum.