Diplomasi Muhabirleri Derneği (DMD) ile Yuvarlak Masa Toplantısı

Ambassador John Bass - Roundtable with Diplomatic Correspondents Association (DMD)

Büyükelçi Bass:  Çok teşekkürler. Arkadaşlar — hoşgeldiniz, merhabalar. Meslektaşlarınızla her konuşma ve etkileşim fırsatı bulduğumda olduğu gibi, burada olmaktan çok mutluyum. Yaptığınız işi ve gerek Türk toplumuna gerekse Amerikalılara, Avrupalılara ve burada neler olduğuyla ilgilenen Türkiye dışındaki insanlara sunduğunuz hizmeti ne kadar önemsediğimizi hepinizin bildiğini düşünüyorum. Bu nedenle, sorularınızı cevaplama ve ABD’nin gelişmeleri nasıl gördüğüne ilişkin bir bakış açısı sunma fırsatına sahip olduğum için mutluyum. Sorularınıza geçmeden önce, sözlerime başlarken birkaç konuya değinmek istiyorum.

İlk yapmak istediğim gözlem şu ki, malumunuz üzere çok zorlu bir dönemde yaşıyoruz ve hem Türkiye için hem de daha geniş anlamda bu coğrafya ve Türkiye’nin de parçası olduğu üç bölge açısından kesinlikle çok zorlu bir dönem. Öte yandan, Ortadoğu’da, Mağrip’de, Avrupa’da ve Avrasya’da terörle mücadele etmek, şiddeti azaltmak, barışı teşvik etmek ve güvenliği arttırmak amacıyla birlikte çalışan hepimiz için çok zorlu bir dönem. Biz bunları yaparken, birbirine geçmiş bu karmaşık sorunlar kümesi üzerinde hep birlikte çalışırken, bu sorunların Türkiye’de kendini göstermesinden derinden etkilendik ve bunun acısını derinden hissettik. Kalbimiz burada meydana gelen terör saldırıları ve devam eden şiddet nedeniyle mağdur olan bu ülkenin tüm vatandaşlarıyla olmaya devam ediyor. ABD, bu ülkeyi etkileyen terörizmle mücadele etme ve bu toplumdaki pek çok kimseyi etkileyen şiddeti sona erdirme konusunda bu ülkenin hükümeti ve halkıyla birlikte çalışma taahhüdüne güçlü bir şekilde bağlı olmayı sürdürüyor. Bunun yanında, şiddetin siyasi hedeflere ulaşmak amacıyla kullanılmasını reddetmeyi sürdürüyoruz. Ve pek çok kez yaptığımız, bugünden sonra da yapmayı sürdüreceğimiz gibi, PKK’ya, şiddet kampanyasını durdurması, silahlarını bırakması ve şiddetin oluşmasında payı olan temeldeki sorun veya şikayetler üzerine konuşmak için fırsat olabildiği ölçüde ve bu ülkenin vatandaşlarının kabul edilebilir gördüğü şekilde meşru bir iletişim içine girmesi yönünde bir kez daha çağrıda bulunuyoruz.

Kanımca, daha geniş kapsamlı zorluklar da, bu ortak terör belasıyla ve Irak ile Suriye’den yayıldığını gördüğümüz aşırılıkçı şiddetle bağlantılı olan ihtilaflarla başa çıkmak ve söz konusu zorluklarla mücadele eden dünyanın dört bir yanındaki dostlarımızı ve ortaklarımızı desteklemeyi sürdürmek için hepimizin birlikte çalışmak zorunda olduğunun altını çiziyor. Beraber çalıştığımızda her zaman daha güçlü oluruz ve karşı karşıya olduğumuz bu tehditlerin pek çoğunun küresel veya bölgesel mahiyeti de birlikte çalışmaktan başka bir seçeneğimiz olmadığı anlamına geliyor, bizler de bunu yapmakta kararlıyız.

Bu da konuyu, liderlik konusuyla ilgili olan ikinci gözlemime getiriyor. Bu toplum içerisinde bulunan ve çoğu Suriye’den gelen göçmenlerin sayısının büyüklüğünün toplumda yarattığı zorluklar hakkında bizler yoğun şekilde konuşuyoruz ve sizler de yoğun şekilde yazıyorsunuz. Türk hükümetinin ve Türk halkının söz konusu mültecilerle ilgilenme konusunda büyük ölçüde Türkiye’nin kendi kaynaklarını kullanarak göstermiş oldukları cömertliği saygıyla ve takdirle karşılıyoruz. Türk halkının sıcaklığını, misafirperverliğini ve cömertliğini saygıyla selamlıyoruz.

Fakat bu konuyu, cömertlik bağlamında değil, biraz da liderlik bağlamında ele almak istiyorum. Türkiye’nin söz konusu mültecilere desteği çoğu zaman cömertlik bağlamında değerlendiriliyor, fakat bu konuyu liderlik merceği altında incelemenin de önemli olduğunu düşünüyorum. Bu liderlik, açık konuşmak gerekirse G20 ülkelerinden ve lider konumdaki siyasi ve ekonomik güçlerden beklendiğini düşündüğümüz türden bir liderlik, ve üzücü olan gerçek şu ki, Türkiye’deki 3 milyon mülteci, dünya çapında çok daha büyük bir rakamın ve mücadele ettiğimiz çok daha büyük bir zorluğun sadece bir parçası. Sözünü ettiğim bu büyük sayı 55 milyon. Dünya genelinde 55 milyon mülteci ve yerinden edilmiş insan, çoğu Türkiye’den nüfus anlamında daha küçük olan ve ekonomik olarak da çok çok daha küçük olan, mültecileri ve yerinden edilmiş insan nüfusunu destekleme konusunda daha az kabiliyete sahip, gerek Güney Sudan ve Kongo gibi ülkelerde gerekse büyük nüfusların bulunduğu diğer yerlerde ikamet ediyorlar.

Türkiye’nin, mülteci nüfusunun getirdiği zorluklarlarla büyük ölçüde ülke sınırları içinde mücadele etme konusunda gösterdiği liderlik, gerek ekonomileri çok daha küçük olmasına karşın önemli bir mülteci nüfusuna ev sahipliği yapan Suriye’ye komşu diğer ülkelere, gerekse Afrika, Asya veya Latin Amerika’daki mülteciler ve yerinden edilmiş insanlara yardım konusunda ABD ve diğer bazı bağışçıların, kaynaklarını, söz konusu topluluklara kendi başlarına yardım etme kapasitesi daha az olan ülkelere ayırabilmesini mümkün kılıyor. Dünyanın önde gelen ülkeleri arasındaki küresel bakış açısının, küresel liderliğin ve küresel ortaklığın öneminden bahsederken bir ölçüde buna atıfta bulunuyorum.  Süregelen mülteci sorununu ele alırken, ki elbette Mayıs ayında İstanbul’da düzenlenecek  Dünya İnsani Yardım Zirvesi bağlamında bu konuyu çok yakından ele alacağız, karşılaştığımız bu geniş çaplı küresel zorluğu idrak etmenin ve hepimizin, pek çok farklı ülkenin ve hükümetin, yerinden edilmiş topluluklara evlerine geri dönebilene kadar yardım etme konusunda katkılar sağlamasının ve ilave adımlar atmasının önemli olduğunu düşünüyoruz.

Bu sözlerimle birlikte, bir kez daha, burada olmaktan çok mutluyum ve sorularınızı sabırsızlıkla bekliyorum.

DMD Başkanı Mahmut Gürer: İlk üç sorudan sonra kameraman arkadaşlarımızdan dışarıya çıkmalarını rica edeceğimizi ve toplantımıza kameralar olmadan devam edeceğimizi hatırlatmak isterim.

Soru: Yıldız Yazıcıoğlu, Amerika’nın Sesi (VOA), Türkiye. Sayın Büyükelçi, sorum Türkiye’de meydana gelen terör saldırılarından sonra ABD hükümetinin çalışanlarına ve onların Türkiye’deki aile fertlerine, özellikle de asker ailelerine yapmış olduğu, ABD’ye geri dönmeleri ve Türkiye’yi terk etmelerine ilişkin uyarıyla ilgili. Bunun nedeni nedir? Türkiye’deki ABD vatandaşlarına yönelik ana risk nedir? ABD, Türkiye’de başka önlemler almaya devam edecek mi? Türkiye’de yaşanabilecek yeni terör saldırılarıyla ilgili öngörünüz nedir?

Büyükelçi Bass: Türkiye’deki aile fertlerinin sayısını azaltmamızın nedenlerine açıklık getirme fırsatı verdiğiniz için çok teşekkür ederim. İlk olarak şunu söylemek isterim ki, terör tehditleriyle ilgili bilgi paylaşımı sağladığımızdan, bu tehditleri sekteye uğratmak ve gerek Türkiye’deki ABD’liler gerekse Türk vatandaşlarına yönelik tehditler dahil olmak üzere tüm bu zorluklar ve tehditlerle başa çıkmak için elimizden gelen her türlü desteği verdiğimizden emin olmak için Türk hükümetinden meslektaşlarımızla çok yakın şekilde çalışıyoruz. Bu alanda her zaman yapılacak daha çok iş var ve biz de bunları Türk ortaklarımızla birlikte yapmaya kararlıyız. İncirlik konusunda attığımız adımlarla ilgili olarak, durumu DAEŞ’e karşı o bölgeden yürütülmekte olan askeri operasyonlar bağlamında ele almanın ve askeri operasyonlara aktif şekilde katılan, özellikle de ordunun harekat alanı olarak adlandırdığı ve askeri faaliyetlerin yürütüldüğü alana çok yakın bir tesiste aile fertlerinin bulunmasının bizim için alışılmadık bir durum olduğunu anlamanın önemli olduğu kanaatindeyim. Çatışmanın evrilmekte olduğu yön dikkate alındığında ve DAEŞ’in Türkiye’de saldırılar düzenlemeye yönelik çabalarındaki ısrarın artışını göz önünde bulundurduğumuzda, söz konusu bölgede bulunan ABD vatandaşlarının, bir başka deyişle bakmakla yükümlü olunan kişiler olarak adlandırdığımız ABD hükümeti çalışanlarının aile fertlerinin sayısını azaltmanın ihtiyatlı bir adım olacağını düşündük. Öte yandan, şunu da vurgulamak isterim, Adana’daki konsolosluğumuzdan tüm faaliyetlerimizi yürütmeyi sürdürüyoruz; Adana, Mersin ve çevre illerdeki personelimiz orada ve bu adımdan önce yürütmekte oldukları tüm işleri yapıyorlar. Bunları gelecekte de yapmaya devam edeceğiz.

Soru: Teşekkürler Sayın Büyükelçi. Al Jazeera Türk’ten Ece Göksedef. Suriye’nin kuzeybatısının IŞİD’den temizlendikten sonra kimin kontrolü altında olacağına dair görüşmeler oldu. ÖSO’nun Türkiye sınırının kuzeyine konuşlandırılacağı ve SDG’nin Menbiç ile Tel Rıfat’ı SDG kontrolü altında olan güneydeki bölgelerle birbirine bağlayacağı yönünde haberler var. ABD ile Türkiye arasında bu bölgeyle ve uzun süredir bir sorun teşkil eden PYD’yle ilgili bir anlaşma var mı?

Büyükelçi Bass: DAEŞ’in, geçmişte veya şu anda kontrolü altında bulunan bölgelerden Suriyeli yerel güçlerce püskürtülmesi ve DAEŞ’in bölgeden ayrılmasının ardından daha fazla mülteci nüfusu veya Suriye içinde yerinden edilen insan toplulukları ortaya çıkmaması için uygun bir güvenlik ortamını ve temel idari işlevleri sağlayabilmek amacıyla bu güçlerin söz konusu bölgelerde kalmalarını temin etmek için en iyi yolun ne olacağın üzerine Türk hükümetinden dostlarımızla  aylarca çok yakın şekilde çalıştık. Bu sorun üzerinde aylardır çok yoğun bir şekilde çalışıyoruz. Açıkçası bu epey karmaşık bir sorun, çünkü söz konusu grupların çoğu DAEŞ’e karşı savaşmanın yanı sıra, aynı zamanda El Nusra ve rejime karşı da savaşıyor. Çatışmasızlık anlaşması şiddetin azalmasına katkı sağlıyor görünüyor ve bu grupların bazıları dikkatlerini DAEŞ’i Menbiç çevresindeki alandan temizlemeye daha fazla çevirebiliyor ve onların başarılı olmalarını sağlamak için Türkiye’deki dostlarımız ve ortaklarımızla ve koalisyonun pek çok diğer üyesiyle yakın şekilde çalışmaya ve elimizden gelen tüm desteği sağlamaya kararlıyız. Bunu yapmayı sürdüreceğiz. Hepinizin bildiği üzere buna paralel yürütülen bir tartışma, Suriye’deki siyasi geçişle ilgili olarak Cenevre’de BM çatısı altında siyasi kulvarda yürütülen bir dizi görüşme var. ABD ve Türkiye’nin Suriye’de aynı hedefleri paylaştığını hatırlamanın önemli olduğunu düşünüyorum. Çatışmanın askeri bir çözümü olmadığına ve Beşar Esad’ın Suriye’nin geleceğinin bir parçası olmadığına inanıyoruz ve paylaştığımız bu hedefi gerçekleştirmenin bir yolunu bulmak için bu görüşmelerde gerekli enerji ve diplomasinin mevcut olduğundan emin olmak adına birlikte çok yakın bir şekilde çalışıyoruz. Bu görüşmelerden Suriye’ye ilişkin nasıl bir siyasi düzen ortaya çıkarsa çıksın, biz bunların Suriyelilerin vereceği kararlar yoluyla gerçekleşmesinin önemli olduğunu düşünüyoruz. Suriye’de gelecekte hayata geçirilecek siyasi düzenlemelerin DAEŞ’e karşı yürütülen askeri çabaların bir sonucu olarak değil, Suriye halkının siyasi bir süreç yoluyla karar vereceği bir konu olması gerektiğine inanıyoruz.

Soru: Sözcü gazetesinden Zeynep Gürcanlı. Zamanlama açısından çok yerinde bir toplantı oldu, teşekkür ederiz Sayın Büyükelçi. Türkiye’deki basın özgürlüğüyle ilgili bir soru sormak istiyorum. Çünkü, Başkan Obama, ABD’de düzenlenen Nükleer Zirvenin hemen sonrasında bu konuyla ilgili bir soru cevapladı ve Türkiye’deki basın özgürlüğüne ilişkin birtakım eleştirel sözleri oldu. Fakat Cumhurbaşkanı Erdoğan, [ülkeye] geri döndüğünde, basın özgürlüğüyle ilgili söz konusu eleştirel yorumların hiçbirinin Washington’da gerçekleştirdiği resmi görüşmelerde dile getirilmediğini söyledi. Bu duruma biraz açıklık getirebilir misiniz? ABD’li yetkililer kamuya yönelik bir açıklamada bulunup resmi görüşmelerde aynı şeyleri söylemediler mi? Buna ek olarak, Türkiye’deki basın ve ifade özgürlüğüyle ilgili izleniminiz nedir?

Büyükelçi Bass: Sorunuz için çok teşekkür ederim. Başkan Obama’nın sözlerinin kendi başına yeterince anlaşılır olduğunu düşünüyorum. Bu sözlerin, iki dost hükümet olarak pek çok farklı vesileyle hem özel olarak hem de kamuoyu önünde konuştuklarımızı yansıttığını söyleyebilirim. Gerek yakın bir süre önce Türkiye’ye gerçekleştirdiği ziyaret esnasında Başkan Yardımcısı’nın söyledikleri, gerekse ABD Dışişleri Bakanlığı ve Beyaz Saray sözcülerinden duyduklarınız olsun, bu konuyla ilgili olarak daha önce dile getirdiğimiz hususların son derece tutarlı olduğunu düşünüyorum. Konuya ilişkin burada yayınlanan bazı haberlerde ABD’li yetkililerin yaklaşımının ikiyüzlülük içerdiği iddialarına yer verilmesinden ötürü şaşkınlık yaşadığımı belirtmeliyim.

Böyle bir argümanın nereden kaynaklandığını anlamaya çalışırken, bunun, belki de ifade özgürlüğü uygulamalarında hukuk sistemlerimiz arasındaki farklılıkların anlaşılması konusundaki bir eksikliği yansıttığını düşünüyorum. ABD’de, hakarete ve ifadeye yönelik ulusal düzeyde bir yasa yoktur. Yani, hakaret içeren ifadelerle ilgili olarak, ABD’de ulusal seviyede herhangi bir cezai süreç bulunmamaktadır. Örneğin, günlük bazda Başkan Obama’nın Instagram hesabına bakacak olursanız, epey hakaret içeren pek çok yorum görürsünüz. Bu benim de hoşuma gitmiyor, bunların ve benim Instagram hesabıma veya ABD Büyükelçiliği’nin Instagram hesabına yazılan bazı yorumların hakaret içerdiğini düşünüyorum ve bu yorumlara kesinlikle katılmıyorum. Ancak, buna hoşgörüyle yaklaşıyoruz, çünkü bizim için ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü, anayasal demokrasimizin temelini oluşturan en önemli hususlardan iki tanesidir. Türkiye de dahil olmak üzere Avrupa’daki dostlarımız, hakaret yasalarının mevcudiyeti konusunda biraz daha farklı bir yaklaşım benimsemiş durumdalar; ve bu yaklaşımın, ifade özgürlükleriyle kişisel mahremiyet arasında ve hukuk sistemlerinin diğer boyutları arasında nasıl bir denge sağlanacağına ilişkin olarak kendileri ve toplumları için uygun bir denge teşkil edip etmediği konusu, bu ülkelerin her birindeki vatandaşların kendilerinin karar vermesi gereken bir husustur. Bizim sistemimizin daha iyi olduğunu söylemeyeceğim, yalnızca, bizim sistemimizin farklı olduğunu söyleyebilirim. Ayrıca, okurlarınızın ve bu ülkenin vatandaşlarının, bazı konulara farklı yaklaştığımızı gördüklerinde, bunun, bahsedilen konuya yaklaşımımızın temelinde yatan farklı bir hukuk geleneğine sahip olmamızdan kaynaklandığını anlamalarının önemli olduğunu düşünüyorum.

DMD Başkanı Mahmut Gürer: Kameraları dışarı alabilir miyiz? Meslektaşlarım, görüntü alınan kısım sona ermiştir, teşekkür ederim.

Soru: Merhaba, Sayın Büyükelçi. Bu fırsat için size teşekkür ederim. Ben Daily Sabah gazetesinden Ali Ünal. Bildiğiniz gibi, Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD ziyareti sırasında DAEŞ’le PYD yerine savaşacak ılımlı muhaliflerden oluşan yaklaşık 1,800 kişilik bir liste verdiğini söyledi. Bu konuyla ilgili bir gelişme var mı? Bununla ilgili yorumunuz nedir?

Büyükelçi Bass: Daha önceki bir soruya verdiğim cevapta belirttiğim gibi, DAEŞ’e karşı mücadelelerinde Suriye’nin kuzeybatısındaki silahlı muhalif grupları destekleme konusuna elimizden gelen her şeyi yapma konusuna epeyce yoğunlaşmış durumdayız ve bu konuda kararlıyız. Türk ordusundan ve Türk hükümetinden ilgili uzmanlarla, kuzeybatıdaki gruplara sağladığımız desteği ve çabaları artırmak, ve DAEŞ’i, Halep’in kuzeyiyle sınır bölgesi arasında takriben kuzey-güney doğrultusunda yer alan mevcut hattın doğusuna püskürtmek için çatışmasızlık anlaşması sonrasında an itibariyle fırsatların oluşup oluşmadığıyla ilgili olarak bir dizi görüşme içindeyiz. Bu konuda, söz konusu grupların sınır hattı boyunca daha doğuya doğru ilerlemesiyle birlikte geçtiğimiz haftalarda bazı ilerlemeler kaydettik. Bu alana yoğunlaşmaya devam edeceğiz ve gelecek haftalarda bazı ek ilerlemeler kaydetmek için fırsatlarımız olabileceğine inanıyoruz. Bunu yapmak bizim için önemli.

Soru: Konuyla ilgili devam niteliğinde bir soru; Eğit-Donat programı bildiğiniz üzere son buldu. DAEŞ’le mücadeleyi güçlendirmek için bu Eğit-Donat programının tekrar hayata geçirilmesiyle ilgili herhangi bir plan var mı?

Büyükelçi Bass: ABD ordusunun kararlarıyla ilgili önceden yorum yapmak istemem, ancak şu anda, söz konusu silahlı muhalif gruplara ilave yardım sağlayabilmemizin yollarıyla ilgili çeşitli seçenekleri ele almaktayız.

Soru: [Tülay Karadeniz-Reuters] Sayın Büyükelçi, benim sorum Güneydoğu’daki şiddet ve devam eden operasyonlarla ilgili olacak. Bazı şehirlerde sokağa çıkma yasakları var ve bildiğiniz gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan bu hafta, bu teröristlerin ya teslim olacaklarını ya da ortadan kaldırılacaklarını, bu konuda üçüncü bir seçeneğin olmadığını belirtti. Barış sürecinin şu an buzdolabında olduğunu söyledi. Türkiye’de devam eden operasyonlarla ilgili olarak ABD hükümetinin duruşu nedir? Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ziyareti sırasındaki görüşmelerde Türk hükümetini barış sürecini yeniden başlatması için teşvik ettiniz mi? Bu konuyla ilgili en son durum nedir?

Büyükelçi Bass: Bu konuyla ilgili izninizle birkaç şey söylemek istiyorum. Öncelikle, ABD, Türk hükümetinin kendi nüfusunu, bu ülkenin vatandaşlarını her türlü terör tehdidine ve vatandaşlarına yönelik her türlü şiddete karşı koruma hakkını güçlü bir şekilde savunmaktadır. Bu, her devletin temel sorumluluklarından biridir. PKK şiddetini ele almaya ilişkin çabaları da bu doğrultuda görüyoruz. Türkiye’nin güneydoğusundaki yerleşim alanlarında görülen şiddetin boyutundan çok rahatsızım. Ancak, bu şiddetin neden meydana geldiğini hatırlamanın önemli olduğunu düşünüyorum. Bu şiddetin yaşanmasının sebebi, PKK’nın, tamamen uygunsuz bir şekilde, terör saldırıları düzenlemeyi ve yerleşim alanları içinde siyasi bölgeler için özerklik ilanında bulunmayı seçmiş olmasıdır. Bu nedenle, bir merkezi hükümetin, gerek kırsalda gerekse bir yerleşim alanında terör tehdidine karşı önlemler alması doğaldır.

Bunu belirtmekle birlikte, şu dersi çok acı tecrübelerden çıkardığımızı söyleyebilirim ki, terörle mücadele operasyonlarının mümkün olabildiğince titizlik içinde ve mümkün olan en yüksek ölçüde sivil kayıpları azaltacak şekilde yürütülmesinin önemli olduğuna inanıyoruz. DAEŞ’e karşı düzenlediğimiz operasyonların pek çoğunda oldukça dikkatli davranmamızın ve belki de DAEŞ’in kontrolü altındaki bölgelerde görmek istediğimiz etkileri yaratmanın daha uzun bir zaman almasının bir nedeni de kısmen bu, çünkü DAEŞ’e yönelik askeri eylemlerimizden kaynaklanabilecek sivil kayıplar konusunda çok dikkatli davranıyoruz. Bu, şüphesiz ki epey zorluk barındıran bir sorun. Ve sözlerime başlarken belirttiğim gibi, burada misafir ve diplomat olarak bulunan bizler, bütün bu şiddetin neden olduğu acı ve ıstırabı hissedebiliyoruz. Bu nedenle, PKK’nın şiddet içeren eylemlerine, terör saldırılarına son vermesinin ve söz konusu şiddetin en başta ortaya çıkmasının altında yatan sorunları ele almanın en iyi yoluna yine bu ülkenin vatandaşlarının karar vermesiyle sonuçlanacak bir sürecin başlamasına imkan vermesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu bağlamda, söz konusu şiddetin çözümünün, toplumun bu şiddeti ve altında yatan sorunları ele alma şeklinin, Türk vatandaşlarının karar vereceği bir konu olduğunu vurgulamak isterim. Çözümün zaman içinde sürdürülebilir olması için, bu toplumun içinden çıkan bir çözüm olması gerekir.

Soru: [Yusuf Kanlı – Hürriyet Daily News] Sayın Büyükelçi, demokratik bir toplumda ifade ve basın özgürlüğüne yaptığınız vurgu için çok müteşekkiriz. Fakat vurguladığınız bir kavrama açıklık getirmenizi rica ediyorum, anayasal demokrasi. Anayasal demokrasiye vurgu yaparak tam olarak ne demek istediniz?

Büyükelçi Bass: O konuya yalnızca ABD’deki devlet yapımızın doğası bağlamında atıfta bulunmuştum. Ancak bu, NATO ittifakının tüm üyelerinin ortak özelliği ve kesinlikle Helsinki Sözleşmesi’ne taraf olan pek çok ülkenin tercih ettiği yönetim şekline ait bir özellik. Bize göre, Türkiye’deki demokrasinin yapısıyla ilgili sorular, Türk vatandaşlarının karar vermesi gereken konulardır. Anayasa üzerinde ya da vatandaşlara yönelik  yasal korumalara ilişkin herhangi bir değişiklik yapılması gerekiyorsa, bu değişikliklerin ne olacağı bu toplumdaki herkesi ilgilendiren bir konudur. Biçime ilişkin görüş belirtmek ABD’nin işi değildir. Özellikle dikkat ettiğimiz konu, herhangi bir anayasal demokrasinin, tüm demokrasilerin temel ilkeleri olan evrensel değerleri ne boyutta koruduğudur.

Soru: [Duygu Güvenç – Cumhuriyet] Şahsen çok sorum var, fakat öncelikle şunu sormak isterim; Yusuf’un sorusuyla ilgili, Türkiye’deki anayasal demokratik sisteme dair endişeleriniz var mı?

Büyükelçi Bass: Daha önce söylediğim gibi, Türkiye’nin anayasal sisteminin yapısıyla ilgili yorum yapmak bizim işimiz değil. Bu, bu toplumdaki insanların ele alması, tartışması ve bilinçli tercihler yapması gereken bir konu. Basın özgürlüğünün çok önemli olmasının bir nedeninin de, demokratik bir toplumda yaşayan vatandaşların, kendilerini etkileyen konulara ilişkin geniş bir yelpazede bilgiye ve perspektiflere erişimini güvence altına almak olduğunu düşünüyorum. Böylelikle, bilgilenmiş şekilde tercihlerini yapabilsinler ve bu gibi konularla ilgili bilinçli bir konuşmanın ve tartışmanın parçası olabilsinler.

Soru: [Duygu Güvenç – Cumhuriyet] Sayın Büyükelçi, PKK ve PYD ile ilgili olarak basitçe söylemek gerekirse, Türk hükümeti bu ikisinin aynı şey olduğunu düşünürken, ABD için PYD  sahada bir ortak. Şimdi bize, kuzey Suriye ile ilgili olarak, Türk hükümeti ile ABD arasında bazı hazırlıkların, bir işbirliğinin olduğunu ve bunu ileride görebileceğimizi söylüyorsunuz. Pozisyon değiştirenin Türk hükümeti olup olmadığıyla ilgili biraz ayrıntılı bilgi verebilir misiniz? Ya da pozisyonunu değiştiren ABD mi? Veya bunların ikisi de mi doğru, yani iki taraf da bazı tavizlerde mi bulunuyor? Öte yandan, SDG ile ilgili olarak da bazı Arap kabilelerinin IŞİD’den arındırılmış bölgeleri almak için kendilerini bu gruplardan ayıracağı yönünde bazı haberler var. Bu doğru mu? Yani, iki başkent arasındaki PYD/PKK konusundaki farklılıkları göz önünde bulundurduğumuzda, Türkler ve Kürtler arasındaki barış sürecinde yürütülen müzakerelerin çöküşünü ve Suriye’nin konu üzerindeki etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Büyükelçi Bass: Daha önce belirttiğim hususu tekrar edeyim; Türkiye’de şiddet ve terörü teşvik eden bütün grupların eylemlerini reddediyoruz. Ayrıca, dışarıdan güçlerin veya grupların söz konusu şiddete katkı yaptıkları yönündeki her türlü göstergeden büyük endişe duyuyoruz ve Türk hükümeti tarafından buna ilişkin olarak dikkatimize sunulan tüm fikirleri dikkatle inceliyoruz. Hepinizin bildiği gibi ABD, PKK’yı bir terör örgütü olarak kabul etmektedir. Suriye’de herhangi bir şekilde birlikte çalıştığımız tüm gruplara, DAEŞ’e karşı operasyon yürütülmesiyle sınırlı bir hedef çerçevesinde çalıştığımızı ve Suriyeli Arap gruplara sağladığımız tüm desteğin DAEŞ’le mücadeleye yönelik operasyonlar için verildiğini çok açık bir şekilde ifade ettik. Bu konuyla ilgili spekülasyonlar sürdüğü için tekrar belirtmek isterim; ABD YPG’yi silahlandırmıyor. YPG’ye silah veya mühimmat sağlamıyoruz.

Soru: [Emine Kart – Hürriyet/Hurriyet Daily News] Sayın Büyükelçi, anayasal bir demokrasinin büyükelçisi olarak, sizce Helsinki Sözleşmesi’ni imzalamış olan bir anayasal demokrasinin, teröre destek verdiği yargısına varılan kişileri vatandaşlıktan çıkarabilme olasılığı var mıdır? Tabii, teröre destek verme konusunun Türk yasalarında epey muğlak bir kavram olduğunu akıldan çıkarmamak gerekir, ABD’de terör destek vermekle ilgili yasaları bilmiyorum, ancak böyle bir demokraside böyle bir olasılık ortaya çıkabilir mi? Teşekkür ederim.

Büyükelçi Bass: Ben hukuk uzmanı değilim. Pek çok Amerikalı diplomat ve diğer ülkelerin diplomatları gibi konsolosluk görevinde bulunmuş birisi olarak, pek çok ülkedeki vatandaşlık konusuna illişkin sorularla ilgili yasal mevzuatın, ilgili hukuk sistemleri içindeki en karmaşık mevzuatlardan biri olduğunu biliyorum ve çeşitli ülkelerin konuya farklı yaklaşımları olduğunu düşünüyorum. Avrupa Birliği’ne ve Avrupa-Atlantik topluluğuna baktığınızda kimin vatandaş olarak sayıldığı, bir ülkede vatandaşlığın ne şekilde elde edildiği ve nasıl kaybedildiğiyle ilgili pek çok farklı yaklaşımın olduğunu görebilirsiniz. Bence bizim için önemli olan, anayasal demokrasilerde bu süreçlerin katı bir yasal çerçeve içinde ve her iki tarafın da savlarını ortaya koyabileceği ve hukukun üstünlüğü ilkesini yansıtan bir yasal süreç yoluyla gerçekleşmesidir.

Soru: [Emine Kart – Hürriyet/Hurriyet Daily News] Devam niteliğinde bir soru da şöyle, bazı kanun yapıcıların dokunulmazlıklarının kaldırılması, Türkiye’nin Kürt sorunuyla ilgili problemlerini daha iyi bir şekilde çözmesine yardımcı olabilir mi?

Büyükelçi Bass: Bu, yine Türk vatandaşlarının değerlendirmesi ve tartışması gereken bir soru. Burada anayasal reform ve meclis dokunulmazlıklarına ilişkin devam eden tartışmalar bağlamında böyle bir konu hakkında yorum yapmam uygun olmaz.  Konuya yine şu pencereden bakacağımızı düşünüyorum: Süreç toplumdaki hukuki normları yansıtıyor mu ve buna uygun olarak mı yürütülüyor?

Soru: [Zeynep Gürcanlı – Sözcü] Bir Türk vatandaşı, Reza Zarrab, kısa süre önce ABD’de gözaltına alındı. Kendisi çifte vatandaş, hem İran hem de Türk vatandaşı ve kendisiyle ilgili olarak ABD hükümetini bir şekilde dolandırdığı yönünde birtakım iddialar var. Bildiğim kadarıyla bu federal bir davaydı. Bu davayla ilgili olarak ABD’nin Türkiye’den herhangi bir bilgi talebi oldu mu? Çünkü, bildiğiniz gibi, söz konusu kişi Türk vatandaşı olduğu için ABD tarafının Türkiye’den bilgi talebinde bulunması çok normal bir durum. Söz konusu federal davayla ilgili olarak iki devlet arasında herhangi bir işbirliği var mı?

Büyükelçi Bass: ABD’de federal mahkemede görülmekte olan bir davayla ilgili yorumda bulunacak bir konumda değilim, sanırım bu durum sizi şaşırtmayacaktır. Söz konusu iddianameyle ilgili olarak sizleri ABD New York Güney Bölgesi makamlarından yapılan açıklamalara yönlendirebilirim, orada Sayın Zarrab’a yöneltilen suçların kapsamına ilişkin bilgiler mevcut. Şu aşamada sizlere ancak bu kadarını söyleyebilirim. Daha geniş anlamda ise, iki ülkenin güvenlik güçleri ve Adalet Bakanlıkları arasında çok çeşitli hukuksal ve adli konularda yakın bir işbirliği olduğunu söyleyebilirim.

Soru: [Yusuf Kanlı – Hurriyet Daily News] Varsayımsal bir soru sorabilir miyim? Biliyorsunuz, buradaki insanlar 1980’li yılları yaşamadılar, fakat ben o zamanlarda da gazeteciydim. Darbe yönetimi altında pek çok kişinin askerlik görevini yerine getirmedikleri, adli takibattan kaçmak için ülkeyi terk ettikleri,  birtakım adli kovuşturmalar veya terörist olmakla suçlandıkları için Türk vatandaşlığından çıkarıldığını hatırlıyorum. Türk vatandaşlarının bu türden suçlamalar dolayısıyla vatandaşlıktan çıkarıldıkları en son zaman o dönemdi ve bu darbe yönetimi sırasında oldu. O zamana, 1980’de olanlara bakacak olursak; bunlar o zamanda dünyadaki herhangi bir ülke için normal bir şey miydi? Bugünle ilgili sormuyorum, 1980 ile ilgili soruyorum.

Büyükelçi Bass: Uzunca bir tarihsel dönem boyunca vatandaşlık standartları konusundaki evrensel uygulamayı soruyorsanız, bu oldukça geniş kapsamlı bir soru. Ben alaylı veya okullu bir tarihçi değilim, hele ki vatandaşlık yasaları konusunda uzman bir tarihçi hiç değilim. Şunu tekrar etmek isterim, herhangi bir ülkenin vatandaşlarının bu vatandaşlığı elde etmesi veya vatandaşlıktan çıkarılmasıyla ilgili tüm süreçlerle ilgili olarak, bizim konuyu hukukun üstünlüğü ilkesini ne denli yansıttığı ve kanunlara ne ölçüde uygun olduğu üzerinden değerlendirdiğimizi söyleyebilirim.

Soru: [Mahmut Gürer- DMD Başkanı/Akşam] Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın her konuşmasında altını çizdiği iki husus var. Bunlardan birincisi; PKK ve PYD’nin aynı şey olduğuyla ilgili tüm kanıtları AB ve NATO ortaklarıyla paylaştığını sürekli olarak dile getiriyor. Türkiye ne paylaştı, ya da Türkiye bununla ilgili olarak ABD hükümetiyle herhangi bir istihbarat bilgisi paylaştı mı? İkincisi ise Fethullah Gülen hareketiyle ilgili – bütün terör örgütleriyle ilgili olarak ABD’nin Türkiye ile işbirliği yürüttüğünü söylediniz. Fethullah Gülen hareketiyle ilgili olarak Türkiye ile herhangi bir istihbarat paylaşıyor musunuz? Ya da Türkiye, ABD’den Fethullah Gülen hareketiyle ilgili herhangi bir istihbarat talebinde bulunuyor mu? Kısa vadede Fethullah Gülen’in sınır dışı edilme olasılığı var mı? Teşekkür ederim.

Büyükelçi Bass: İlk sorunuzla ilgili olarak; hükümetlerimiz arasında PKK dahil çeşitli terör örgütleriyle ilgili süregelen, geniş kapsamlı görüşmeler mevcut. Birkaç ay önce Türk hükümeti, güneydoğuda tutukladıkları bazı militanların üzerinden ABD yapımı silahların çıktığına dair bir olayı dikkatimize sundu. Bizler de bu silahların Iraklı güvenlik güçlerine sağladığımız stoklardan geldiğini doğrulayabildik. Bu, sanıyorum ki Türk hükümeti için faydalı bir bilgi oldu. Bu gibi konularla ilgili sürekli görüşme ve diyalog halindeyiz. Türk hükümetine PKK’ya karşı meşru mücadelesinde destek sağlamaya son derece yoğunlaşmış durumdayız; buna dış unsurların PKK’nın içine sızmamasını veya eylemlerini gerçekleştirmelerine imkan veren askeri malzemelerle destek olmamasını sağlamak da dahil.

Sayın Gülen ve organizasyonunun faaliyetleriyle ilgili olarak da şunu söyleyebilirim; ABD içindeki fiili veya olası suç faaliyetleriyle ilgili olarak bilgi almak her zaman ilgilendiğimiz bir konu. Bu bilgileri, ister Türkiye’den veya Almanya’dan, ister ortağımız konumundaki diğer güvenlik güçlerinden gelsin, her zaman ciddiye alırız. Bunları ABD yasaları çerçevesinde değerlendiririz. Yakın dönemde, Sayın Gülen’e bağlı kişilerin ABD’deki seçim kampanyası yasalarını ihlal ettiğine dair birkaç örnek görüldü. Bu davaların şu anda Federal Seçim Komisyonu’nda görülmekte olduğunu zannediyorum. ABD’de ne zaman kanunlara aykırı bir durum veya kanunsuzluk olduğuna dair kanıt görsek, gerekli adımları atarız.

Soru: [Emine Kart – Hürriyet/Hurriyet Daily News] Devam niteliğinde bir soru; Sayın Gülen ve hareketinin faaliyetleri federal seçim yasasına tabi. Fakat, bunun dışında, Türkiye tarafından ABD’ye hükümet düzeyinde bir başvurunun yapılıp yapılmadığı konusunu lütfen açıklığa kavuşturabilir misiniz? 

Büyükelçi Bass: Suçluların iadesi konusuyla ilgili iki ülkenin Adalet Bakanlıkları arasında yürütülen gerçek veya varsayımsal süreçler hakkında yorum yapmıyoruz. Bu konuyla ilgili yorumda bulunmuyoruz, çünkü güçler ayrılığı ilkesine ve yargı yetkililerinin bu tür davalar önlerine geldiğinde uygun bir inceleme yürütmelerine imkan vermenin önemine saygı duyuyoruz.

Soru: [Yıldız Yazıcıoğlu – Amerika’nın Sesi Türkiye] Sayın Büyükelçi, Türkiye, Türk tarihindeki temel ilkeler göz önüne alındığında kendisini bir Avrupa ülkesi olarak konumlandırdı. Fakat şu anda, çok sayıda terör saldırısı, süregelen sorunlar ve basın özgürlüğüyle ilgili tartışmalar yaşanıyor ve Türkiye gitgide bir Orta Doğu ülkesi haline geliyor gibi görüntü var. Türkiye’nin konumu hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu Türkiye için geçici bir konum mu, yoksa Türkiye bu hale mi dönüşüyor? Türkiye’deki yabancı biri, bir diplomat olarak sizin görüşünüz nedir?

Büyükelçi Bass: Toplumların kimliği ve yönelimiyle ilgili soruların, esasında söz konusu toplumlara mensup insanların üzerinde karar vereceği sorular olduğunu düşünüyorum. Bu, bir Amerikalıya, ‘Sen nesin? Amerikalı mısın yoksa New Yorklu musun, kendini Kuzey Amerikalı olarak mı görüyorsun?’ diye sormaya benziyor. Bu soruyu ABD’de 20 kişiye sorsanız, muhtemelen 25 farklı cevap alırsınız. Kimlikle ilgili sorular epey karmaşık olabilir. Bizim açımızdan, Türkiye’yi Avrupa-Atlantik topluluğunun önemli bir üyesi ve Avrupa’nın güvenliğine katkı sağlayan en önemli aktörlerden biri olarak görüyoruz. Teşvik etmeye çalıştığımız her konuda –Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki güvenlik ve istikrar ortamına— en önemli katkıyı sağlayan aktörlerden biri olarak görüyoruz. Az önce bahsettiğim mültecilerle ilgili zorluk da dahil olmak üzere küresel zorlukları ele almada önemi gittikçe artan bir ortak olarak görüyoruz.

Ayrıca, son 70 yıldaki ilişkilere bakarsanız, ABD’nin Türkiye’deki yatırımlarına ve bu ülkenin başarısına, gücüne ve refahına olan bağlılığına dair istikrarlı bir örüntü olduğunu görürsünüz. Beni şaşırtan ise, ABD’nin Türkiye’nin toprak bütünlüğünü veya gücünü zedelemeyi ya da Türkiye’nin güçlü, kendine güvenen ve refah dolu bir ülke olmasını engellemeyi istediğine dair bu toplumun içinden pek çok insanın sahip olduğu ve anketlerde gördüğümüz algılar. Bunun gerçekle uzaktan yakından ilgisi yok. 70 yıl geriye, 1946 yılına gidelim. ABD’nin askeri ve ekonomik destek bağlamında önemli yatırımlar yaptığı Avrupa’daki ilk ülkelerden biri Türkiye’ydi. 1946 yılında Sovyetler Birliği tarafından tehdit edildiğinde Türkiye’ye 100 milyon dolarlık askeri yardımda bulunuldu. Bu, bugünün rakamlarıyla yaklaşık 1 milyar dolara tekabül ediyor. Marshall Planı’nın ilk evrelerinde, savaş sırasında beraber çalıştığımız müttefikler yardım almadan önce, bu plan kapsamında yardım alan ilk ülkelerden biri Türkiye’ydi. 25 yıl ileriye giderseniz, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliğini ve Avrupa’nın tam bir üyesi olma çabasının gerçekleşmesini en güçlü şekilde savunanlardan biri ABD olmuştur, zaman zaman Avrupalı dostlarımızı sıkmasına veya kızdırmasına rağmen. Yani son 70 yıldır, ABD hükümetinin, bu ülkenin tam potansiyelini gerçekleştirmesini tutarlı bir şekilde desteklediğini görürsünüz ve bu konuyla ilgili düşüncemiz güçlü bir şekilde devam ediyor. Güçlü, kendine güvenen, refah dolu ve hoşgörülü bir Türkiye görmek istiyoruz. Bizlerin çıkarına olan şey bu. Ve bu, dünyadaki demokrasiler olarak vatandaşlarımıza ve dünyadaki diğer insanlara daha barış ve refah dolu hayatlara sahip olmaları için fırsatlar sunduğumuza dair inancımızı yansıtıyor.

Soru: [Bahar Bakır- Habertürk gazetesi] Sayın Büyükelçi, iki sorum olacak. Öncelikle, Türkiye’de meydana gelen sivillere ve yabancılara yönelik terör saldırıları. İncirlik, ABD için hala önemli bir üs mü? Çünkü ABD’nin, DAEŞ’e yönelik operasyonlarda kullanılan üssü değiştirmeye dair birtakım planları olduğu yönünde bazı yazılar okuyoruz. İlk sorum bu. İkinci sorum ise, biliyorsunuz, Türkiye’de bir darbe gerçekleşmesiyle ilgili devam eden bir tartışma var. ABD’de çıkan bazı yazılar ve ABD’nin son üç Türkiye büyükelçisi de Türkiye’de bir darbe olasılığından bahsetti. Bu iddialar hakkında ne söylemek isterseniz?

Büyükelçi Bass: İncirlik ve askeri operasyonlar düzenlemek için kullandığımız veya Türkiye ile askeri işbirliği yürüttüğümüz diğer yerlere ilişkin olarak; İncirlik, DAEŞ’i yenilgiye uğratma konusunda çalışan geniş çaplı koalisyon ve strateji içinde önemli katkılar sağlamayı ve önemli bir unsur olmayı sürdürüyor. Türk hükümeti üsten gerçekleştirilen operasyonlarımızı ve diğer koalisyon ortaklarının operasyonlarını memnuniyetle karşıladığı sürece bu durumun böyle devam etmesini bekliyorum. Geçtiğimiz altı ay içinde, İncirlik’te faaliyet gösteren ülkelerin sayısının azalmadığını, aksine arttığını gördünüz. Bu durumun, koalisyonun farklı üyelerinin Türkiye üzerinden operasyon yürütme konusuna verdikleri değerin başlı başına bir göstergesi olduğunu düşünüyorum.

İkinci sorunuzla gelecek olursak; maalesef, ifade ve basın özgürlüğünün olduğu açık bir toplumda yaşamanın zorluklarından bir tanesi de, genellikle çan eğrisini takip eden standart bir dağılım elde etmeniz ve insanların çok da mantıklı olmayan şeyler yazdığını veya söylediğini görmeniz. Ben, Türkiye’de darbe olasılığıyla ilgili yorumları da tam olarak bu kategoride değerlendiriyorum. Bu, kesinlikle ABD hükümetine ait herhangi bir analizi ya da politikayı yansıtmıyor. ABD’nin eski Türkiye büyükelçileri, ABD hükümetine verdikleri hizmet sona erdikten sonra kendi düşüncelerini belirtmekte özgürdürler. Söyledikleri her şeye katılmıyorum; tıpkı Türkiye’deki çeşitli insanların söyledikleri her şeye katılmadığım gibi. Açık konuşmak gerekirse, en önemlisinin, Türk vatandaşlarının politika ve yönetimle ilgili bu tür tartışmaları Türkiye içinde yapması olduğunu düşünüyorum. Geçmişte olduğu gibi, önümüzdeki aylarda da Türk toplumu içinde bu tür tartışmaların yapılabilmesi için fırsatlar olmasını umuyorum. Fakat ABD seçimlerine diğer ülkelerden çok fazla ilgi ve yorum geldiğini gördüğüm gibi, bu konunun da ilgi çektiğini görüyorum.

Soru: [Emine Kart – Hürriyet/Hurriyet Daily News] Sayın Büyükelçi, tekrar tekrar sormamı mazur görün, fakat bunu sormakta meşru bir sebebim var, çünkü bu konu, PYD ve Kuzey Suriye konusu, son olarak Başkan Obama ve Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında görüşüldü. Bundan sadece birkaç gün sonra, ABD’den askeri ve diplomatik bir heyetin, meslektaşımın da atıfta bulunduğu ve şimdiye kadar yalanlanan haberlere göre, büyük ihtimalle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suriye Demokratik Güçleri’nin yapısıyla ilgili teklifini ele almak üzere buraya geldiğini duyduk. Meşruluk konusunu dile getirmemin nedeni şu; Sayın John Kerry, 98 kilometrelik hattın kapatılması ile ilgili konuştuğunda tarihler 17 Kasım’ı gösteriyordu. Bunun üzerinden altı ay geçti ve bizler hala bunun nasıl yapılacağına dair Türkiye ve onun NATO müttefiki arasında elle tutulur bir anlaşmaya varıldığını duymadık. En azından, en son görüşmeyle ilgili sahip olduğunuz bilgiye dayanarak, en çekişmeli konunun ne olduğu hakkında biraz bilgi verebilir misiniz? Konunun üzerinden altı ay geçmesinin sebebi nedir?

Büyükelçi Bass: İzninizle birkaç gözlemde bulunmak istiyorum. Öncelikle, Türkiye’nin, Suriye ile olan sınırının tamamını PYD’nin kontrol etmesiyle ilgili endişesine ve PYD’nin bu ülkeye ne ölçüde bir ulusal güvenlik tehdidi oluşturduğuna dair inancına çok önem veriyoruz ve bu konuda çok hassasız. Bu konuya büyük hassasiyetle yaklaşıyoruz. İkinci olarak ise, DAEŞ’in Suriye ve Irak’a insan sokma ve bu ülkelerden insan çıkarma kabiliyetini azaltmak ve zamanla yok etmek için alınabilecek çeşitli önlemler konusunda çok yakın şekilde çalışmayı sürdürdüğümüzü belirtmek isterim. Geçtiğimiz birkaç ay içerisinde DAEŞ’in bunu yapmasının daha zor hale geldiğini gördük; bunun bir nedeni de Türk hükümetinin sınır geçişlerini zorlaştırmak adına yaptığı önemli ve etkili çalışmalar ve sınırdan insan geçişini sağlayan kaçakçılık ağlarını tespit etmek ve bu ağların üzerinde baskı oluşturmak için yaptığı çalışmalar. Hala DAEŞ’in kontrolü altında olan o bölgeye yönelik askeri operasyonlarla ilgili olarak; söz konusu operasyonların detayına girmeyecek olmam sizleri şaşırtmayacaktır, ki bunun bir sebebi de bu operasyonlara karşı konulmasını kolaylaştırmak istemiyor olmamız. Fakat şunu söyleyebilirim ki, o bölgenin temizlenmesi için beraberce destekleyebileceğimiz doğru güçlere ve DAEŞ buralardan temizlendikten sonra güvenlik ve idareyi sağlayacak doğru insanlara, Suriyelilere, tercihen de buralara geri dönebilecek topluluklardan kişilere sahip olduğumuzdan emin olmak için çok yakın şekilde çalışıyoruz. Bir sorunun yerini başka bir sorunun aldığını görmek istemiyoruz. Ve daha önce de söylediğim gibi, Suriye’deki herhangi bir grubun, DAEŞ’e karşı operasyonlar yürütme kisvesi altında Suriye’nin herhangi bir bölgesindeki nüfus yapısını değiştirmeye yönelik çabalarına karşıyız.

Soru: [Duygu Güvenç – Cumhuriyet] Sayın Büyükelçi, sizden önce görev yapan büyükelçinin, derneğimizle geçmişte, Ergenekon ve Balyoz davaları sırasında yaptığı toplantıda, bu davaların uzunluğuyla ilgili çok endişeli olduklarını hatırlıyorum. An itibariyle, NATO üyesi bir ülke olmanız nedeniyle, Cemaat üyelerine, akademisyenlere ve gazetecilere yönelik davaların çok uzun sürebileceğine ilişkin bir endişeniz var mı? Bu, NATO üyesi olan bir ülkede basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü, yargının bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü kadar öncelikli bir konu mu sizin için? Bu sizin için önemli mi?

Büyükelçi Bass: İttifaka üyelik ve AGİT’e katılım konusunda her ülke için geçerli olan temel ilkelerin ne olduğu konusundaki inancımız hakkında uzun yıllardan beri çok açık olduğumuzu düşünüyorum. Buradaki önemli noktanın, her davanın, hukuka aykırılık iddialarının, o ülkedeki kanunlara uygun bir şekilde ve o ülkenin insanlarına, ülkedeki yargı normlarına ve hukuki süreçlere saygı duyulduğuna ve bunların yerine getirildiğine dair güven verecek şekilde yargı sürecinden geçebilmesi olduğunu düşünüyorum. Bildiğiniz gibi, en nihayetinde hepimiz için, gözettiğimiz standartlar bunlardır.

Soru: [Duygu Güvenç – Cumhuriyet] Belki de şu konuyu da unutmamalıyız, hepimiz için söylüyorum, Türk-İsrail ilişkilerinin normalleşmesi ve Dağlık Karabağ’da yaşanan son çatışma… Konuyla ilgili yorumda bulunacak mısınız? Bu konuyu muhataplarınızla görüştünüz mü?

Büyükelçi Bass: Türk muhataplarımızla düzenli olarak ele aldığımız bir dizi konunun içinde bu konu da var. Elbette bunun, iki hükümetin kendi aralarında çözmesi gereken bir konu olduğunu söylemek isterim. Ancak biz, normalleşmenin her iki ülkenin de yararına olduğunu ve pek çok zorlukla karşı karşıya olduğumuz bir dönemde bölgede güvenliğin artırılması için hepimizin göstermekte olduğu çabaya önemli bir katkı olacağına inanıyoruz.

Soru: [Duygu Güvenç – Cumhuriyet] Bunları İsrail ile ilgili mi söylüyorsunuz, yoksa Dağlık Karabağ çatışmasıyla mı?

Büyükelçi Bass: Özür dilerim, İsrail ile ilgili konuşuyordum.

Soru: [Duygu Güvenç – Cumhuriyet] Sözleriniz İsrail hakkında mıydı, yoksa Ermeni-Türk diyaloğu veya Dağlık Karabağ ile ilgili olarak mı söylediniz?

Büyükelçi Bass: Özür dilerim. İkinci soru neydi?

Soru: [Duygu Güvenç – Cumhuriyet] Sorum – İsrail-Türkiye ilişkileri, ilişkileri normalleşmesi ve Dağlık Karabağ çatışması ve en son durum hakkındaki görüşlerinizi almak istiyorum. Söyledikleriniz İsrail’le mi ilgiliydi, yoksa…

Büyükelçi Bass: Normalleşme konusunda odaklanmıştım, özür dilerim. Dağlık Karabağ konusuna gelince; elbette şiddet ortamının yeniden başlamasından büyük endişe duyuyoruz. Bu durumun, Kafkaslardaki herhangi bir çatışmayı donmuş çatışma olarak adlandırmanın yanlış olduğunu ve konuya diplomasi yoluyla çözüm bulma yönündeki çabalarımızı ikiye katlamanın çok önemli bir husus olmayı sürdürdüğünü hepimize bir kez daha gösterdiğini düşünüyorum. Minsk Grubu eş başkanlarının, hem mevcut geçici ateşkesin uzatılması ve son yaşanan çatışmanın durdurulması için etkili bir şekilde çalışacaklarını, hem de çatışmanın en başta ortaya çıkmasının altında yatan nedenlerin ele alınmasında ilerleme kaydetmek için daha fazla çaba sarf ettiklerini göreceğimizi düşünüyorum.

Soru: [Zeynep Gürcanlı – Sözcü] ABD vatandaşlarının, ailelerin İncirlik’ten geri çekildiğini söylediniz, fakat haberlerde İzmir ve Muğla’dan da birtakım geri çekilmeler olduğunu gördüm. Bu yerler, bahsettiğiniz bölgelerden epey uzakta…

Büyükelçi Bass: Bu duruma ilişkin olarak şunu söyleyebilirim; İzmir’deki NATO karargahında görevli ABD’li askeri personelimiz mevcut ve birkaç kişi de Muğla’da var. ABD Savunma Bakanlığı, bu [geri çekme işlemini] bir dizi eylem halinde gerçekleştirmektense zamanlamadan istifade ederek oradaki aileleri de diğerleriyle aynı zamanda eve geri gönderme kararı aldı.

DMD Başkanı Mahmut Gürer: Bitirmeden önce eklemek istediğiniz bir konu var mı?

Büyükelçi Bass: Hepinizi görmekten çok mutlu olduğumu tekrar söylemek istiyorum. Yaptığınız bütün işler için teşekkür ediyorum. Bilgilenmeme ve Türk toplumunda neler olduğunu anlamama yardımcı oluyorsunuz, böylelikle ben de Washington’daki meslektaşlarımı daha iyi bir şekilde bilgilendirebiliyorum. Diplomatların, özellikle de büyükelçilerin görevi,  her iki başkentin,  benim durumumda hem ülkemin hem de Türkiye’nin başkentinin, birbirlerini anlamalarına yardımcı olmaktır. Bu toplumda neler yaşandığıyla ilgili iyi bir kavrayışa ve pek çok bilgiye sahip olmak, bu işi yapma kabiliyetimizin gerçekten de önemli bir unsuru. Bugün vaktinizi ayırdığınız için çok teşekkür ederim, gerçekten çok keyif aldım.

##