Beyaz Saray Basın Sözcülüğü
BAŞKAN: Herkese iyi akşamlar. Sabah, şahane takdimin ve inancına, eğitimine bağlılığın ve başkalarına yardımlarınla örnek olduğun için teşekkür ederim. Sen bir ilham kaynağısın. Çok başarılı bir doktor olacaksın. Ayrıca, Sabah ailenin de burada olduğunu tahmin ediyorum, çünkü seni izlemek istemişlerdir – Sabah’ın annesiyle babası nerede? İşte oradalar. (Alkış) Tebrik ederiz, annesi. Çok iyi iş çıkardı, değil mi? Harikaydı.
Baltimore İslam Topluluğu’ndaki herkese bu samimi karşılama için teşekkür etmek istiyorum. Bu şehir ve bu eyaletteki Amerikalı Müslüman öncülere teşekkür etmek istiyorum – aranızda burada olmak için farklı eyaletlerden gelenler bile var. Kongre Üyesi John Sarbanes aramızda. (Alkış.) Kongre’den iki büyük öncü de bizimle – ikisi de Amerikalı birer Müslüman olmaktan gurur duyan – Minnesota eyaletinden Kongre Üyesi Keith Ellison ve İndiana eyaletinden Kongre Üyesi Andre Carson. (Alkış.)
Ülkemizdeki pek çok cami gibi bu cami de her şeyiyle tam bir Amerikan hikayesi teşkil eder. Sizler neredeyse 500 yıldır bu şehrin bir parçasısınız. İster yıllardır burada yaşayanlar olsun, ister farklı ülkelerden gelip gururlu Amerikan vatandaşları olmak için çabalayanlar, binlerce aileye hizmet sağladınız.
Hayatında hiç cami ziyaret etmemiş birçok Amerikalı var. Bugün izleyenlerin arasında hayatında hiç cami ziyaret etmemiş olanlara şunu söyleyebilirim: kendi kilisenizi, sinagogunuzu ya da tapınağınızı düşünün, o zaman bunun gibi bir cami size son derece tanıdık gelecektir. Aileler, ibadet etmek, Tanrı’ya ve birbirlerine duydukları sevgiyi ifade etmek için buraya gelirler. Burada öğretmenlerin, genç, açık zihinleri eğittiği bir okul da var. Çocuklar beyzbol, futbol, basketbol oynuyor – hem erkekler, hem kızlar – duyduğuma göre çok da iyi oynuyorlarmış. (Gülüşmeler.) Yavru Kurtlar, İzci Kızlar burada bir araya gelip Bağlılık Yemini ediyorlar.
Dinlerarası diyalog aracılığı ile diğer dini cemaatlarla – Hristiyanlar ve Musevilerle – aranızda anlayış köprüleri kuruyorsunuz. İhtiyacı olanlara inanç farkı gözetmeksizin hizmet veren bir sağlık kliniği var. Ayrıca, bu topluluğun mensupları toplumun genelinin bir parçası olarak toplumsal adalet ve kentsel gelişim adına çalışmalar yürütmekteler. Buraya seçmenler olarak, adaylarla tanışmak üzere de geliyorsunuz. Mensuplarınızdan birinin de dediği gibi, “yaşamlarımıza bakmanız yeterli… bizler gerçek Amerikalılarız.”
Bu nedenle, söylemek istediğim ilk şey Amerikalı Müslümanların yeterince sık duymadığı şu iki kelime: teşekkür ederim. Mensup olduğunuz topluluğa hizmetleriniz için teşekkür ederim. Komşularınızın hayatlarını güzelleştirdiğiniz, tek vücut olmuş bir Amerikan ailesi olarak güçlü ve bir arada kalmamıza yardım ettiğiniz için teşekkür ederim. Size minnettarız. (Alkış.)
Bununla beraber, bugün buraya gelmek istememin diğer nedenine değinmek istiyorum. Içinde bulunduğumuz dönemin ülkemizin her yerindeki Müslüman toplulukları için endişe ve açık konuşmak gerekirse korku dolu bir dönem olduğunu biliyorum. Terör tehdidi tüm Amerikalılar gibi sizi de kaygılandırıyor. Üstüne üstlük, Amerikalı Müslümanlar olarak bir endişeniz daha var: o da azınlığın şiddet eylemleri yüzünden tüm toplumunuzun sık sık hedef alınması ya da suçlanması.
Müslüman Amerikalılar nispeten küçük bir topluluk – ülkede birkaç milyon kişilik bir nüfusu oluşturuyorlar. Sonuç olarak, Amerikalıların çoğunun bir Müslümanla bizzat tanışıklığı yok ya da en azından tanıdıkları arasında Müslümanlar da olduğunun farkında değiller. Sonuç itibarıyla birçoğu, Müslümanlar ve İslam’ı yalnızca bir terör saldırısının ardından haberlerde ya da televizyon veya filmlerde çarpıtılmış tasvirlerle tanıyor; bütün bunlar ise bu oldukça çarpık izlenimin oluşmasına neden oluyor.
11 Eylül’den, hatta yakın zamanda Paris ve San Bernardino’daki saldırılardan beri, korkunç terör eylemlerinin bir dinin inançlarıyla bir tutulduklarına haddinden sık şahit oldunuz. Ayrıca, son günlerde Amerikalı Müslümanlar aleyhinde mazur görülemeyecek ve ülkemizde yeri olmayan siyasi söylemlerin ifade edildiğini de duyduk.
Bu durumda, Amerikalı Müslümanlara karşı tehditler ve tacizde artış yaşanmasına şaşmamalı. Burada, bu camide geçen yıl içerisinde iki kez çocuklarınız tehdit edildi. Ülkenin dört bir yanında, Sabah gibi başörtülü kadınlar hedef alındı. Çocukların zorbalıkla karşılaştığını gördük. Camilerin tahrip edildiğini gördük. Amerikalı Sihler ve Müslüman olduğu farz edilen kişiler de hedef alındı.
Az önce, ülkenin farklı yerlerinden çok çeşitli çalışmalar yapan olağanüstü Müslüman Amerikalılarla tanışma şansım oldu. Bazıları doktor, bazıları toplum liderleri ya da dini lider. Hepsi de yalnızca Müslüman toplumu değil, Amerikan toplumunun tümü adına olağanüstü işler yapıyor. Ticaret ve eğitim alanlarında, ayrıca toplumsal adalet, çevreyi koruma ve eğitim adına yaptıkları çalışmalarla gurur duyuyorlar. Bu arada hepsinin de benden çok daha genç olduğunu belirtmem lazım – (gülüşmeler) – bugünlerde bu durumla gittikçe daha da sık karşılaşıyorum. Yaptıkları olağanüstü çalışmaları dinlerken ister istemez ilham doluyorsunuz. Ancak, endişe ve kaygılarını dinlerken ister istemez içiniz acıyor.
Aralarında çocukları olanlar da var, çocuklarının bizi ülkeden ayrılmaya mı zorlayacaklar ya da bir yere mi toplayacaklar diye sorduklarından bahsettiler. İnsanlar bize neden böyle davranıyorlar diye sorduklarından. Böyle şeyleri çocuklarınızla konuşmak zorunda kalmamalısınız – özellikle de bu ülkede. Özellikle de bu zamanda.
Ülkenin farklı yerlerindeki Amerikalı Müslümanlardan gelen mektuplarda yankılanan endişelerden biri de bu. Bana gönderdikleri mektuplarda, kendimi ikinci sınıf vatandaş gibi hissediyorum yazanlar oldu. Kızına okulda kötü davranabileceklerini düşündükçe, “her gece içim parçalanıyor” yazan anneler oldu. Ohio’da yaşayan 13 yaşında bir kız çocuğu bana “Korkuyorum,” dedi. Teksas’da yaşayan bir başka kız ise mektubunu, “dünyadaki yerini bulmaya çalışan, aklı karmakarışık 14 yaşında bir kız” bitirmişti.
Bu çocukların benim çocuklarımdan hiçbir farkı yok. Halihazırda endişelenecek onca şey varken – ergenlik çağı başlı başına zor – bir de kuşkuyla dolu oldukları, güzel ülkemizdeki yerlerini sorguladıkları düşüncesi, biz böyle insanlar değiliz.
Amerika olarak tek vücut olmuş bir aileyiz. Ailemizin herhangi bir ferdi dışlandığını veya ikinci sınıf insan olduğunu veya hedef gösterildiğini hissettiğinde milletimizin dokusunun ta kendisi hasarlanmış olur. (Alkış.)
Bu, değerlerimize karşı bir meydan okumadır – yapılacak çok iş olduğunu gösterir. Bu konuda dürüst ve açık olmamız lazım. Ayrıca, sesimizi yükseltmemiz lazım. Amerikalılar olarak birbirimizi gerçekten dinlememiz ve birbirimizden bir şeyler öğrenmemiz gereken bir dönemdeyiz. Bunun da bazı temel gerçekler üzerinde fikir birliğiyle başlaması gerektiğine inanıyorum. Bu gerçekleri sıralayacağım, çünkü buradaki birçok kişi için gayet açık olsalar da, ne yazık ki medyamız aracılığıyla günbegün ifade edilen şeyler gerçekler olmayabiliyor.
Öyleyse şu gerçekle başlayalım: İnsanlar bin yılı aşkın süredir İslam’ın barış mesajına kulak vermekteler. İslam kelimesi, selamdan – yani barıştan – gelmektedir. Birini selamlarken genellikle selamün aleyküm – barış üzerinize olsun – denir. Birçok din gibi, İslam da şefkat ve merhamet ve adalet ve iyilikseverliğe sıkı sıkıya bağlıdır. Hz. Muhammed öğretilerinde, “cennete gitmek isteyen kişi kendine nasıl davranılmasını isterse başkalarına da öyle davransın,” demiştür. (Alkış.) Bu sözlerin benim gibi Hristiyanlara tanıdık geldiğini farz ediyorum. (Alkış.)
Dünyadaki 1.6 milyar Müslüman nüfusu, insanlığın kendisi kadar çeşitlilik gösterir. Onlar Araptır, Afrikalıdır. Onlar Latin Amerika’dan Güneydoğu Asya’ya uzanır: Brezilyalı, Nijeryalı, Bangladeşli, Endonezyalıdır. Tenleri beyazdır, kumraldır, siyahtır. Ülkede büyük bir Müslüman Afro-Amerikan topluluğu da vardır. Bu çeşitlilik bugün burada da görülebiliyor. Teksaslı 14 yaşında Müslüman bir erkek çocuğu bana mektubunda, “Biz yalnızca barış içinde yaşamak istiyoruz” derken başka birçok kişinin de sesi oldu.
İşte bir başka gerçek daha: İslam evvelden beridir Amerika’nın bir parçası olmuştur. Sömürge döneminden itibaren Afrika’dan buraya getirilen kölelerin çoğu Müslümandı. Hatta bazıları esaret altındayken bile inançlarını canlı tuttu. Birkaçı özgürlüğünü kazanıp ismini birçok Amerikalıya duyurdu. Ülkemizin kurucuları, din özgürlüğünü Anayasamızda ve Haklar Bildirgesi’nde koruma altına alırken bu özgürlüğün bütün dinler için geçerli olduğunu konusunda son derece ciddilerdi.
O zamanlarda Müslümanlara çoğu zaman Muhammedan deniliyordu. Thomas Jefferson ise kaleme aldığı Virginia Dini Özgürlük Kanunu’nun tüm dinleri –Thomas Jefferson’dan alıntı yapıyorum – “Musevi olan ve olmayanı, Hristiyanı ve Muhammedanı” korumak üzere tasarlandığını beyan etmiştir. (Alkış.)
Jefferson ve John Adams’ın kitaplıklarında birer Kuran bulunuyordu. Benjamin Franklin “Konstantinopolis müftüsü’nün bizlere vaaz versin diye gönderdiği bir misyonere bile kullanması için bir minber sunulur,” yazmıştı. (Alkış.) Yani bu yeni bir şey değil.
Amerikalı Müslümanlar kuşaklar boyunca ülkemizin kurulmasına katkıda bulundular. Çiftçi ve tüccar olan göçmen dalgasının arasında onlar da vardı. Amerika’nın ilk camisini, ilginçtir, Kuzey Dakota’da inşa ettiler. (Gülüşmeler.) Amerika’nın halen ayakta olan en eski camisi Iowa’dadır. New York’taki ilk İslami merkez 1890’larda inşa edilmiştir. Amerikalı Müslümanlar Henry Ford’un montaj hattında görev almış, arı gibi çalışarak araba üretmişlerdir. Chicago gökdelenlerini tasarlayan kişi yine Müslüman bir Amerikalıdır.
Başkan Eisehower, 1957’de Washington, D.C.’deki İslami merkezi hizmete açarken, “Sizleri temin ederim, Müslüman dostlarım, bu ibadethane Amerikan Anayasası … ve Amerikalı kalpler tarafından … diğer dinler gibi kucaklanacaktır.” (Alkış.)
Bu gerçeklerin arasında belki de en yerinde olanı ise Amerikalı Müslümanların yaşamlarımızı her yönden zenginleştiriyor olmasıdır. Onlar komşularımızdır, çocuklarımıza ilham veren öğretmenlerimizdir, sağlığımızı emanet ettiğimiz doktorlardır – Sabah gibi geleceğin doktorlarıdır. Nobel Ödüllü bilim adamlarıdır, her zaman kullandığımız yeni teknolojileri üreten genç girişimcilerdir. Onlar tezahürat ettiğimiz spor efsaneleridir – Muahmmad Ali ile Kareem Abdul-Jabbar, Hakeem Olajuwon gibi. Bu arada, ABD sporcuları bir sonraki Olimpiyatlara yürürken kırmızı, beyaz ve mavi renkleri dalgalandıran – (alkış) – Amerikalıların arasında başörtüsüyle bir eskrim şampiyonu, Ibtihaj Muhammad de olacak, kendisi bugün de aramızda. Ayağa kalkın. (Alkış.) Altını almadan gelme dedim ona. (Gülüşmeler.) Baskı yapmak gibi olmasın, tabi. (Gülüşmeler.)
Amerikalı Müslümanlar emniyetimizi sağlıyor. Onlar polislerimiz ve itfaiyecilerimiz. Onlar İç Güvenlik’in, istihbarat topluluğumuzun bir parçası. Silahlı kuvvetlerimizde onurlu bir biçimde görev yapıyorlar – yani, özgürlüğümüz için savaşıp, kanlarını ve canlarını feda ediyorlar. Bazıları Arlington Ulusal Mezarlığı’nda yatıyor. (Alkış.)
Yani, Amerikalı Müslümanlar karşılaşacağınız en metanetli ve vatansever kişilerdendir. Bugün aramızda gururlu Amerikalı Müslüman askerlerin de bulunmasından kıvanç duyuyoruz. Buradaysanız lütfen ayağa kalkın, ki hizmetleriniz için size teşekkür edebilelim. (Alkış.)
Bu gerçekleri ifade etmek istememin nedenlerinde biri de, bu inanılmaz derecede başarılı gençlerle sohbetlerimde bana çoğu zaman görünmez olduklarını hissettiklerini söylemeleriydi. Yapmamız gerekenlerden biri de, Amerikalı Müslüman topluluğunun katkılarını yalnızca sorunlarla karşılaştığımızda değil, her zaman öne çıkarmak.
Dizilerimizde ulusal güvenlikle alakası olmayan Müslüman karakterler de olmalı – (alkış) – çünkü – bunu yapmak o kadar da zor değil. Bir zamanlar televizyonda siyahları da göremezdik. Ayrıca, toplumlarımızın gerçeğini yansıtırken iyi hikayeler anlatmak da mümkün.
Kabul etmemiz gereken bir gerçek daha var. Dünya üzerindeki Müslümanların ezici çoğunluğu – tekrar ediyorum ezici çoğunluğu – İslam’ı bir huzur kaynağı olarak kucaklarken, Müslümanların çok küçük bir kısmı İslam’ın çarpık bir yorumunu yaymaktadır. Bu bir gerçek.
El-Kaide ve IŞİD gibi gruplar tarihte Tanrı’nın adını istismar eden ilk gruplar değil. Bunu daha önce farklı inançlarda da gördük. Fakat şu anda özellikle İslami metinlerden istifade ederek, cinayet ve terör eylemlerini haklı çıkarmak için bu metinleri saptıran organize radikal bir unsur ile karşı karşıyayız. Bu eylemleri, Amerika ve Batı’nın İslam’a savaş açtığına dair temelsiz iddialarla birleştiriyorlar. Bu çarpık düşüncelerin, – ne yazık ki görmüş olduğumuz üzere Boston, Chattanooga ve San Bernardino da dahil – dünyanın farklı yerlerinde taraftar topladığı da bir gerçek. Bununla karşı karşıyayız. Bu durum, ezici çoğunluğu oluşturan yasalara saygılı Müslüman vatandaşların omuzlarına orantısız biçimde yüklenen bir gerilim ve baskı meydana getiriyor.
Bu durumda ortaya çıkan soru şu: beraberce nasıl ilerleyebiliriz? Ülkemizi nasıl güçlü ve bir arada tutabiliriz? Masum insanların canını alma peşindeki oluşumlara karşı kendimizi nasıl savunabiliriz? Bu uğraşı bir tek başına inanç sırtlanamaz. Müslümanların oynayacak bir rolü olsa da, bu yalnızca Müslüman topluluklarının yükü olamaz. Hepimizin yerine getirmesi gereken sorumluluklar var. Bana ayrılan zamanın kalanında, bize kılavuzluk edeceğini düşündüğüm birkaç ilkeye değinmek istiyorum.
Birincisi, başkalarının bizi din ya da mezhep ile bölmeye çalıştığı bu dönemde en temel gerçeği, hepimizin Tanrı’nın çocukları olduğu gerçeğini, bir kez daha vurgulamalıyız. Hepimiz bu dünyaya eşit olarak, doğuştan gelen bir haysiyetle geldik.
Sıklıkla dışarıdan görünen farklılıklarımıza odaklanıp ne çok ortak noktamız olduğunu unutuyoruz. Hristiyanlar, Museviler, Müslümanlar – inançlarımız kapsamında hepimiz İbrahim’in soyundan geliyoruz. Bu nedenle, farklı dinleri yalnızca hoşgörmek yeterli değil. İnançlarımız, bizi ortak noktamız olan insanlığımızı kucaklamaya davet eder. “Ey ademoğlu” yazar Kuran’da, biz sizi “birbirinizle tanışmanız için sizi ırklara ve boylara ayırdık.” (Alkış.) Bu yüzden hepimizin görevi, inançlarımızı bölmeyi değil, köprü kurmayı amaçlayarak ifade etmektir.
İkincisi ise, Amerikalılar olarak temel değerlerimize bağlı kalmamız gerektiğidir; bu da her din için inanç özgürlüğünü getirmektedir. Kurucularımızın, aynı Jefferson gibi, dini özgürlüğün yalnızca dini korumak için değil – eğer din özgür ise, devletin bir uzantısı değilse – dinin ülkemizin güçlenmesini de sağladığı için elzem olduğunun farkında olduğuna daha önce değinmiştim. Orta Doğu’da, Kuzey Afrika’da ve mezhepçi şiddetin görüldüğü diğer yerlerde görülen de kısmen, dinin başka menfaatlerin – güç ve kontrol – aracı olarak kullanılması. Dini özgürlük bunu önlememizi iki yönden de sağlar – dini inançları korur, devleti ele geçirmek isteyenlerin kendi emellerini gerçekleştirmek için dini çatışmalardan yararlanmalarını önler.
Bu da dini inancı olan bireylerin hiç karışmaması gerektiği analmına gelmez. Etkin birer yurttaş olmalıyız. Fakat dini özgürlüğün varlığına da saygı duymalıyız.
Unutmayın ki, birçok vaiz ve papaz kölelik şerrinin yasaklanması için mücadele vermiştir. İnançlı kişiler, işçilerin çalışma şartlarının iyileştirilmesini ve çocuk işçi çalıştırılmasının yasaklanmasını savunmuştur. Farklı inançlardan birçok birey Dr. King’e katılarak, bizleri ideallerimize uygun davranmaya teşvik etmiştir. Demokrasimizin özünü de o sivil aktivizm, o yurttaş katılımı oluşturur, dini özgürlük ile zenginleşir.
Şimdi, ideallerimizin gereklerini yerine getiremediğimiz zamanlar da olduğunu kabul etmeliyiz. Bu arada, Thomas Jefferson’ın rakipleri onun Müslüman olduğunu ileri sürerek ortalığı karıştırmaya çalıştılar – yani ben ilk değildim – (alkış.) Hayır, gerçekten, gerçekten. Araştırabilirsiniz. (Gülüşmeler.) Dava arkadaşlarım sağlam yani. (Gülüşmeler.)
Ama başka türlü saldırılar da kullanıldı. Mormon toplulukları ülke tarihi boyunca saldırıya maruz kalmışlardır. En görünür örneği JFK – John F. Kennedy – de dahil olmak üzere Katolikler de öyle; kendisi Başkanlık seçimleri sırasında sadakatsizlikle suçlanmıştı. Anayasal görevlerini yerine getirmektense Papa’dan emir alacağı iddiası ortaya atılmıştı. Antisemitizmin bu ülkede uzun ve üzücü bir tarihi var, geçmişte Musevilerin üniversitelere, meslek gruplarına ve devlet dairelerine girmelerinin engellenmesi sıkça engellenirdi.
Bu nedenle dini özgürlüğü ciddiye alıyorsak – ve şimdi sözüm bu ülkede çoğunluğu oluşturmayı sürdüren Hristiyan kardeşlerime –bir inanca karşı saldırının, hepimizin inançlarına karşı yapılmış bir saldırı olduğunu anlamalıyız. (Alkış.) Bir dini cemaat hedef alındığında sesimizi yükseltmek hepimizin boynunun borcudur. Önyargı ya da yanlılık yaratmayı amaçlayan ve dini inancı nedeniyle insanları hedef alan siyaset anlayışını kabul etmemeliyiz.
Nefret suçlarının cezalandırılmasını ve tüm Amerikalıların medeni haklarının muhafaza edilmesini sağlamalıyız. (Alkış.) Müslümanlar da dahil, tüm dini liderlerin dünyanın farklı yerlerinde Hristiyanlara zulmedilirken ya da antisemitizm yükselmekte olduğunda sesini yükseltmesi gerektiği gibi – (alkış) – çünkü gerçek şu ki şu anda Orta Doğu’da yüzyıllardır o topraklarda yaşamış olmalarına rağmen hedef alınan Hristiyanlar var ve yüzyıllardır Fransa gibi yerlerde yaşamış olup – bazen Müslümanlarca – saldırıya uğradıklarını hissettikleri için gitmek zorunda kaldıklarını hisseden Museviler de var. Hedefte kim olursa olsun nefret dolu söylemler ve şiddeti kınama konusunda tutarlılık göstermeliyiz. (Alkış.) Buna, tabii ki, burada Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayan Müslümanlar da dahildir. (Alkış.)
Yani, hiçbirimiz sessiz kalamayız. Bağnazlığa seyirci kalamayız. Hep birlikte Amerika’nın gerçekten tüm inançları koruduğunu göstermeliyiz.
Bu da beni değinmek istediğim bir başka konuya getiriyor: ülkemizi terörden korurken teröristlerin bizzat kullandığı fikir ve söylemi beslememeliyiz. Bu mücadelede ahlaki açıklığa ihtiyaç olduğunun ifade edildiğini sık sık duyuyorum. Burada belirtilen fikir şu: anlaşılan, ben basitçe, bunların hepsi İslami terörist, deseydim şu ana kadar sorunu çözmüş olurmuşuz. (Gülüşmeler.) Katılıyorum, aslında ahlaki açıklığa ihtiyacımız var. Haydi, getirelim o ahlaki açıklığı. (Alkış.)
IŞİD gibi gruplar kendilerini meşru göstermek için her şeyi göze alabilir. Kendilerini dini liderler, İslam adına konuşan kutsal savaşçılar olarak göstermeye çalışıyorlar. Onlara bu meşruiyeti asla vermemeliyiz. (Alkış.) Onlar İslam’ı savunmuyor. Onlar Müslümanları savunmuyor. Öldürdükleri insanların büyük çoğunuluğu da yine Müslüman olan masum erkek, kadın ve çocuklar. (Alkış.)
Ayrıca, bu arada, Amerika’nın İslam’a savaş açtığı düşüncesi, dünya dinlerinin kimliğimizin bir parçası olduğu gerçeğini görmezden gelen bir fikirdir. Herhangi bir dine savaş açamayız; çünkü dünya dinleri Amerika Birleşik Devletleri’nin dokusunun, ulusal karakterimizin bir parçasıdır. (Alkış.)
Yani, bizim için terörle mücadele etmenin en iyi yolu bu örgütlerin meşrulaştırılmasını önlemek ve burada, Amerika Birleşik Devletleri’nde İslam’ın bastırılmadığını; Amerikalı Müslümanların başarılarını dile getirip öne çıkardığımızı göstermektir. Yaymaya çalıştıkları yalanı bu şekilde açığa çıkarabiliriz. (Alkış.) Teröristlerin propagandasını haklı çıkarmayalım. Ayrıca, sorunun özünde İslam’ın kendisi olduğunu öne süremeyiz. Bu, kendi değerlerimize ihanet olur. Amerikalı Müslümanları yabancılaştırır. Okula devam etmeye çalışan, Yavru Kurtlara katılan, ordumuza yazılmayı düşünen çocukların canını yakar.
Bu, düşmanlarımıza hizmet eden bir düşünce yapısıdır. Düşmanlarımızın yeni militanlar kazanmalarına yol açar. Hepimizin güvenliğini kısıtlar. Bunu açıkça ifade edelim.
Son olarak, tıpkı ayrımcılığa karşı koymanın tüm Amerikalıların sorumluluğu olduğu gibi – ki, bunu daha önce de ifade etmiştim – Müslüman toplumuna sızmaya çalışan radikal ideolojiye karşı koymak da dünyanın dört bir yanındaki Müslümanların sorumluluğudur.
Burada, bu camide, ülkemizin farklı yerlerinde ve dünyanın dört bir yanında Müslüman liderler sözünü sakınmadan, tekrar tekrar ve istikrarlı bir şekilde terörü lanetlemektedir. Yerkürenin her yerinde sesini yükseltme cesaretini gösteren Müslümanlar hedef gösterilmiş, hatta öldürülmüştür. Yani, sesler zaten yükseltiliyor, yalnızca onları biraz daha duyurmamız lazım. (Alkış.)
İlginçtir, buraya çıkmadan önce ettiğim sohbetlerde insanlar bana, ‘bu yükü neden hep biz çekiyoruz’ diye sordu. Charleston’da genç bir adam kilisede Afro-Amerikalıları öldürünce, Amerika’daki her beyazın derhal açıklama yapıp ırkçı olmadığını söylemesi beklenmiyor. Eylemin herkesi dehşete düşürdüğü farz ediliyor. Bu durumun, zaman zaman adil gelmediğini de anlıyorum.
Çözüm yollarından biri de Müslüman toplulukları tüm çeşitlilikleriyle, yaptıkları tüm güzel işlerle, sergiledikleri tüm yetenekle – sadece belirli anlarda değil – devamlı olarak görünür kılmaktır. (Alkış.)
Bir başka gerçek de kalplerde ve zihinlerde bir savaş verildiği – şu anda bir savaş verilmekte olduğu; hiç kimse hem İslam’a bağlı kalıp, hem çoğulcu bir toplumun bir parçası olarak bilimin son gelişmelerinin içinde olup demokrasiye inanmanın mümkün olduğunu Amerikalı Müslümanlardan daha iyi gösteremez. (Alkış.)
Bu nedenle, hepinizi bu durumu bir yük değil, kim olduğunuzu göstermek için büyük bir fırsat ve büyük bir ayrıcalık olarak görmeye davet ediyorum. Hrıstiyanlıktan ufak bir deyiş kullanacak olursak – bırakın ışığınız parlasın. Çünkü böyle bir yaklaşımla, bu durumun Batı ve İslam arasında bir medeniyetler çatışması olmadığını açık ve net biçimde ifade etmiş olacaksınız. Bu, dünyanın dört bir yanında ezici çoğunluğu oluşturan barışsever Müslümanlarla radikal, minicik bir azınlık arasında bir mücadeledir. Bu savaşı nihayetinde o ezici çoğunluğun kazanacağından da şüphem yok. (Alkış.) Müslümanlar inançlarının geleceğini belirleyecek. Ve hangi yöne doğru ilerleyeceğinden şüphem yok.
Fakat İslam dünyasından nüfuz sahibi sesler, inançlarına dair olumlu bir vizyonla istikrarlı olarak seslerini duyurmalı. Duyuruyorlar da. Duyduğumuz sesler, İslam’ın terörü yasakladığını, bir masumun canını alanın tüm insanlığı katletmiş olacağını öğreten Müslüman din adamlarının sesleri. (Alkış.) Duyduğumuz sesler, İslam’da diğer inançlara saygı geleneği olduğunu bilen ve bazıları bugün aramızda olan Müslüman akademisyenlerin sesi; Kuran’ın ilk kelimesinin – ikra kelimesinin – “oku”, yani bilginin peşine düşmek, varsayımları sorgulamak anlamına geldiğini öğreten Müslüman öğretmenlerin sesidir. (Alkış.)
Müslüman siyasetçiler Batı’nın Müslümanlara baskı yaptığı yalanını ve Amerika’nın Orta Doğu’daki her sorunun sorumlusu olduğuna dair komplo teorilerini püskürtmesi gerekmektedir. Şimdi, bu Amerikalı Müslümanların ABD dış politikasını özgürce eleştiremeyeceği anlamına gelmiyor. Bu, Amerikalı olmanın bir parçasıdır. Size, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı olarak yemin ediyorum, eleştirinin sağlıklı bir gelenek olduğunun ve Amerika’da varlığını capcanlı bir biçimde sürdürdüğünün farkındayım. (Gülüşmeler.) Fakat her ülkedeki liderler gibi, bu liderler de siyasi ve ekonomik ilerlemeyi kapsayan olumlu bir ilerleme düşüncesi sunmaktadır ve sunmaya devam etmeleri gerekmektedir.
Orta Doğu gibi yerlerde görülen şiddetin, büyük ölçüde mezhepler – Şiiler, Sünniler ve diğerleri – arası çatışmalara dönüştüğünü ve daha önce de belirttiğim gibi farklılıkların siyasi emeller uğruna suistimal edildiği kabul etmemiz lazım. Bu katliam, Müslüman aileleri ve toplumları yok ediyor ve bu düşünce yapısına ve siyasi gücü bu biçimde teşkilatlandıran bu yaklaşıma son verecek vizyon ile gücü elde edebilmek için küresel baskı gerekli.
Bu, tarihte emsali olmayan bir durum değil. Geçmişte, dünyanın her yerinde – Kuzey İrlanda’dan Afrika’ya, Asya’ya, hatta, burada, Birleşik Devletler’de bile – görülmüş bir durum.
Mümkün olduğunu da biliyoruz. İslam tarihi boyunca farklı mezhepler geleneksel olarak bir arada, barış içinde yaşamış ve gelişmiştir. Günümüzde, Birleşik Devletler de dahil, dünyanın birçok yerinde de bir arada yaşamaya devam etmektedirler.
Tüm dinlerin mensupları gibi, dinlerini modern, çoğulcu bir dünyada yaşayan Müslümanlar da insan haklarını savunmaya ve herkese eşit fırsat tanınmasını sağlamaya davet ediliyor. Bu fırsatlara kadınların, gençlerin ve tüm insanların hedefleri de dahildir. Kendi haysiyetimize saygı bekliyorsak, aynı şekilde başkalarının haysiyetine saygı göstermeliyiz. (Alkış.)
Müslüman toplulukları inandıkları geleceği, günlük hayatlarınıza yansıttığınız geleceği savundukça, çocuklarınıza öğrettikçe Amerika’nın da sizin ortağınız olacağını söyleyerek konuşmamı bitirmek istiyorum. Çoğulculuk ve barışı teşvik eden Müslüman seslerin çeşitliliğini duyurmak için elimizden geleni yapacağız – yapacağım. (Alkış.) Tanrı vergisi potansiyellerini geliştirmeleri, toplumlarının geliştirilmesine katkı sağlamak ve yeni fırsatlar tanımak amacıyla dünyanın farklı yerlerinde genç Müslümanlara ulaşıp, bilim, teknoloji ve girişimcilikle onları güçlendirmeyi sürdüreceğiz. Amerikalı Müslüman topluluklarıyla ortaklıklar kurmayı da bu yüzden sürdüreceğiz – yalnızca radikal tehditlere karşı savunmanıza katkıda bulunmak için değil, sağlık hizmetleri, eğitim ve fırsatları da geliştirmek için – (Alkış) – çünkü güçlü, dayanıklı toplumlar inşa etmenin en iyi yolu budur.
Bu çalışmalarımızı değerlerimizin kılavuzluğunda yürütmeliyiz. Amerikalı Müslüman topluluklarıyla temaslarımız asla istihbarat faaliyetleri için bir kılıf olarak kullanılmamalı. (Alkış.) Koca bir topluluğu tek bir profile sığdıramayız. Birçok faklı terörist profili var. Amerikalı Müslümanlarla ilişkimizin bütününü güvenlik üzerinden yürütemeyiz. Sizlere sadece emniyet açısından yaklaşamayız. Güven ve karşılıklı saygı oluşturmamız lazım. Topluluklarımızı işte böyle güçlü ve bir arada tutacağız.
Buraya çıkmadan önce gençlerle konuşurken onlara bunun bir süreç olacağını söyledim. Emniyet teşkilatının işi zor. Bu grupların bazıları özellikle Müslüman gençleri hedef alıyor. Bu süreçte beraberce ilerlemek zorundayız. İlişkimizin teklediği ya da iyi idare edilmediği zamanlar da olacak. Fakat, bilmenizi isterim ki, Başkan’dan FBI Direktörü’ne ve emniyet teşkilatı memurlarına kadar, benim talimatlarım ve onların da görüşü bunun beraberce yürütmemiz gereken bir süreç olduğudur. Doğru yürütemezsek güvenliğimizi arttırmış olmayacağız; güvenliğimizi azaltmış olacağız.
Bu noktada, dinleyenlerin arasındaki gençlere doğrudan hitap etmek istiyorum. Hayatımız boyunca pek çok kimliğimiz olur. Birinin oğlu, kızı oluruz; abisi, ablası oluruz. Sınıf arkadaşı oluruz, yavru kurt oluruz. Bir inancın mensubu oluruz. Ülkemizin vatandaşı oluruz. Bugünse, dünyada, özellikle de internette, tekrar tekrar kimliklerinizin – mesela Müslüman kimliğinizin ya da Amerikalı kimliğinizin – arasında bir seçim yapmanız gerektiğini söyleyen sesler var. Onlara inanmayın. Eğer zaman zaman buraya ait olup olmadığınızdan emin olamıyorsanız, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı olarak elimden gelen en açık biçimde belirteyim: Sizler buraya aitsiniz. (Alkış.) Ait olduğunuz yerdesiniz. Siz de Amerika’nın bir parçasısınız. (Alkış.) Müslüman ya da Amerikalı değilsiniz. Müslüman ve Amerikalısınız. (Alkış.)
Kötümserliğe düşmeyin. İnancınız ve vatanseverlik arasında seçim yapmanız gerektiğini söyleyen bir dünya görüşüne sarılarak cehalete karşılık vermeyin. En temel içgüdüleriniz arasında bir seçim yapmanız gerektiğine, bizi birbirimize düşüren – daha da kötüsü şiddeti yücelten – bir dünya görüşünü kucaklamanız gerektiğine inanmayın. Değişim yaratacak güce sahip olduğunuzu anlayın. Topluluğunuzla bağlantılarınızı koparmayın. Ülkemizin – ülkenizin ilerlemesine katkı sağlayın. (Alkış.)
Tökezlesek de, bazen hedefe ulaşamasak da ideallerimize erişmek için çabalamayı asla bırakmadığımız bir ülkede yaşadığımız için şanslıyız. Kusursuz bir birliğe gittikçe daha da yaklaşıyoruz. Sıkı çalışır ve kurallara uyarsanız, kim olursanız olun ve nasıl dua ederseniz edin nihayetinde başarı yakalayabileceğiniz bir ülkede yaşıyoruz. Yarış her zaman eşit başlamıyor olabilir, ama o yarışa girme fırsatına erişmek bu ülkede her yerden daha kolay.
Bu yolda ilerlerken Amerikalı Müslümanlar olarak hiç birinizin yalnız olmadığını hatırlamasını istiyorum. Amerikalı kardeşleriniz yanınızda – tıpkı başörtüsü giymeye karar veren Sabah’ın arkadaşları gibi. Bu aslında olağan dışı bir vaka da değil. Çünkü, çoğu zaman Müslümanların ancak terör saldırılarından sonra anıldığı gibi, Amerikalıların Müslümanlara karşı tavırları da yalnızca bir nefret suçu işlendikten sonra anılıyor; birçok Amerikalının hissettiği o olağanüstü saygı, sevgi ve bir aradalığı her zaman duymuyoruz.
Tahrip edilen bir camiye yardım etmek için kumbarasını boşaltan o yedi yaşındaki Teksaslı çocuk aklıma geliyor. (Alkış.) Ya da Chapel Hill trajedisinden sonra Amerikalı Müslümanların desteğine koşan tüm dini cemaatler. Yaşadıkları bölgedeki camilerle omuz omuza duran kiliseler ve sinagoglar, “Müslüman komşularımızı seviyoruz” yazılı bir pankart taşıyan kadın da dahil. Müslüman olduğu için korkan o küçük kıza “Seni koruyacağım” mesajını yollayan üniformalı kadın ve erkeklerimiz aklıma geliyor. (Alkış.)
Tüm Amerikalıların, Müslüman Amerikalı topluluklarının başkalarını nasıl desteklediklerini hatırlamalarını da istiyorum. Çünkü, bugün tam da şu anda, Kenya’da Hristiyanları teröristlerden kurtaran Müslümanlar var, Fas’ta Hristiyanlar ve Museviler de dahil dini azınlık gruplarını korumak üzere bir araya gelmiş Müslümanlar var. (Alkış.) Bu caminin güzel insanları, geçen yıl yaşanan kargaşanın ardından bu şehrin geleceğe doğru ilerlemesine yardım ettiler. Ülkenin dört bir yanında Amerikalı Müslümanlar kundaklanan Afro-Amerikan kiliselerinin yeniden inşa edilmesine yardım etti.
Boston maratonu saldırısı kurbanlarının ailelerine elini uzatan Bostonlu Amerikan Müslümanları hatırlayın; ülkenin farklı yerlerinde San Bernardino için para toplayan Amerikalı Müslümanları; Chattanooga’da kaybettiğimiz askerlerimizi anan Amerikalı Müslümanları ve aralarında “Tanrı’nın; İbrahim’in, Musa’nın, İsa’nın ve Muhammed’in Tanrı’sının adıyla, Tanrı kaybettiğimiz kahramanlarımızı kutsasın” deyişini. (Alkış.)
Amerika olarak tek vücut olmuş bir aileyiz. Beraberce yükselir, beraberce gerileriz. Her zaman kolay gelmeyecek. En karanlık güdülerimizi seslendirdiğimiz zamanlar da olacak. Ama inanıyorum ki, nihayetinde en güzel sesler kazanacak. Bu da geleceğe güven ve inançla bakmamı sağlıyor. (Alkış.)
200’ü aşkın yılı ardından iç içe geçen mirasımız, Amerika’yı oluşturan o mozaik zayıflık değil, en güçlü yanlarımızdan biridir. Bizi dünyanın kılavuz ışığı kılan şeydir. Bana mektup yazan o annenin – küçük kızı hakkında endişelenen o annenin – korkularına rağmen mektubunu umutla noktalamasını sağlayan şeydir. Şöyle yazmıştı, “Tanrı’nın hükmünde, özgürlük ve adaletin herkese sağlandığı bölünemez bir bütün olan tek bir millete hala inanıyorum.” (Alkış.)
Tanrı’nın barışı üzerinize olsun. Tanrı Amerika Birleşik Devletleri’ni korusun. Herkese çok teşekkür ederim. (Alkış.)
SON